Okuduklarınıza inanmayacaksınız
İnsanı tutuşturan cin, gaz yoksa şimşek mi? Pantolonu, ayakkabısı sağlam, geri kalanı kül olan ceset gördünüz mü? Okuyacaklarınıza inanamayacaksınız
Prof. Dr. Sevil Atasoy, kendi kendine yananların izini sürdü. Lozan'a gitti, gördü ve yazdı. Tek başına oturan yaşlıca birinin, geride bir kaç kürek kül ve iki sağlam bacaktan başka şey bırakmayacak biçimde aniden tutuşması pek sık görülen bir ölüm değildir. Hele, görünürde bir ateş kaynağı yoksa, üstelik odadaki eşyalar sapasağlam kaldıysa, işe cinler, periler karışmış olabilir mi? Delil Avcısı, bu soruların cevabını Avrupa'da aradı.
Mum gibi yananlar: Bir şehir efsanesinin sonu
2006 yılı Ekim ayının ortalarıydı. Bay Walter Spiess'in kızı, Cenevre kanton polisini aradı. Vèsenaz'ın Hermance sokağında köpeğiyle birlikte oturan babasından üç gündür haber alamamıştı. Bir gariplik olduğu muhakkaktı.
Baba Walter henüz 55'indeydi ama, yüksek tansiyonu, tütün tiryakiliği, her daim tehdit oluşturan sar'ası ve geceleri yuttuğu bir tablet flurazepam, genç kadını haklı olarak kaygılandırmaktaydı. Sokak kapısının yedek anahtarını kilide sokarken "Umarım, kötü bir şey olmamıştır" diye düşündü.
Kapıyı itti. Arkasındaki engel her ne ise, açamadı. Kuvvetlice abandı. Önce, sarı - kahve tüylü bacakları gördü. Kiraz renkli sıvının içinde öylece durmaktaydılar. Sonra, babasının, sehpanın altına doğru uzanmış, yan dönük, dizleri bükük bacaklarını farketti. Çorapları, deri mokasenleri, pantolonu üzerindeydi. Ancak, bacaklarının üst tarafı yoktu. Daha doğrusu bir şeyler vardı da, var olan babasının bedeni değil, kocaman bir kül ve kömür yığınıydı.
Gözlerine inanamayan bir doktor
Alışılagelmiş yangınlarda, özellikle benzin gibi kolay tutuşan yakıtların varlığında, insan bedeninin el, ayak ve baş kısımları, diğer bölgelere oranla çok daha fazla zarar görür.
Bu nedenle, göğüs, karın ve bacaklarının üst kısmı, ayrıca bu bölgelerdeki kas ve kemik dokuları önemli derecede yanık; buna karşılık baş, kol, dizlerinin aşağısı ve ayakları nispeten sağlam bir cesetle karşılaşıldığında, şaşırmamak elde değildir. Hele ayakkabıları ve çorapları hiç zarar görmemişse, şaşkınlığın derecesi daha da artar.
İşte, polisin çağrısı üzerine Hermance sokağı 18 numaraya keşfe gelen genç doktor, küçük sahanlıktan oturma odasına geçtiğinde, Bay Walter Spiess'in halının üzerinde boylu boyunca yatan cansız bedenini aynen bu şekilde buldu.
Seramik karoların kapladığı tabanda, iki yün halı seriliydi. Kanape, koltuk ve sehpa, halılardan birinin; büyük oval yemek masası diğerinin üzerine yerleştirilmişti ve Bay Spiess bunların hemen arasında yatmaktaydı.
Lozan'daki Roland Adli Tıp Merkezi'nde ziyaret ettiğim Dr. Cristian Palmiere'ye önce "Olay yerine girdiğinde, ilk aklına gelen ne oldu? diye sordum. "Gözlerime inanamadım." dedi. "Beden, önemli ölçüde küle dönüştüğü halde, çevredeki eşyalar en ufak bir zarar görmemişti. Bay Walter, büyük bir olasılıkla bir sandalyede oturmaktaydı. Ama sandalyeden geriye hiçbir şey kalmamıştı. Kısmen üzerinde olduğu halının, bedenini çevreleyen kısımlarında bile, en ufak bir yanık belirtisi yoktu. Sadece kendisiyle doğrudan temas etmiş küçük bir kısmı zarar görmüştü. Başının çevresinde az miktarda kırmızı ve kanlı bir sıvı dikkat çekiyordu. Bacaklarının gövdeyle birleştiği kısımları biraz yanıktı ama, dizlerinden aşağısı sapasağlamdı. Ahşap mobilyalar, sarı kumaş kaplı kanape, eteği püsküllü koltuklar, cesedin yanıbaşındaki Çin işi maun sehpa, hatta üzerindeki dergiler, kolayca tutuşabilecek malzemeler olduğu halde, en ufak bir yanık izi yoktu.”
