Neşet Ertaş ve hatırlattığı bir hadis insanlar madenler gibidir

Neşet Ertaş ve hatırlattığı bir hadis insanlar madenler gibidir

Milli Gazete'den Mahmut Toptaş; Neşet Ertaş'ı yazdı

Olması gereken ideal düzen göz önünde bulundurulduğunda, dershanelerin fuzuli kurumlar olduğu ve bir nevi fırsat eşitsizliği doğurduğu düşünülebilir. İstenilen bölüme girilmesi için birçok kişinin önünde olma mecburiyetinin bulunduğu bu sınav sisteminde neredeyse herkes fark yaratmaya çalışacaktır. Ve bir kişinin sınavda önde olmak adına yaptığı her hareket, diğerlerini de adım atmaya zorlayacaktır. Bu adım atma kimi zaman daha fazla çalışmayla gerçekleşir, kimi zaman ise dershaneye giderek. Bu durumda hem dershaneye gidecek maddi gücü bulunmayanlar büyük bir kayıp yaşar hem de aslında kimsenin gitmemesi durumunda dershane gibi bir eziyete ve maddi külfete katlanmayacak olan öğrenciler sırf diğerlerinden geri kalmamak için bu işe girmek zorunda kalırlar. Dershane sektörünün son zamanlarda vahşi kapitalizmin bir aracı haline dönüştüğü de göz önünde bulundurulduğunda dershanelerin kaldırılıp okula dönüştürülmesi durumunda “hem öğrencilerin üzerinden ciddi bir çalışma yükü kalkar, hem ailelerin bir yılda ödedikleri 2 milyar $ ülke ekonomisinde çok daha yararlı bir biçimde kullanılır, hem de dershane öğretmenleri zaten yeterince güçlü olmayan milli eğitimin kalifiye öğretmen ihtiyacı karşılanır” diye düşünülebilir. Zenginle fakir arasındaki fırsat eşitsizliğinin azalması meselesi de işin bir diğer yanı. Başbakan da, bu gibi niyetlerden dolayı olsa gerek 2013-2014 sezonunda dershanelerin kalktığı bir ortamda derslerin başlayacağını söyledi.

                ANCAK, teoride oldukça mantıklı gözüken bu fikir pratiğe ne derece başarıyla aktarılabilir ve soruna da çözüm olur mu? Çözüm adına önce sorun tespiti yapmak daha yerinde olacaktır. Sorunun kökeni aslında rekabete dayalı öğrenci seçme sistemine dayanmaktadır. Dershaneler ise toplumun bu soruna karşı ürettiği bir tepki niteliğindedir. 1. olarak, üniversiteye giriş sınavları okul müfredatına göre değil ÖSYM müfredatına göre olmaktadır. Bu öğrencinin okula verdiği önemi ister istemez azaltacaktır. 2. olarak ülkenin her yerindeki eğitim kalitesi aynı değildir. Ülkemizin doğusu ile batısı arasında bu konuda bariz farklar olduğu gibi varoşlarla lüks semtler arasında da eğitim kalitesi bakımından oldukça büyük farklar vardır. Ayrıca meslek liselerinde, üniversiteye giriş sınavında çıkan giriş dersleri verilmez veyahut fen liseleri ile genel liseler arasındaki eğitim farkı oldukça fazladır. Örnek vermek gerekirse 1994’e kadar sene başına Cizre’deki liselerden üniversite kazanan öğrenci sayısı 2 ile 4 arasında değişmekteydi. 1994 yılında Cizre'de dershanelerin açılması ile bu rakam önce 20'ye, bugün ise 350'ye yükselmiş durumdadır. Bu örnek, dershanelerin, okullar arasındaki eğitim farkından kaynaklanacak zararları muazzam derecede azalttığının bir göstergesidir.   3. Olarak müreffeh koşullara sahip olan öğrenci özel dersler alıp koleje gidebilirken maddi durumu yetersiz olan kesim için dershaneler can damarı olacaktır. Yıllık ücreti 750 lira olan dershanelerin de varlığı göz önünde bulundurulduğunda; maddi bakımdan oldukça güçsüz  aileleri saymazsak aslında dershanelerin zengin ve fakir arasındaki makası kapatan kurumlar olduğu düşünülebilir.

Verilen öncüller daha da artırılabilir. Buraya kadar anlatılanlardan dershanelerin aslında sorunun kökenini oluşturmadığını, çaresizliğin bir nevi dışavurumu olduğunu rahatlıkla çıkarabiliriz. Peki dershaneler kaldırıldığında ne olacak? Devletin bu müdahalesi eğitim sistemimize çözüm olup bizi mutlu bireyler haline mi getirecek yoksa zaten kızgın olan üniversiteye giriş yarışında insanlar milli eğitimin yetersizliğinden kaynaklanan sorunların çözümünü başka yerlerde mi arayacaklar?

