Muammer Dolmacı’yı tanısaydın…
Onu hayırla yâd edenler arasında M. Esad Coşan, Erdem Bayazıt, Alaeddin Özdenören gibi onlarca önemli isim var kitapta…
Bazı kitapları okuyup bitirdiğiniz zaman kitabın yazarıyla yahut kitapta anlatılan şahısla sanki çok eskiye dayanan yakın bir tanışıklığınız varmış gibi hissedersiniz.
Bir Güzel İnsan Muammer Dolmacı kitabını okuyup bitirdikten sonra bu hissi taa içimde hissettim ve kendisinin zamanında yasamadığım halde ona bu kadar yakınlık duymamın asıl sebebini düşünmeye başladım. Cevabını bulmam çok zor olmadı; çünkü o bize özümüzden tanıdık geliyor. “Emredildiğin gibi dosdoğru ol” hitabının canlı örneği, olmak istediğimiz, olmayı hedeflediğimiz insan portresi olduğundan kendimize yakın hissediyoruz onu.
İnsanları sevmenin Allah’ı sevme yolunda önemli bir adım olduğunu biliyoruz. İnsanın, sevdiği insana, sevdiğini söylemesi gerekir. Bunun vefat edenler için de uygulanması, “Ölülerinizi hayırla yâd ediniz” tavsiyesiyle birlikte daha bir anlam kazanıp, sevgi ve muhabbeti, bu dünyanın sınırlarından taşırarak öbür dünyanın sonsuzluğuna ulaştıracaktır diye düşünüyorum. Ki Esad Coşan Hocaefendi de şu sözlerle bu konuya vurgu yapıyor:
“Salih insanların anıldığı yerlere rahmet-i ilahiye iner, o mekan mübarekleşir. Allah’ın lütfu o topluluğun üzerine yağar ve o mübareklerin kadri, kıymeti bilinir. Dinleyenlerde de onlar gibi Allah’ın sevgili kulu olma isteği uyanır. Hayatlarını tanzim ederler.”
‘Bir güzel adamı daha tanıyalım, bilelim, bildikçe sevelim, haliyle hallenelim’ diye kitaptan okuduğum bazı bölümleri paylaşmak istedim:
M. Esad Coşan: “Kalp kırmadan muhalefet etmeyi ve yanlışı düzeltmeyi başarırdı”
Çok güzel ahlaka sahipti. Gözü yaşlıydı, duyguluydu, mütevazı idi. Karşısındakini dikkatle dinler, hakkı kabul ederdi. Söylenen doğru değil ise çok tatlı bir şekilde doru bildiğini söyler, itiraz eder, fakat kalp kırmadan muhalefet etmeyi ve yanlışı düzeltmeyi başarırdı.
Çok iyi bir dervişti. Bir kere hocamız Mehmet Zahid Efendi’ye bir tebrik mektubu göndermiş, kısa bir kac paragraf fakat sevgi, saygı, samimiyet ve edep timsali. Hocam açtı, okudu ve çok beğenmiş olarak bendenize uzattı; “bak oku; edep, ihlas, bağlılık, dervişlik nasıl oluyor gör!” buyurdu.
(+) |
Başka bir zaman kendisi müsteşar iken bir bölge müdürünü takip ve teftiş sonucu, isyan ve itaatsizlikten ötürü cezalandırma noktasına gelmiş. O müdür de Mehmet Zahid Hocamız’a gelerek yalvarıp yakarmış. Ben de Ankara’dan kısa bir müddet İstanbul’a gelmiş, dönüyordum. Hocam; “Esad, Muammer’e söyle, filanca müdüre ceza vermesin” buyurdu. Gittim, hocamızın selamını ve emrini ilettim. O müdür merhumu çok üzmüş olacak ki bu emri ilk duyduğunda sanki yüzüne vurulmuş gibi koltuğunda sarsıldı ama son derece süratle hemen kendini toparladı; derhal, “başüstüne, kereta (müdür) hiç olmazsa nereye müracaat edeceğini doğru bilmiş” diye cevap verdi.
