Mesut Özil Olayını da anlattı
Cumhurbaşkanı Gül'ün Basın Danışmanı Ahmet Sever, Gül’ün başkanlık sistemi tartışmalarıyla ilgili ne düşündüğünü açıklarken endişelerini de dile getirdi. Sever, Gül'e Mesut Özil'i aratan rahatsızlığı da ilk kez açıkladı.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Basın Danışmanı Ahmet Sever, Gül’ün başkanlık sistemi tartışmalarıyla ilgili ne düşündüğü sorusuna şu yanıtı veriyor: “Şu anda Türkiye’nin gündeminde böyle bir konu olmadığını düşünüyor. Türkiye’ye uyup uymadığı konusunda da endişeleri var. Ama bu konunun tartışılmasını yararlı buluyor”
Dink'in kardeşini davet bir mesajdı
Mesut Özil’i aramak Cumhurbaşkanı’nın kendi fikri mi yoksa bir danışmanının bir anımsatmasıyla mı oldu?
Tamamıyla Sayın Cumhurbaşkanı’nın kendi fikri. Daha o maçı izlerken o topun her Mesut’un ayağına geldiğinde oradaki Türklerin Mesut’u ıslıklamasından çok rahatsız olmuş.
Yani mesela “Alman Cumhurbaşkanı altı günlüğüne sıra dışı bir ziyarete gelecek, onun öncesinde ben de bir jest yapayım” gibi bir şey değil?
Hayır, kendisi o ıslıklardan rahatsız olmuş. Hatta daha hemen maçın ardından yaptığımız bir konuşmada söyledi bana, “Eğer sorsaydı hakikaten Alman milli takımını seçmesini söylerdim. Böylesi kesinlikle Türkiye’ye de entegrasyona da daha fazla katkı sağlıyor” diye...
Cumhurbaşkanı’nın aşırı milliyetçilikten rahatsız olan bir tavrı var galiba hep, değil mi?
Evet, aşırı milliyetçilikten rahatsız oluyor.
Çünkü Almanya’daki milyonlarca Türkü karşınıza alma ihtimaline rağmen böyle bir açıklama yapmak da biraz cesaret ister?
Kesinlikle, ama bir cumhurbaşkanının bu mesajı vermesi lazımdı. O konumda oturan birisi bir yanlışı gördüğü zaman mutlaka dillendirmesi gerekir, ki Cumhurbaşkanı da böyle düşünüyor. Bunun örnekleri de çok. Mesela Hrant Dink’in kardeşini davet etmesi... Bu ne demektir?
Ne demektir?
Bir sürü anlam ifade eder: 1-Sahip çıkıyor. Sen de benim vatandaşımsın, diğerlerinden hiçbir farkın yok, diyor. Senin sorunun benim sorunumdur. Sen şimdi sıkıntılı bir dönemden geçiyorsun, ben de sana sahip çıkıyorum. 2-Birtakım yerlere mesaj göndermek.
“Soruşturmayı aksatmayın” mesajı mı?
Hem Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ndeki o savunma...
Rezaleti?
Evet... Hem ona bir gönderme yapmak, hem de yürüyen davayla ilgili bir mesaj vermek... Yani “Bakın bunlar bizim vatandaşımız...”
“Sahipsiz değil”?
Sahipsiz değiller, aynen öyle, o mesajı vermek... Bu da aslında cesaret isteyen bir şey maalesef Türkiye koşullarında, ama bunları çok rahat yapıyor Cumhurbaşkanı... Çünkü konumu gereği de yapması gerektiğine inanıyor.
Aynı Ermenistan’da maça gitmesi veya ilk gezisini Diyarbakır’a yapması gibi?
Evet, bunları o kadar çok rahat yapıyor ki, hani bu adımı atarsam bu bana şunu getirir, bunu kaybettirir dürtüsüyle hareket etmiyor. Doğru olduğuna inandığı anda, kendi ikna olduktan sonra o yolda yürüyor.
Ama bazen ikna olsa dahi yürümediği, üzerine gitmediği bazı yollar olduğunu düşündürüyor Sayın Cumhurbaşkanı?
Olabilir, neyi kastettiğinizi tam bilmiyorum, ama olabilir. Sonuçta her alanda da her şeyin en idealini, en mükemmelini birinden beklemek biraz insafsızlık olur.
