Mehmet Serhan Tayşi Beyefendi
Kitaba, kütüphaneye, kitapları sevdirmeye ve kitapseverlere adanmış bir ömür.
ALİ EMİRİ EFENDİ’NİN İZİNDE
MEHMET SERHAN TAYŞİ BEYEFENDİ
Kitaba, kütüphaneye, kitapları sevdirmeye ve kitapseverlere adanmış bir ömür. Aslında sadece bu cümle bile yeterli onu tarif etmeye lakin böyle bir zattan bahsedince kalem durmuyor bir türlü..
Kitaba çok değer veren bir aileden geliyor, küçük yaştan itibaren kitabı ve okumayı çok seviyor, üniversite tahsilini tamamladıktan sonra kütüphanecilik mesleğine giriyor ve dile kolay 32 sene kitapları korumaya, okumaya ve okutmaya gayret ediyor. Bununla da kalmıyor, çok değerli araştırmalar yaparak, makale ve kitaplar yazarak insanları aydınlatmaya çalışıyor. Bütün ömrü boyunca biriktirdiği 5 bin seçkin kitabı bir vakfa bağışlıyor.
Millet Kütüphanesi’ni kuran Ali Emiri Efendi Hazretleri’nin hayrülhalefi Mehmet Serhan TAYŞİ’den bahsediyorum. Mehmet Bey, yalnızca bir kütüphaneci ya da kitapsever değil; güleryüzlülüğü, kütüphaneye gelen herkesle ilgilenmeyi kendine kudsi bir vazife edinerek kitap dergahının dervişi olmuş bir gönül adamı. Kitapsever olmak da kolay değil elbette lakin aynı zamanda kitabı sevdirmek de her kişinin değil Mehmet Serhan TAYŞİ’ni kârı olmuştur; (bu satırların yazarı da bunun canlı şahididir, yazının sonlarında aktaralım bu hatırayı inşaallah.)
Kitabın ortaya çıkışı, Taha Kılınç Bey’in özverili çalışmalarıyla mümkün oluyor; haftada bir veya iki gün Taha Bey, Mehmet Bey’in evine geliyor, zekice suallerle üstadı konuşturuyor; bunları kayda alıyor. İki sene devam eden bu çalışmadan sonra kaydedilmiş konuşmaların çözümüne başlıyor, bu da yetmiyor üstadın doğduğu ve büyüdüğü yerlere gidiyor, okuduğu okulları ziyaret ediyor. Bütün bu işler altı sene sürüyor. Taha Bey’e de özverisi, sabrı, fikr-i takibi ve çalışkanlığından ötürü müteşekkiriz, Allah teala hazretleri razı olsun.
Mehmet Serhan Tayşi Beyefendi’nin hayatından kısaca bahsedelim: Polis olan babasının görevi sebebiyle bulundukları Adana’da 1942 yılında dünyaya gelen Mehmet Bey, aslen İzmir-Bayındırlı’dır ve bir ulema ailesinin son temsilcisidir. İlk ve orta tahsilini İzmir’de tamamladıktan sonra İstanbul’a gelir ve Hukuk Fakültesi’nde bir yıl okuduktan sonra bir haksızlığa tahammül edemez ve İstanbul Üniv. Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’ne kaydolur. Mezun olduktan sonra kısa bir süre öğretmenlik yapar. Ardından, 1970 yılında Fatih Millet Kütüphanesi’ne intisap ederek, sırasıyla memurluk, bölüm şefliği, uzmanlık, başuzmanlık ve müdür yardımcılığı görevlerinde bulunur. 1983 yılında Millet Kütüphanesi Müdürlüğü’ne tayin edilir, 2002 yılı Nisan ayında emekli olana kadar görevini sürdürür. Nesefi Akaidi, Mecmuây-ı Tekâyâ, Lemezât-ı Hulviyye, Kıyâfetu’l-İnsâniye, Tarikat Kıyafetleri gibi klâsik Osmanlıca eserleri günümüz Türkçesine kazandırmış; Kültür, kütüphanecilik, tasavvuf ve tarih konulu makalelerini çeşitli dergi ve gazetelerde yayınlamıştır.
