Korkma Ben Varım

Korkma Ben Varım

Gerçek Hayat yazarı ve yöneticisi Murat Menteş, hayranlarını bekletmeden yeni romanını çıkarttı

Gerçek Hayat yazarı ve yöneticisi Murat Menteş şiirleriyle de ciddi bir okur kitlesi kazanmıştı. Dublörün Dilemması adlı romanı, tiryakilerini yarattı. Pazar ekimizdeki röportajlarıyla da tanıdığınız Menteş hayranlarını bekletmeden yeni romanını çıkarttı; Korkma Ben Varım

Biri peşinizden kovalıyor, endişeye eşlik eden bir neşeyle kaçıyorsunuz ki yolunuza bir adam çıkıp anlamlı bir söz sarf ediyor. Bu da nereden çıktı diye bozulmuyorsunuz çünkü biliyorsunuz ki bütün bunlar sadece bir roman. Murat Menteş’le yeni romanı Korma Ben Varım’ı konuştuk. 

• Kitabınızı kahkahalar atarak okudum.

İnsan varoluşu hem trajik hem de komiktir. Hepimiz öleceğiz. Bu çok acı. Fakat buna rağmen dünyevi şeyleri fazla ciddiye almak bizi komik duruma düşürüyor. Okurları hüngür hüngür ağlatmak bence ayıptır. Ciddiyet, daha doğrusu somurtkanlık da çoğu zaman sığlığın maskesi olarak işlev görür. Aptalca bir keyiflenme de pek hayra alamet sayılmaz tabii. Temel amacım güldürmek değil, dünyevi korkuların mesela, saçmalığını işaret etmek.

• MSN’e, Facebook’a, Twitter’a yazabileceğimiz, kızlara hava atarken, tartışmalarda sıkışmışken başvurabileceğimiz bir sürü hikmet, aforizma, şaka sunmuşsunuz bize ama ibret alabileceğimiz ya da hayatımızın kalanında yardımımıza koşacak bir hikayeyi esirgemişsiniz bizden. Neden?

Şöyle bir söz vardır: ‘Hayat nefes aldığımız anların toplamı değildir, nefesimizi kesen anların toplamıdır.’ Bence roman da öyle olmalı. Özetle, birbirini tanımadan birbirine aşık olan, düşman olan, ateş eden insanların hikayesini anlattım. İbret verilen değil, alınan bir şeydir. Yazar kıssayı anlatır, okur hisseyi çıkarır. E. M. Forster’ın çok sevdiğim bir sözü var: ‘Her romancı, romanı yeniden icat eder’ diyor.

• Zamanımızda aşk bu kadar imkansız mıdır hakikaten? İşi bakanlığa havale etmek daha mı mantıklı?

Gönül İşleri Bakanlığı’nı ben bir öneri olarak gündeme getirmiyorum, romanın bir unsuru olarak kullanıyorum. İnsanların birbirlerini anlamamaları yeni bir şey değil. İlkçağ filozofları da iletişimsizlikten yakınıyordu... Kitapta da belirttim: Son tahlilde bütün aşklar karşılıksızdır.

Öğüt Çin’de bile olsa almak gerek

• Çocukları her şeyden korumaya çalışıyoruz ama bir yandan da tıpkı kitabınızdaki gibi bin bir travma ile yüz yüze geliyorlar. Ne dersiniz?

Terör çağında yaşıyoruz. Her yabancı bir şüpheli şahıs. Korku ve endişe, normalliğin belirtileri olmuş artık. Bütün sokaklar tehlikeli. Bir karikatürde görmüştüm, uzaylı karı koca dünyaya gelmişler fakat çocukları evde bırakmışlar ‘Böyle bir dünyaya çocuk getirmek’ istememişler. Bob Dylan da Masters of War şarkısında ‘Siz en büyük korkuyu saldınız üstümüze / Bu dünyaya bir çocuk getirme korkusunu’ der. Çocuklarımızın ileride bizden bile daha çaresiz kalabileceklerini düşünmemiz için çok neden var ortada.

• Çinlilerin atasözleri makbul müdür?

Ben vecizeleri, nasihatleri severim. Nasihat ancak olgunlaşma yolundaki insanların yararlanabileceği bir şeydir. İlim veya öğüt Çin’de de olsa almak, benimsemek gerek.

• 1970’li yılların kahramanları sizin için ne ifade eder?