Tavır almadı, genel ilkeleri ortaya koydu
AK Parti hükümetini seçimlerde can evinden vuracak bir şey varsa o da barajın indirilmesi olur, ki biliyorsunuz o yüzde 10 baraj sayesinde 2002’de oyların yüzde 34’ünü almasına rağmen TBMM’de yüzde 66’lık, 2007’de yüzde 46.5’e rağmen Meclis’te yüzde 62’lik bir çoğunluk elde etti. Dolayısıyla Başbakan da barajın inmesine kesinlikle karşı. Şimdi bu böyle bilinmesine rağmen Cumhurbaşkanı Meclis açış konuşmasında barajın inmesi gerektiğini söyledi. Ayrıca bir de tutukluluk süresiyle ilgili yürütmeye eleştiride bulundu. İlk kez bu kadar açıktan ve hatları keskin bir çıkış yaptığı için sormak istiyorum; Cumhurbaşkanı bir tavır mı alıyor?
Hayır, Cumhurbaşkanı bunu bir tavır koymak adına yapmadı, orada genel ilkeleri ortaya koymak istedi. Çünkü Cumhurbaşkanı konumu itibarıyla durduğu yerden baktığı zaman neyin, nasıl olması gerektiğini tabii kendi zihninde çok tartan bir insan. Yani nerede yanlış yapılıyor, nerede eksik var, ne nasıl olmalı, nasıl düzeltilmeli, bu konularda sürekli düşünüyor. Bu üç yılın sonunda geldiği nokta işte o konuşmaya yansıdı. Yoksa o konuşmayı yapmadan önce “Ben şunu eleştireyim, bunu eleştireyim” diye yola çıkmadı, “Genel ilkeleri ben tekrar bir hatırlatayım, herkesin önüne koyayım” diyerek yola çıktı.
Sanki Cumhurbaşkanı mesaj verme konusunda önceki yıllara göre daha rahatlamış gibi görünüyor, siz de bunu izliyor musunuz?
Tabii, o makamda geçen her gün, onun konumunu, duruşunu daha perçinliyor, daha da yerli yerine oturtuyor, ufku daha genişletebiliyor. Üstelik ne kadar negatif bir başlangıç noktasından buraya geldi. Hâlbuki en başta o tatsızlıklar yaşanmasaydı belki bunlar daha erken olacaktı.
Peki acaba rektör atamaları, Anayasa Mahkemesi, HSYK üyesi atamaları, hükümetten gelen birtakım tartışmalı yasa paketlerinin dahi geri gönderilmemesi gibi tartışmalı tercihleri konusunda kaç yıl geçmesi gerek? Cumhurbaşkanı’nın bazı kararları hep aynı “mahalle”ye yönelik bulunuyor, ne diyeceksiniz?
Bu atamalarda izlediği yöntemle ilgili kendi zaten yeri geldiğinde açıklama yapıyor. Şu kadarını söyleyebilirim, seçeceği adaylar konusunda son derece titiz davranıyor, mevcut adayların birikim ve yeterliliğine göre seçim yapıyor. Tabii bu arada bazı yanlış anlamalar, haksızlıklar da olabiliyor. Örneğin Kayseri Baro Başkanı’nın Kayserili olduğunu söyleniyor, oysa ki Yozgatlı. Diğer Kayserili olan profesör de Ankara doğumlu.
Başkanlık sistemi tartışmalarından Sayın Gül rahatsız oluyor mu, yoksa belki günün birinde bunun kendisi için de bir avantaj olacağını düşünerek mi izliyor?
Şu anda Türkiye’nin gündeminde böyle bir konu olmadığını düşünüyor. Türkiye’ye uyup uymadığı konusunda da endişeleri var. Ancak bu konunun tartışılmasını yararlı buluyor.
Bu konuda hiç araştırma yaptırdı mı?
Tabii konuşuyor, Cumhurbaşkanı her alanda inanılmaz bir şekilde, alanında iyi olan herkesi çağırıyor. Hatta bizzat kendisi söylüyor “Şu kişiyi istiyorum, çağıralım” diye.
Bizim bilmediğimiz pek çok görüşme oluyor o zaman?
Tabii, bunlar basına bilgi olarak aktarılmayan görüşmeler ve hakikaten o isimleri gördüğünüz zaman diyorsunuz ki, “Evet en iyisini çağırmış.”
Ak Parti muhaliflerini çağırıyor mu?
Kesinlikle, zaten Cumhurbaşkanı’nın en belirgin özelliği bu, her görüşü dinliyor. Ve onlardan hakikaten çok yararlanıyor. Mesela bir konuda karar vermeden önce veya bir konuşma hazırlanırken de saatlerce bizi tartıştırır. Bir masa etrafında biz danışmanları olarak çok yoğun ve sert tartışmalara gireriz.
Ve cumhurbaşkanı da dinliyor sizi?
Hiç karışmadan dinler, sonra oradan bizim o tartışmamızdan öyle bir cümle çıkarır ki şaşırıp kalıyorsunuz.
Mesela merak ettim, son Meclis konuşmasındaki “Kürt sorunu” ifadesini kullanmak bir tartışma sonucu alınmış bir karar mıydı?