Dr. Palmieri, olay yeri fotoğraflarını gösterirken, sözünü ettiği dergileri farkettim. "Bak" dedim, "Bir National Geographic okuruymuş".
"Pencerelerin hepsi kapalıydı." diye sürdürdü doktor. "Tek dikkat çeken, eşyaların üzerlerindeki sarı renkli yağlı tabakaydı. Bedenin hemen yanındaki çakmak, gözlük, boş bardak, kısmen yanık sigara paketi, sigara tablasındaki sönmüş puro, bir kaç metre ötedeki maun yemek masasının üzerindeki bir diğer çakmak, siyah deri cüzdan ve gazeteler bile aynı tabakayla kaplıydı."
Heyecanla konuşan genç doktor, bundan tam 156 yıl önce, Charles Dickens'in bizlere Bleak House (Kasvetli Ev) romanında aktardığı yağlı tabakayı, gözleriyle gören az sayıdaki ölümlüden biriydi.
İnsanı tutuşturan cin, gaz yoksa şimşek mi?
İngiliz yazar Charles Dickens'in Kasvetli Ev'i, 1850'lerin Londra'sını ve hukuk sisteminin insafsızlığını polisiye bir kurguyla mercek altına alan benzersiz bir toplumsal eleştiridir. Ancak biz adli bilimciler açısından bambaşka bir önem taşır. Çünkü Dickens, çaput ve şişe taciri alkolik Krook'u, her bir yanı kapalı dükkanında, aniden, içten içe tutuşturarak öldürür[1].
"Şöminedeki ateş neredeyse söndüğü halde, kesif, boğucu bir duman odayı doldurmuş, koyu renkte yağlı bir tabaka tavanı ve duvarları kaplamıştı." diye anlatır Dickens. "Masa, sandalyeler ve masadan eksik olmayan şişeler, her zamanki gibi yerli yerindeydi. Yanık kokusu oradaydı, kurum oradaydı, yağ oradaydı, tek olmayan, ihtiyar adamdı."
“Ani insan tutuşması”nın gizemi, Dickens'ten asırlar önce başlayan ve ondan yüzelli yıl sonra dahi durulmayan bir meseledir. Bu garip ölüm şeklinden cinleri, perileri sorumlu tutanlar ya da vücut elektriğinin barsaklarda oluşan metan gazını tutuşturması, bir küresel şimşeğin bacadan, pencereden girmesi gibi doğal olaylarla, hatta içkili haldeyken sigara içen birinin, kanında birikmiş alkolün parlamasıyla açıklayanlar olsa da, Bay Walter Spiess'den arta kalanların otopsisini yapan Dr. Cristian Palmiere ve ben (ve elbette bir sürü başka bilim insanı), bunların hiçbirine katılmıyoruz.
Yapılamayan otopsi, bulunamayan deliller
"Kimliğini, metal diş dolguları sayesinde saptadık. Dişhekiminden temin ettiğimiz röntgenlerle uyum içindeydiler. Köprücük kemikleri ve kafatası sağlamdı, kalan diğer kemiklerinde de herhangi bir çatlak ya da kırık yoktu" diye anlattı Dr. Palmiere, "Soluk borusunda kurum tanecikleri göremedik, kalp ve boyun damarları, katılaşmış kanla doluydu, kalp ve bacak kasları haşlanmış gibiydi. Sağlam bacak damarından alınan kandaki flurazepam, her gece kullandığı ilacın miktarıyla uyum göstermekle birlikte, 1.10 promil alkol, Bay Walter Spiess'in ölmeden önce bir miktar içki içtiğini gösterdi."