                Her ne kadar bu müdahalenin amaçlarından biri zengin, orta halli ve fakir öğrencilerin arasındaki farkları azaltıp veliler üzerindeki gereksiz yükü azaltmak olsa da sorun tek başına dershanelerin kaldırılmasıyla çözülmeyecek gibi görülüyor. Ayrıca ülkemiz için yeni ve daha büyük sorunlar başlayacak gibi. Öncelikle, mevcut dershanelerin, altmış bini öğretmen yüz bin personelinin geleceğinin ne olacağı muallâkta. Dershanelerin, öğrencilerinin ücretini devletin ödeyeceği özel okullara dönüştürüleceği söylendi ancak mevcut olan 3010 dershanenin ancak 263 adeti okul olmanın asgari şartlarını sağlıyor. Peki 2700 küsür kadar olan diğer dershanelere ne olacak? Milli eğitim bakanı geçtiğimiz günlerde bu konuyla alakalı bir fizibilite çalışmasının yapılmadığını söylemişti. Devlet bir yıldan daha kısa olan bir sürede ciddi sorunlara yol açıp birçok aileyi mağdur etmeden bu işi becerebilecek mi? Dershanelerin -imkânsıza yakın gibi gözükse de- düzenli bir biçimde okullara dönüştüğünü varsayarsak; özellikle son sınıflardaki öğrenciler dershane bozması okullara akın edecek ve asıl işi üniversiteye hazırlamak olan öğretmenlerden ders göreceklerdir. Böylece bu okullara giden öğrencilerin üniversiteye giriş sınavındaki başarısı oldukça yüksek olacak ve başka bir boyuttan haksızlık meydana gelecektir.

Ayrıca bugünkü sistemin önde olma zorunluluğunun bir getirisi olarak özel ders talebinde patlama yaşanacaktır; hem maddi durumu iyi olan ailelerin dışında kimse bu durumdan yararlanamayacak ve zengin-fakir arasındaki uçurum derinleşecek hem de ülkede kayıt dışı ekonomi yeni ve büyük bir kalem daha kazanacaktır. Devlet, dershaneler sayesinde aldığı KDV’yi alamayacağı için önemli bir gelir kaynağını kaybetmiş olacak ve ülkedeki ekonomi zarar görecektir. Tabi bu durumlar dershanelerin sorunsuz bir biçimde okullara dönüştüğü durumlarda geçerli. Bir de dönüşüm sürecinde yaşanacak aksaklıkların toplumda yaratacağı sorunlar var. Bir kere yüz bin çalışanın geçimini dershaneler sayesinde temin ettiği düşünüldüğünde tahmini olarak 450 - 500 bin ferdin ekonomik geleceği tehlike altına girmiş oluyor. Bu durum, mağdur olan öğretmenlerin çok daha kötü koşullarda merdivenaltı dershanecilik yapmalarını da teşvik edecektir ve eskiden hiç değilse kontrol altında olan dershanecilik, dönüşümden sonra çok daha denetimsiz kişilerin elinde olacaktır.

Kabaca yukarıdaki biçimde açıklanabilecek olan dershanelerin kapatılma meselesi, gerek öğrencilerin seçimindeki adalesizliği artırması bakımından, gerekse de ülkenin sosyolojik ve ekonomik şartlarının daha hazır olmamasından dolayı oldukça tehlikeli bir girişimdir. Evet, dershaneler hem parasal bakımdan hem de öğrencilerin ileride neredeyse hiç işine yaramayacak bilgileri genelde ezberci bir mantıkla öğretmesi bakımından oldukça absürt kurumlardır ama bu kurumlar sonuç itibariyle toplumun bir talebi olarak doğmuşlardır ve bu talebin sorumlusu şu anki sınav sistemi ve milli eğitim okullarında verilen eğitimin yetersizliğidir. Eğer bu saçma düzenin kalkması isteniyorsa öncelikle sınav sistemini değiştirip okulları düzgünleştirmek gerekmektedir. Tabi bunlar yapılırken ülkenin şartları da göz önünde bulundurulmalı toplumun her katmanındaki eğitimcilerin tecrübe ve görüşlerinden yararlanılmalıdır. “Karar verdik, böyle olacak” diye dayatıp insanları sıkıntıya sokmanın hiçbir anlamı yoktur.