* * *
Eğer kitabı ve kütüphaneleri seviyorsanız; bu hatıratı mutlaka birkaç kere okumalısınız. Kendisiyle yapılmış bir mülakattan şu dikkate değer sözleri iktibas edelim : "Her meslek gibi kütüphanecilik de bir aşk işidir. Ben dikkat ettim de, iki türlü zihniyet var kütüphanelerde. Biri, Ali Emîrî efendi gibi, İsmail Sâib efendi gibi, bizatihi kendisi ilim sahibi olan, kitap okumayı seven, kendini yetiştirmiş, başkalarına feyiz veren, ilim vermeye çalışan insanların zihniyeti var. Bir de düz memur zihniyeti. Maliye memuru gibi kütüphanelerde çalışan insanlar var. Kitap okumayan, kitapla iştigal etmeyen, sadece günlük rızkını kazanmak için, kütüphanelerde vazife yapan insanlar var. Bu insanlar kütüphanelere çok zarar vermişler. Yani bunlar, vurdumduymaz bir kütüphanecilik hayatı yaşamışlar. Gelmişler, gitmişler sadece. Evrakları yazmışlar. Rutin işler de devam etmeli, ama ayrı sınıfı da olmalı kütüphaneciliğin. ... Bununla kitapları kültürümüzün ana malzemesi olarak görmeyi, eski eserin kıymetini takdir edebilmeyi, kütüphaneciliği sadece bir ‘ekmek kapısı’ olarak görmemeyi, aksine kitapları aşk ile sevmeyi kastediyorum. Kütüphaneci bir kültür elçisidir. Kendini yetiştirmiş ve başkalarını da yetiştirmeye azmetmiş olmazsa eğer, onunki, demin bahsettiğim memur zihniyetinden başka bir şey değildir. Bu haliyle de kimseye bir şey veremez. … Ali Emîrî Efendi işte tam böyle bir insandı. Kütüphaneciliği aşk ile yapan, kitaplara aşk ile bağlı bir kimseydi. Hatta kitap kıymeti bilmeyen adamlar onun nazarında kıymetsiz adamlardı. ... Hani bahsettim ya, hep aşk eksikliği. Memur, eğer gelen insanları ciddiye almaz ve onlarla ilgilenmezse gençler bir daha o kütüphaneye gelirler mi? Ben kütüphanede görev yaptığım otuz yıl boyunca hep güler yüzlü olmaya ve yaşı kaç olursa olsun gelenlerle ilgilenmeye çalıştım. Bu sayede birçok dost kazandığım gibi, birçok insanın da kütüphanelere ve okumaya ısınmasına vesile oldum, sanıyorum. (bkz. http://www.turkdiliveedebiyati.com )"
Kitapların korunması ve ehil olmayan ellere geçmemesi için de çok mücadele etmiş, Mehmet Serhan Bey; buna dair aynı zamanda ilginç bir örneği de derc edelim: "Yaklaşık 30 yıl süreyle görev yaptığı kütüphanedeki Divan-ı Lugat-it Türk gibi değerli el yazmalarını korumak için bakanlıklarla bile mücadele ettiğini ifade eden Serhan Tayşi, ilginç bir anısını şöyle anlatıyor: “1984 yılında Kültür Bakanlığı müsteşarı imzalı bir yazı geldi. ABD'den bir kitap talebi olduğundan bahsediyor, kitabın bir kopyasının çıkarılıp Ankara'ya gönderilmesini istiyordu. ABD'nin istediğini görünce kitabı bir kez daha inceledim. İmam Bûni'nin 2 ciltllik 'Şems-ül Maarif' isimli eseriydi. Astroloji, büyü, sihir gibi konuları içeren ve havas dediğimiz gizli ilimlerle ilgili bir kitaptı. Piyasada bulunan benzer kitaplardan farklı olarak içinde bir de neyin nasıl kullanılacağını belirten anahtarı vardı. Arapça ve Osmanlıca biliyor olmama rağmen kitabı çözemedim. Bu konuda oldukça bilgili olan bir ilim adamını çağırıp kitabı incelettim. Kitap, neredeyse görünmez olmanın ipuçlarını verecek kadar gizli bilgiler içeriyordu.” Kitapla ilgili bilgi