M. Gündüz Sevilgen: “Her şey vakfedilir de insan vakıf olmaz mı?”
(+) |
Başkalarının dertleri ile dertlenmek…. Yapabildiği ölçüde başkalarına yardım edebilmek için çırpınmak… Dertlere deva olmaya gayret etmek, çoğu zaman da olmak... Danışılacak kişi olabilmek, sıkıntıya düşenlerin, “Hele bir de Muammer Ağabey’e söyleyelim, o herhalde bir çaresini bulur” diye düşünebilmeleri… İşte Muammer Ağabey çağımızda adetleri pek azalmış böyle kişilerden biri idi. Herhalde böylelerine “kamil insan” denir değil mi?
Tarihimizde, kültürümüzde, inançlarımızda bir vakıf müessesi vardır. 1400 senedir dipdiri ayakta, hizmette… Her şey vakfedilir de insan vakıf olmaz mı? Muammer Ağabey, bir kardeşimizin çok güzel deyimi ile “vakıf insan”dı. Kendini başkalarının hizmetine vakfetmiş bir hizmet ehli idi. Sanmam ki kendisini tanıyanlar içinde Muammer Ağabey’in hizmetine ve yardımına koşmadığı bir kişi olsun.
Bir süre evvel halazâdem genç yaşta vefat etmişti, halam o acı ile ağlarken, “Ha ne vardı yavrum, bir günde beni incitseydin kırsaydın da onu hatırlayıp acımı hafifletseydim” dedi. Acaba Muammer Ağabey’in kırdığı, incittiği kimse var mı ki? Sanmam. Yanına giden herkes ondan gönül hoşluğu ile ayrılırdı.
Yahya Oğuz: "Ezandan rahatsız olan defolup gitsin”
Yurtta gür gür ezanlar okurdu. Sabahları okuduğu ezanla hemen hemen koca yurtta uyanmayan kalmazdı. Bir gün yurt kapsında bînamaz şaşkın bir talebe, kapıcıya “ya hu söyle şu ezan okuyanlara, bizi uyandırıyorlar, sabahları yavaş okusunlar” dediğini duyunca o uysal yumuşak Muammercik kükredi, boğazına sarıldı bunu diyenin ve “İslam’ın ilanı demek olan bu ezandan rahatsız olan varsa defolup gitsin, bir daha sesini çıkarırsan hiç konuşamaz hale gelirsin” dedi. Böylece artık bu cedalet örneği bütün yurda ve okula yayıldığından kimse ona ses çıkaramaz olmuştu. Çünkü o gücünü bir kapıdan almıştı ve o kapının verdiği feyiz tüm gönlünü kaplamıştı. Sevdi tasavvufu. Dilini damağına yapıştırır, gözünü kapar, öylece parmaklarının arasından binlerce tespih tanesi devrederdi.
Erdem Bayazıt: “Gönülden gönüle köprü kurardı”
Ne zaman salih bir kişi dünyasını değiştirse, içimi bir endişe kaplar, sanki kıyamet kopacakmış gibi gelir bana. İşte 30 Ekim Perşembe sabahı Muammer Ağabey’in vefat haberini alınca da aynı duyguyu yaşadım bir an. Nice sonra “inna lillah ve inna ileyhi raciun" diyebildim.
Ne güzel ağabeyimizdi… Türkiye’de icraatçı, işbitirici, dara düşünce ismi akla gelen üç kişi say deseniz hiç şüphesiz biri Muammer Dolmacı olurdu.
Mükemmel bir idareci, mükemmel bir müşavir, mükemmel bir gönül yapıcıydı. Köprüleri atan değil, ilk kuran kişiydi, gönülden gönüle… Dünya işleriyle meşgulken ahireti gözeten kişiydi, ne zaman onu görsem “Allah’ın ne güzel kulu” diye geçirirdim içimden.
Mehmet Bozkurt: “İyi ya işte, tozun kalmaz”
Tanıdığım müstesna insanlardandı. Büyükle büyük, küçükle küçük, talebe ile talebe, iş adamı ile iş adamı olurdu. 20 yaş büyüğüm olduğu halde koluma girip de “Mehmet Ağabey” demesi, mütevazılığının ne güzel örneğiydi.