Evet. (Cümle burada bitmedi ve Sever, Cumhurbaşkanı’nın da bulunduğu masadaki bu tartışmada geçen inanılmaz hoş bir Can Yücel anekdotunu da anlattı, merak edenler kendi Can Yücel dağarcıklarından bulup çıkarabilirler.)
Halk tarafından seçilmeyi arzu etmişti
Twitter bahsinden aslında şuraya gelmek istiyordum: Sanki bu twitter kullanımı, bana yavaş yavaş halk tarafından seçilecek bir cumhurbaşkanının enstrümanlarından biri gibi de gözükmeye başladı. Dolayısıyla merak ediyorum, Sayın Gül halk tarafından seçilmek istiyor mu, ister mi?
Tabii 2007 yılında Meclis seçti Cumhurbaşkanı’nı ve o dönemde bu konuda yoğun tartışmalar yaşandı. Ben o süreçte Sayın Gül’ün halk tarafından seçilmeyi çok arzu ettiğini biliyorum. Ama bugün bu konuyla ilgili asla konuşmuyor. Yani görev süresi beş yıl mı olacak, yedi yıl mı olacak, bu konularda asla konuşmuyor.
Çok mu rahatsız bu konudan?
Bu belirsizliğin sürmesinden rahatsız diyebilirim. Zaten bir keresinde “Bu belirsizliğin bir an önce ortadan kaldırılması gerekir” diye bir açıklaması da oldu. Daha ne desin...
Fransız anayasacı Jean Marcou, Gül’ün görev süresiyle ilgili söyleşimizde “Bazı siyasetçiler belirsizlikten faydalanır, bazı siyasetçiler belirsizliklerin kurbanı olur” demişti. Bana şimdi öyle bir şey söyleyin ki 29 Haziran 2012’de (Eğer Gül’ün görev süresi beş yıl olursa YSK seçim startını bu tarihte verecek) Ahmet Sever ne demişti diye dönüp bakalım; sizce o gün hangi cümle geçerli olacak?
Keşke bilebilsem, hakikaten bilmiyorum. Beş mi, yedi mi, inanın hiçbirimiz bilmiyoruz. Böyle inanılmaz bir anormallik var.
Peki, neden kendisi bir adım atmıyor, hukukçulara ya da YSK’ya başvurmuyor?
O konuda kendisi hiçbir şey yapmıyor, hiçbir şekilde konuşmuyor.
Kendisine mi yakıştıramıyor?
Belki o makama yakıştıramıyor diyebiliriz. “Sadece ben işime bakarım, işimi yaparım” diyor, onun ötesinde de bu konuya hiç girmiyor, konuşmaktan da konuşulmasından da son derece rahatsız oluyor.
Konuşulmasından derken?
Yani işte herkesin aklına geldiği anda çıkıp bu konuda yorumda bulunmasından rahatsız oluyor diyebilirim.
Asparagası yapan kişi için hiçbir şey yapılmayacak
Her şerde bir hayır vardır denir; acaba bu “Annem sizin trafiği kesmeniz yüzünden yolda öldü” asparagası da bu helikopter çözümüne mi sebep oldu?
Kesinlikle hayır! Bunu çok daha önceden düşünüyordu Cumhurbaşkanı, “Bir formül bulun, İstanbul trafiği zaten yeterince karmaşık, bizim varlığımız bu sorunu daha da ağırlaştırmasın, yolları mümkün olduğunca kesmeyin”; sürekli bu talimatı veriyordu. Ama bir noktadan sonra da karışamıyorsunuz, sonuçta güvenliğinin de sağlanması gerekiyor.
Ayrıca bu iş dünyanın her yerinde aslında böyle yapılıyor. Cumhurbaşkanı yurtdışına gittiği zaman trafikte hiç durdurulmuyor, bütün yollar kesiliyor. Hangi ülkeye giderseniz gidin, bu dünyada genel bir uygulama. Kahire trafiğinden tutun da Paris trafiğine kadar hepsinde, gittiğimizde kesiliyor.
Peki o habere neden olan gençle ilgili nasıl bir tahkikat yapıldı?
Cumhurbaşkanı “Bu kişiye ulaşın, başsağlığı dileyeceğim, üzüntülerimi ifade edeceğim” dedi. O araştırma sonucu böyle bir olayın olmadığı, bir gencin sadece bu soruna dikkat çekmek için böyle bir hikâye yazdığı çıktı.
Dava açıldı mı?
Öyle bir olasılık için Cumhurbaşkanı kesin bir şekilde talimat verdi, “Hiçbir şey yapılmayacak, hiç kimse hiçbir harekette bulunmasın” dedi.