sahibi olduktan sonra içindekileri ima eden bir üst yazı yazdığını ifade eden Tayşi, “Bu üst yazıda ABD'ye verilmemesi gerektiğini vurguladım.” diyor. Tayşi, bakanlığın ısrar etmesi üzerine konuyu MİT Müsteşarlığı, Genelkurmay Başkanlığı ve Başbakanlığa bildirdiğini söylüyor. Yazdığı yazılardan sonra kitabın kopyasının çıkarılmadığını anlatan Tayşi, Genelkurmay'ın da daha sonra bir yazı ile teşekkür ettiğini dile getiriyor. Mehmet Serhan Tayşi, sözlerini şöyle sürdürüyor: “ABD'nin aynı konuda 30 cilt kitap varken neden bu kitabı istediğini düşünmek gerekiyor. Maalesef o tarihten sonra, bu kitap üzerinde her hangi bir araştırma yaptırılmadı. (bkz. http://yenisafak.com.tr/pazar/?t=24.12.2007&i=89070 )"
* * *
Tarihe tanıklık etmek diye moda olmuş bir deyim var. Evet, Mehmet Serhan Bey, bu kitabında tam anlamıyla çağa tanıklık etmiş ve yakın dönem kültür tarihimizin kendisine yansıyan yönlerini olabildiği kadar detaylı anlatmış. Mehmed Zahid Kotku, Prof. Dr. Esat Coşan, Prof. Dr. Âmil Çelebioğlu, Doç. Dr. Selçuk Eraydın, Prof. Dr. Şehabettin Tekindağ, Fethi Gemuhluoğlu, Abdurrahman Gürses, Ali Ulvi Kurucu, Bayram Ali Öztürk Hoca, Prof. Tarık Zafer Tunaya, Abdülbaki Gölpınarlı gibi yakın tarihimize damgasını vurmuş birçok şahsiyetle ilgili anılarına yer vermiş. İzmir, Bayındır ve İstanbul’un kültür tarihine ışık tutacak değerli hatıralarını anlatmış. Yakın tarihimizin birçok alim ve aydınını yakından tanımak istiyorsanız, tarikatlar ve tasavvufa meraklıysanız, satır satır okumalısınız bu emsalsiz eseri.
Haksızlığa tahammül edemeyen, kitap ve kültürümüz söz konusu olunca hakkı savunmaktan bir an bile geri kalmayan bir kişilik var karşımızda. Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’ne asistan yapılacağı sözü verildiği ve bu göreve akranlarının hepsinden daha layık olduğu halde, üniversiteye alınmayışının hüznü var, bu hatıratta. Uçsuz bucaksız bir konu olan Halveti Tarikatı’nın kendisine doktora tezi verilişi; bir yandan kütüphanedeki yoğun çalışmaları bir yandan konunun zorluğu ile 8 sene kadar bu tezle boğuşmasının yorgunluğu var, bu kitapta. Millet Kütüphanesi'nde düzenlediği sohbet ve seminerlerle bir kültür adamı var. Arkadaşlığa, dostluğa önem veren bir gönül adamı yani tam bir insan ve müslüman var.
Millet Kütühanesi'nin Bahçesinde (dunyabizim.com sitesinden alınmıştır)
“Melamet söndü Şark'ın her yerinde” demişti Yahya Kemal. Meğer sönmemiş, bunu Melami halifesi olan muhterem babasından, babasının ve yol arkadaşlarının varlığından ve hizmetlerinden; onun yolunu devam ettiren kendisinden öğreniyoruz. Ta küçük yaşlarından itibaren Melamilerin sohbetleriyle hemhal olmuş ve sonraları Melameti temsil etmiştir. Gerçek Melamiliğin ne olduğunu da yine hatıratından öğreniyoruz, eser bu anlamda da büyük bir boşluğu doldurmaktadır. Çünkü, (bu satırların yazarı da dahil olmak üzere) birçok kişi çoğu kulaktan dolma bilgilerle Melamiler hakkında su-i zanna sahiptiler. Mehmet Beyefendi sayesinde bu tarikatın da ehl-i sünnet çizgisinde, şeriate ve ibadete bağlı bir yol olduğunu öğreniyoruz, Rabbimiz hazretleri hizmetlerini kabul, sa'ylerini meşkur eylesin, amin.