Bir gün Saadetin Ökçe Ağabey, ben ve Muammer Ağabey oturuyoruz. Saadettin Ağabey birisi için, “Müslümanlara yaptığı eziyetin hesabını nasıl verecek. Diğerlerine gücü yetmiyor, dindarlara zulmediyor” dedi. Muammer Ağabey de cevaben, “Müslüman yumuşak olur, onunla helalleşmek kolaydır. Kafirle helalleşmek zordur, onun için böyle yapıyor” dedi. Bir kişiyi gıyaben müdaafa etmek ancak bu kadar olurdu.
Yine bir gün hastanede amirim ile tartışmıştım, bana haksız yere bir sürü yakışıksız sözler söylemişti. Üç gün sonra imtihana girecektim ama hastanede işler yoğun olduğu için çalışamıyordum. Bu moral bozukluğu ile Muammer Ağabey’i aradım; “ne var ne yok” diye sordu, “Ağabey bu adam bizi habire fırçalayıp duruyor” dedim. “İyi ya işte, tozun kalmaz” dedi. “Ağabey” dedim, “imtihana gireceğim, hiç çalışmadım”; dedi ki, “çalışsaydın bilgine güvenecektin. Şimdi de Allah’a dayanırsın.” Nitekim o imtihanı kazandım.
Alaeddin Özdenören: “Elbette zaferi milletin yanında yer alan kazanacaktır”
Rahmetli Muammer Dolmacı’nın oğlu Ahmet Dolmacı’dan bir mektup aldım. Babası ile ilgili bir kitap hazırlamayı düşünüyormuş, benden de yazı istiyor. Birden içim burkuldu, şimdiye değin Muammer Bey hakkında yazı yazmayı ihmal etmiş olmanın kırıklığını yaşadım.
Kendisiyle ilk tanışmamız Milli Gazete’nin bürosunda oldu. Güzel konuşuyordu. Bana şiirlerimi okuduğunu, sevdiğini söyledi. Mavera’yı sürekli izliyormuş. Güzel cümlelerle övdü bizi. Ancak uzun ve sürekli fikir ve edebiyat çalışmalarıyla mesafe alabileceğimizi belirtti. Başka neler söylediydi? Evet şöyle dedi: “Zaman yürümüş, kader örgüsünü örmüş, çeşitli sebeplerden dolayı büyük bir imparatorluk bir dünya devleti yıkılmış ama bu bizi umutsuzluğa sürüklememeli. Batı bizi yıldırmaya çalışıyor. Yılmamalıyız. Çünkü biz Allah’ın dinini savunuyoruz. Müslümanlar bütün insanlığı içine alacak evrensel birliği kurmaya kalben ve inançların özüyle daha yakındır ve son sözü söyleyecek olan da biziz. Batı, zenginliğiyle bizi korkutamaz. Biz milletimizin kişiliğine ve manevi gücüne inanıyoruz, oysa batıcılar halkımıza yüksekten bakıyor ve onu itaat etmesi gereken bir sürü olarak görüyorlar. Elbette zaferi milletin yanında yer alan kazanacaktır.”
Muammer Dolmacı kimdir?
İlk ve orta öğrenimini Isparta’da, liseyi Denizli’de tamamladı. 1956’da inşaat yüksek mühendisi olarak İTÜ İnşaat Fakültesi’nden mezun oldu. 1979’dan itibaren kendi kurduğu şirket ile çeşitli işler yaptı. 1966’da başbakanlık özel teknik müşaviri, 1967-1971 yılları arasında DPT proje değerlendirme ve yabancı sermaye grup başkanlığı, yatırımları ve ihracatı teşvik ve uygulama daire başkanı olarak görev yaptı. 1971-1975 arası kurduğu özel büyük bir şirketi yönetti. 1975-1978 yılları arası Bayındırlık Ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı müsteşarlığı yaptı.1978’den vefatına kadar eski görev yaptığı özel şirketin genel müdürü idi. 29 Ekim 1986 tarihinde otomobille Ankara’ya giderken hayatının ve hizmetlerinin en olgun döneminde vade tamam olunca davete uyarak bir trafik kazasıyla âlem-i bekâya göçtü. Mekânı cennet olsun, Allah rahmet eylesin.
dunyabizim.com