Başlık sevgili Peygamberimizin sözüdür. (Buhari, Sahih, K. Enbiya, Bab 19)
Keşfedilmiş ve henüz keşfedilmemiş madenler vardır.
Keşfedilmeyi beklemektedir.
Bazen bir ilim adamının araması sonunda bulunur, bazen sıradan bir adamın
ayağının sürçmesiyle bulunur.
Ama hangi çağa lazımsa o çağda bulunur.
Bazı madenler de kendilerini çiçekler gibi gösterirler.
İnsanlar da madenler gibi keşfedilirler, kendilerini gösterirler ve insanlığın
ihtiyacı olduğu bir zamanda ortaya çıkıverirler.
Bütün mesele kişinin kendisini bilmesi ve kendi gibi hareket etmesidir.
Parmak çizgilerimiz gibi, ses tellerimiz gibi karakter ve kabiliyetlerimiz de
ayrı ayrıdır.
Yedi milyar insanın hiç biri diğerine benzemez.
Benzememesi insanlık için hayırdır.
Rabbimiz buyurur: "Allah'ın, sizi kendisiyle birbirinize üstün kıldığı şeyleri
istemeyiniz. Erkeklere kazandıklarından bir pay vardır. Kadınlara da
kazandıklarından pay vardır. Allah'tan fazlını (lûtfunu) isteyin. Muhakkak Allah
her şeyi bilendir." (Nisa süresi ayet 32)
"Ben uzun boylu olsaydım, kısa boylu olsaydım, gözlerimizin rengi filan gibi
olsaydı" demenin faydası yok.
Öyle ise sen kendinde olanları parlatacaksın.
Eğitim, her insanın sahip olduğu özellikleri geliştirmek için olmalıdır.
Her can da kendi sahip olduğu değerleri Hakk'ın ve halkın hizmetine sunmalıdır.
Demir, altına özenir ve kendini allayıp pullayıp sarıya boyanıp "Ben altınım"
derse boyası dökülünce foyası meydana çıkar.
Altın da demire özenip onun girdiği yerlere girmeye çalışırsa ezilir büzülür,
tren rayına dizilir.
Her maden yerinde değerli olduğu gibi her insan da sahip olduğu değerlerle
topluma katkıda bulunur.
Ne yaparsanız yapın, işinizi temiz, güzel ve sağlam yapın.
İşinizin gereğini yapın.
Birilerinin beğenisini kazanmak için yapmayın.
Onun için İslam kültüründe "yaptığın her iyiliği Allah rıası için yacaksın"
denir.
Şu siyasinin, bu zenginin, bu ağanın, o önderin keyfi için iş yapanlar geçici
çıkarlarla yetinirler. Kalıcı eser meydana getiremezler.
Çünkü yaptığı işte kendi damgası yoktur.
Neşet Ertaş'a (1938-25.09.2012) Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel, "Devlet
Sanatçısı" ödülü verdiğinde "Ben milletin sanatçıdıyım" diyerek reddettiğinde
kimliğini göstermişti.
İlkokul diploması var mı bilmiyorum ama 25 Nisan 2012 tarihinde İstanbul Tekknik
Üniversitesi kendisine Fahri Doktorluk unvanı verir.
Karakterini, kimliğini, kişiliğini bozmadan gücün oranında işini iyi yapacaksın.
Ormandaki her ağaç kendi kimliğiyle yaşar.
"Sen ne isen ben oyum ağabey" diyenlerin çanağı artık yağlarla dolu olablir ama
kendi kimliği olmadığından o bir hiçtir.
Yaptığınız işin Hakkını verin.
1930 doğumlu Halil Gönenç hoca efendinin ilkokul diplomasından başka resmi
diploması yoktur. (Allah bereketli uzun ömürler versin)
Ama Diyanet İleri Başkanlığı bir merasimle kendisinine "Türkiye Müftüsü"
unvanını verdiler.
Çünkü Haseki Eğitim Merkezi'nde yıllarca İlahiyat mezunu öğrencilerine Arapça,
Tefsir, Hadis ve Fıkıh dersleri vererek yüzlerce müftü ve vaiz yetştirdi.
O, Mardin'de medreseye giderken medrese diplomasının hiç bir yerde geçerli
olmadığını biliyordu ve Allah rızası için eğitim alıyordu.
Derslerine iyi çalıştı, en yetkin insanlar onun değerini anladılar, İl
müftülğünden Haseki hocalığına terfi ettirerek değerini biraz anladılar.
İlkokul diplomasıyla üniversite öğretim görevlisi olan birini tanır mısınız?
Selçuk Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Öğretim Görevlisi olarak emekli olan
Merhum Arif Etik bey, (1911- 12.12.1992) benim de Farsça hocamdır.
"Taş" deseniz, Mevlanan'nın Mesnevi'sinden içinde "taş" geçen bir kaç beyit
okuyabilen her kelime için Türk, Arap ve Fars şiirlerinden şahitler getiren bu
değerli hoca efendi, kitapçılık yaparken kanunların da uygun olduğu bir zamanda
onu keşfeden biri resmi olarak okula alıverir ve Konya'dan mezun olan herkes
ondan istifade eder.
Kendi madeninizi ışıldatın.
İşiniz ilanınız olsun.
"Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz"

 

Etiketler :
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.