Acizane biz de kendisini talebelik yıllarımdan beri tanır ve severiz. Edebiyat Fakültesi'nde okuduğum yıllarda, yanlış hatırlamıyorsam 1979 ya da 80 yılında, Muallim Naci'nin Istılahat-ı Edebiye adlı eserini tedkik için Millet Kütüphanesi'ne gitmiştim. Eseri incelerken bir yerde "tenkil" kelimesine rastlamış, duraksamıştım; bilmiyordum o kelimeyi; Osmanlıcamız zayıftı o zamanlar tabii ki. Parmağım o kelimenin üstünde, lügate bakayım mı diye düşünürken omzumda güleç ve sevimli bir zat peyda oldu birden. "Tenkil ne demek, biliyor musun?" dedi gülümseyerek. Mahcuptum o zamanlar, gençtim; ne diyeceğimi bilemeden, bekledim. "Cezalandırmak" dedi, Kütüphanenin Müdürü Mehmet Serhan Tayşi Bey, kapıdan çıkarken, yüzünden eksik olmayan o güzel tebessümüyle. Bu hatıra, benim hiç unutamadığım en güzel anılarımdan birisidir. Sonraları çeşitli ortamlarda kendisiyle beraber olduk, kalbi muhabbetim hep devam etti ama bu sevgi o zaman için bir tanışıklığa dönüşmedi. MTTB'nin çıkardığı Milli Gençlik Dergisi'nde ve diğer mecmualarda yazdığı makalelerden istifade ettim, yani bir nevi talebesi de sayılırım. (Üstadın Milli Gençlik ve diğer mecmualarda yazdıklarını, yine azim ve himmet sahibi bir kişi çıksa da derlese kültürümüze ne kadar büyük bir hizmet yapmış olur.) Artık Sahrayı Cedit'te oturuyor kendisi ve muhterem kayınpederim Bülent Çöllü'nün de komşusu ve bazı yerlere beraber gidiyorlar. Birkaç sene evvel bir bayram ziyareti yaptık, Süleymaniye Kütüphanesi Müdürü Emir Eş Hocamızla birlikte. Sohbetinden çok büyük bir lezzet aldım elbette, Tarikat Kıyafetleri adlı kitaplarını lütfedip imzalayarak naçize hediye ettiler. (Sözün arasında kendisinin Melami olduğunu öğrendim, şaşırdım ve ondan sonra uzun bir zaman Melamiler hakkında bulduğum bütün kitap ve makaleleri okudum.) Şimdi de bayramlarda ve müsait olduğu bazı zamanlarda ellerini öpüp sohbetlerinden feyz alıyoruz, beş altı saatin nasıl geçtiğini anlamıyor, gönül hoşluğuyla müsaade istiyoruz. Rabbimiz hazretleri ömrünü füzun, sıhhatini daim eylesin ve kendisinden gani gani razı olsun, amin.
* * *
Mahir İz'in Yılların İzi adlı hatıratını talebelik yıllarımda bir kaç kez okumuş ve çok istifade etmiştim. Bizim neslin edebiyatımız, tarihimiz ve kültürümüzü tanıması ve sevmesinde, o bereketli kitabın büyük tesiri vardır. İşte şimdi yine böyle bereketli bir kitapla daha buluştuk. Bu eserin de Yılların İzi kadar etkili ve faydalı olacağına inanıyorum.
Hiçbir emek zayi olmuyor. Doktorasını bitirip üniversiteye girememiş olması Mehmet Serhan Tayşi Bey'in bir eksikliği değil. Ama böyle bir hayal kırıklığından sonra hayata küsmeyip hem iyi bir kütüphaneci olması hem de kütüphaneciliğin yoğun mesaisinden zaman bulup makaleler ve kitaplar yazması, onu nice profesörün üstüne çıkarmıştır. Tevazuunun derinliğinden "Ali Emiri'nin İzinde" adını verdiği hatıratı da bunun en kuvvetli delillerinden biri.
Haydar HEPSEV
yucedevlet.com