Bir veteriner, yer yer kılları dökülmüş köpeğin otopsisini yaptı. Ağzında ve soluk borusundaki kurum ve kanındaki \\\\\% 65 düzeyindeki karboksihemoglobine dayanarak, kesin ölüm nedeninin karbonmonoksit zehirlenmesi olduğunu bildirdi. Pencerelerin kapalı olmasının yol açtığı oksijen eksikliği yüzünden, yanma sırasında karbondioksit oluşacağı yerde, karbonmonoksitin meydana geldiği, bunun da köpeği öldürdüğü açıktı.
Gel gelelim, Bay Spiess'in kanındaki karbonmonoksit seviyesi, ancak sigara tiryakilerinde görülen kadar. Etraftaki havayı soluyamayacak hızda yanmış olmalı. Belki de, yanmadan önce, başka bir nedenle can verdi. Yanık kenarlarından alınan doku örneklerinde "vital reaksiyon" gözlenmemesi, ikinci olasılığı güçlendiriyor.
Nitekim, çevrede herhangi bir yanma belirtisi olmadığı halde bacakları dışında her yanlarının küle dönüştüğü insanların hemen tamamında, soluk borularında kurum kalıntılarına, kanlarında zehirleyici düzeyde karbonmonoksite, yanık kenarlarında vital reaksiyona rastlanmamıştı. Bunların bir bölümünde otopsi yapılabilmiş, kiminin ölümü bir enfarktüs krizi ya da damar tıkanması gibi doğal ölümlere bağlanabilmiş, kiminde ise ölüm nedeni anlaşılamamıştı. Olay yeri incelemelerinde ise, bedenlerden bir bölümünün şömine ya da kömür sobası yakınlarında bulunması dikkat çekiyor. Kurbanlar, bir nedenle oturdukları ya da yattıkları yerden bir sigara izmaritinin üzerine düşmüşlerse, gövdeleri tamamen yandığından, ateşin kaynağını bulmak da olanaksız.
Dr. Palmiere, Bay Walter Spiess'in ya enfarktüs geçirip düştüğüne ya da bilincini kaybettiren bir sar'a nöbetine tutulduğuna, alkol ile birlikte kullandığı flurazepam'ın da bilincinde bir miktar kayba yol açtığına inanıyor. Kısacası, yanmadan önce öldüğüne. Tutuşmasını da, bir sigara izmaritinin üzerine düşmesine bağlıyor. Dolayısıyla bir önceki kuşağın ünlü yangın uzmanı, Amerikalı John DeHaan'ın savunduğuna benzer biçimde, insanın mum gibi yanabileceği teorisine katılıyor.
İnsan yağı fevkalade bir yakıttır
Fizikçi ve kriminalistik uzmanı dostum John DeHaan'ı aradım ve "Bunca yıl, insanın aniden tutuşamayacağını, ama mum gibi yanabileceğini iddia edip durdun. Şunu basitçe anlatır mısın?” diye sordum.
"Bildiğin gibi mum; parafin ya da donyağı gibi yavaş yanan bir yakıtın, genellikle pamuktan bir fitilin üzerine dökülmesiyle hazırlanır. İnsan bedeninde, parafine benzer biçimde davranacak pek çok yakıt var" diye anlattı. "Deri, kas ve barsaklar pek iyi olmasa da, deri altı yağ tabakası fevkalade bir yakıttır. Sağlam deriye küçük bir ısı kaynağını sadece 5-10 dakika değdir, deri önce büzüşür, sonra çatlar, ardından hemen altındaki yağ sıvılaşıp dışarıya akar ve küçük bir yangını başlatacak yakıtı oluşturur. Yeter ki, sızan yağın yakınında tıpkı bir mum fitili gibi yağı emecek giysi, döşeme, kuru yaprak, parke benzeri üzeri pütürlü bir malzeme olsun. Normal insan bedeninin yağı, ufak bir çöp tenekesinde çıkan yangın kadar yer yakar. Bu nedenle kapalı bir mekandaki eşyalara zarar veremez ama, 6 - 8 saat içinde bir bedeni kül ve kemik yığınına çevirebilecek enerjiye sahiptir."
John'un bir türlü anlayamadığı, anlamamak bir yana, ciddi ciddi kızdığı konu ise, bugüne değin hiç kimse, kendi kendine tutuşup kül olan bir insanı görmediği ve olayın çok basit bir açıklaması olduğu halde, bu yüzyılda neden hala cinlere, perilere inanmakta ısrar edildiği.
Kaynak: National Geographic Türkiye, Kasım 2009