1970’ler, insanlığın son güzel yıllarıymış gibi geliyor bana. Belki de yanılıyorum. Fakat kaosun mekanı, riyanın ilişkileri ele geçirmesinden önceki son demlermiş gibi... Herkesin numarası, şifresi, nickname’i yoktu. Aşka inanılıyordu. Şarkıların anlamı vardı. Özgürlük, hak, adalet gibi kavramlar etrafında kenetlenilebiliyordu. Fakirlik vardı fakat onur da mevcuttu...

• İnsan hayatta en çok, hatta sadece ailesine güvenebilir gibi hissettim romanı okurken. Bunu mu kastetmiştiniz?

Hayır. Kaldı ki romanda sözünü ettiğim aileler pek de güvenilir değil. Müntekim Gıcırbey’in babası ortamlara akıyor, Hayati Tehlike’nin annesi çocuğunu terk etmiş, babası, Şebnem’in sevgilisini beyninden vuruyor...

• Ben insana sadece ailesinin zarar vermeyeceğini kastetmiştim.

Ondan da pek emin değilim açıkçası. Larkin’in bu konuda çarpıcı bir şiiri vardır. ‘Anacığın, babacığın mahveder seni’ diye başlar. David Cooper, ailenin ölümünü çoktan ilan etti. Evlat sevgisi, anne babaya hürmet gibi şeyler bugün kapitalizmin baskısı, zulmü altında biçimleniyor ya da tahrip oluyor. Cehalet, bencillik ve hedonizmin teşvik edildiği bir sistem içindeyiz.

• Şebnem Şibumi gibi kızlar var mı hakikaten? Hem bu kadar güzel hem o kadar akıllı.

Vardır herhalde. Şebnem Şibumi hep isabetli kararlar veren, her şeyi doğru değerlendirebilen biri değil aslında. Sadece bilgili ve zeki.

• Ümitle soruyorum, biz de romandaki kahramanlar gibi yaşayabilir miyiz?

Kişiye göre değişir. Dublörün Dilemması’nın girişinde “Canımın içi, böyle şeyler yalnızca romanlarda olur” şeklinde bir alıntı vardır. Korkma Ben Varım’da da, yalnızca romanlarda olabilecek çok şey var. Düşünce ve duygularımızı ne sözlü ne de fiilî olarak ifade etmede roman kahramanları kadar özgür olamıyoruz bence. Zaten romanları da bu nedenle okumuyor muyuz?

• Dublörün Dilemması çok beğenilmişti. Korkma Ben Varım onu aşacak mı?

Buna ben karar veremem. İlk romanı beğenenlerin, bu romanı ondan da çok beğenmelerini ummaktan başka çarem yok. (Gülümsüyor) Kitabı şimdiden okumuş olan birkaç kişi, ilk romandan daha iyi iş çıkardığımı söylüyor. Buraya kadar her şey yolunda.

Orhan Gencebay’sız bir Türkiye olamaz

• Romanınızda Orhan Gencebay’la ilgili bir espri var. Dublörün Dilemması’nda da ‘Orhan Gencebay çalarken arabadan inilmez’ diyordunuz. Nedir bu Gencebay konusu?

Orhan Gencebay 1980’lerin ilk yarısına kadar olan dönemiyle bence popüler müzik tarihimizin en önemli kişisidir. Gencebay fanatiği değilim fakat onun şarkıları bizden önceki kuşağı komple etkilemiştir. Bende derin bir saygı uyandırıyor. Bir dönem TRT’ye çıkarılmaması, yasaklı olması da ona asi bir nitelik katıyor. Müziğimizin halk kahramanı. Elvis Presley ile Karacaoğlan’ın özel bir sentezi gibi. Onsuz bir Türkiye düşünemiyorum.

Misafir sanatçı Ersin Karabulut

• Ersin Karabulut’la birlikte çalışmanız nasıl oldu?

Ersin Karabulut, romanın özel efektlerini yaptı. (Gülümsüyor) Öteden beri hayranlıkla takip ettiğim bir sanatçı. Olağanüstü bir çizer. Dünyada onun kadar iyisi pek az. Kendisinden rica ettim, romanın bir bölümünü çizebilir mi diye. Önce temkinli yaklaştı, sonra hikayeyi de, fikri de benimsedi. Ve çok iyi iş çıkardı. Kitabın kapağını da o tasarladı. Romanlarda ‘misafir sanatçılara’ pek rastlanmaz. Mehmet Arif Derbend’in Yalnız Balayı romanının bir soundtrack’i vardı, iyiydi. Biz de Ersin’le böyle bir ortaklık kurduk. Söz konusu bölümün metnini verdim Ersin’e, o da çiziverdi.

AYŞE DÜZKAN

Kaynak:Haber Kaynağı