Ne imamı tanıyorlar ne öğretmeni
Ekrem Dumanlı'nın yorumu
Şerif Mardin imam-öğretmen mukayesesi yaptı ya; görün bundan sonra neler yazılır, neler konuşulur. Söylenen sözlerdeki mahalle analizi unutulur, o yapının tarihî süreçteki yansımalarına bakılmaz ve sanki toplumda iki uç nokta iki sembolle temsil ediliyor gibi sunulur. | |
Şabloncu kafanın anladığı şudur: Türkiye, imamların temsil ettiği "dinî değerler" ile öğretmenlerin temsil ettiği "modern değerler" arasındaki süregiden bir kavgaya sahne olmakta. Ezberci zihniyetin kolaycı yaklaşımı budur. Bu algı doğru mu? Kesinlikle hayır. Çünkü camide görev yapan imamları "rejim karşıtı" gibi resmetmek de yanlış; öğretmeni bir "ideoloji taşıyıcısı" gibi görmek de. Şerif Mardin'in bunu bu kadar basite indirgemediği de ortada; ancak algı o ki imamlar (dolayısıyla camiler) rejim için tehdit, öğretmenler (dolayısıyla okullar) sistemin kaleleri. Yok böyle bir şey... Bir kere, hayat bu kadar sekülerize edilmiş bir şekilde yaşanmıyor. Yani cami başka bir vadide okul başka bir vadide değil. Çoğu zaman cami bir okula benziyor mesela; hatta rejimin savunulduğu, desteklendiği bir okula... Sonuçta imam da öğretmen de bu toplumun bir parçası. İmamlara "rejimin altını oyuyorlar" gözüyle bakmak kadar vahim bir hata olmaz... Şerif Mardin'in söyledikleri daha havada uçuşurken Cumhuriyet adlı bir gazete "Meydan İmamların" diye bir manşeti çakıverdi. Üst başlık da aynen şöyle: "Köylerde okul ve öğretmen açığı büyürken Kur'an kursları hızla artıyor" Nasıl ama? Sanki okul ile cami birbirine zıt, birbirine düşman, birbirinin alternatifi. Korkunç hata tam da burada başlıyor. "Cami mi, okul mu?" diye bir soru sorulamaz; çünkü bu milletin tercihi bellidir: Hem okul hem cami! İmam ve cami fazlalığı üzerine yapılan kara propagandayı da bir kenara kaydetmek lazım. Diyanet İşleri'ne sorun; size diyecek ki toplam 79 bin 632 caminin 12 bin 8'ine henüz kadro verilmemiştir, kadrosu olan 67 bin 624 caminin de 2 bin 891'ine kadrosu olduğu halde hâlâ din görevlisi ataması yapılmamıştır. Kimin umurunda? Belli bir zümre cami sözünü duyunca kırmızı görmüş gibi hiddete kapılıyor. Oysa nüfus arttıkça cami ihtiyacı artıyor, artacak; tıpkı okul ihtiyacının ve öğretmen açığının artacak olması gibi. Bu ülkenin hem okula hem camiye ihtiyacı var. Daha estetik camiler, daha ihtiyaca cevap veren okullar yapmak şart. Camiden korkan, insan gerçeğinden korkuyor demektir. Okuldan korkan bilimsel düşünceden kaçıyor demektir. Bunları birbirine vuruşturmak isteyense menfur bir amaç peşinden koşuyor demektir... Okul-cami kıyaslaması başlayınca "Nerde o köy enstitüleri" şeklinde ağıt yakanlar oldu. Güya rejim köy enstitüleri, halk evleri gibi kurumlarla kendine yakışır bir nesil yetiştirecekmiş de Kemalizm düşmanları bu kurumları, çalışmaz hale getirmiş... Tek parti döneminin kimi dayatmalarına özenen bu yaklaşım da gücünü yine hazırlop formüllerden alıyor. "Neden halkın gönlünde yer alamadık, niçin bu milletle bütünleşemedik?" diye özeleştiri yapacaklarına "gerici güçler" senaryosu üzerinden "bu millet kadir-kıymet bilmez" söylemine geçiyorlar. Gerçek şudur: Köy enstitüleri halka kendini sevdiremedi. Vatandaşa tepeden bakıp "dur seni biraz adam edeyim" şeklinde ortaya konan (en azından öyle algılanan) hiçbir proje başarılı olamadı; olamayacak da. Bugün yakılan ağıtlardan da anlaşılacağı gibi pek çok planlayıcının kafasında köy enstitüleri (genelde okullar) cami karşıtı bir oluşumun kıblesi gibiydi. Oysa millet camisini mektebinden ayırmayı ve bunlardan birini diğerine tercih etmeyi düşünmüyor. Vatandaş, yüzlerce yıllık tecrübeler ışığında bir sentez yakalamış zaten; kendisiyle barışık o sentez içinde caminin de, kışlanın da, devlet dairesinin de, okulun da vs. yeri var. Ve hepsinin kendine mahsus bir kutsiyeti bulunmakta. Bu sosyal gerçeği yakalayamaz ve kapalı kapılar arkasında planlar yapmayı denerseniz milleti rencide edersiniz; bugünkü okul-cami tartışmasında imamları rencide ettiğiniz gibi. |
Kaynak: