İzzetin sahibi ol Müslüman!

İzzetin sahibi ol Müslüman!

Atasoy Müftüoğlu son kitabında nelere değiniyor? Nurculuk ve otorite hakkında neler yazdı?

Günümüz düşünce adamlarının başta gelen isimlerinden Atasoy Müftüoğlu, son üç ayda iki kitabı birden çıkarak okurlarını sevindirdi. Kendine has eleştirel üslubu, evrensel bakış açısı ve kapsayıcı dili ile âkil her okura seslenen Müftüoğlu, 209 sayfalık son kitabı Zamanın Sınavından Geçmek’te yine çok önemli konuları irdeliyor. Kitabın çıktığını da bu güzel siteden öğrendim, hemen temin ettim ve şimdi de sizlerle paylaşmak için klavyeyi elime aldım.

Atasoy Müftüoğlu gerçekten mümin bir insan. İnanmaya çalışma aşamasını aşmış, inanıyor. Yazdığı çok sayıda kitapla birçok Müslümanın ufkunu açtı, onlara yararlı oldu. İslâm’ın vicdana hapsolmuş ve bireysel inançlar manzumesi bir din olmadığını fark etmesini sağladı. İdeolojik tahakküm neticesinde, İslâm’ın içtimaî ve siyasî önerilerini neredeyse unutma noktasına gelen Türkiye Müslümanlarına, bıkmadan usanmadan hatırlatmalarda bulundu. Şecaatli ve azimli bir ruha sahip olması neticesinde bunu başardı tabii ki. Hâlâ daha yeni yeni eserler vererek bu uğurda çabalıyor.

Su uyur modern dünya uyumaz!

Yeni kitabında da modernizmin, sekülerizmin ve emperyalizmin zerre kadar masumiyeti bulunmadığını vurgulamaya devam ediyor Müftüoğlu. Modern kurumların ve kavramların, sömürgenler tarafından mazlum Müslümanların canını emmek için kullanılan enstrümanlar olduğunu; bu nedenle kesinlikle kulağa hoş gelen bazı postmodern tanımlara itibar etmememizi salık veriyor. Örneğin gayet güzel bir söylem gibi gözüken “insan hakları”nın, Batı dışı dünya söz konusu olduğunda geçerliliği kalkan bir kandırmaca olduğunu bilmemiz gerektiğini belirtiyor. Demokrasi, medeniyet, uygarlık gibi kavramların ise; sömürgeleştirilmek ve evcilleştirilmek istenen milletlere saldırmazdan önce kullanılan parolalar olduğunu bildiriyor.

Modern dünyanın toplumları uyutan, tektipleştiren, siyasetsizleştiren projelerini gözler önüne sererek; bu noktada medya imparatorluklarının düzenlediği kültürel haçlı seferlerine aralıksız maruz kaldığımızı fark etmemizi istiyor. Bu bağlamda kendi ideallerimizi ve sosyal yapıya dair özlemlerimizi diri tutarak, zihinsel antrenmanlarla düşüncelerimizi beslememizi salık veriyor. Devrimci bir peygamberin ümmeti olan bizlerin, köklü değişimleri besleyecek bilgi ve irfan donanımına sahip olmamız gerektiğini belirtiyor.

İki Batı: Amerika ve Avrupa

Atasoy Müftüoğlu’nun diğer kitapları gibi Zamanın Sınavından Geçmek kitabı da, bilinç düzeyimizi artıran bir muhtevaya sahip. İçerikten anlıyoruz ki; elektronik ve teknolojik cumhuriyetini kurarak, tüm imkânlarını bazı halkları kolonize etmek için seferber eden Batı dünyası karşısında uyanık olmamız gerekiyor. İlâveten Batı demek, bir coğrafî mekânı değil, bir zihniyeti ifade etmektir. Bu yüzden Batı deyince Amerika ve Avrupa arasında bir fark yoktur. İkisi de ‘Batı’dır.

Batının Çin’e karşı olan saldırgan dilinden önemli veriler elde edebiliriz. İran’a yönelik üslup kadar ağır olmasa bile Çin’e de psikolojik saldırılar yapılıyor. Bunun nedeni Çin’in, Batılı değer ve yönetim sistemlerini kabul etmeyerek kendine has (toplumcu) bir yönetim biçimi benimseyen, kendi iradesini kullanabilen dünya üzerindeki az sayıdaki ülkeden biri olmasıdır. Çin, özellikle Müslüman halklara farklı bir ekonomik sistemin, farklı bir siyasal modelin mümkün ve meşru olduğunu göstererek ‘kötü örnek’ oluyor çünkü. Ayrıca küreselleştirilmeye çalışılan Batılı siyasî ve kültürel değerler, Çin’in yükselmesiyle anlamını yitiriyor.

Batı yeni bir ideoloji kuruyor: İslamofobi

İdeoloji ishali olmuş Batı, her geçen dün kendisine yeni ideolojiler üretiyor. En makul gözüken inanç sistemleri bile aşırı bir reaksiyon sonucu doğduğu için sağlıksız olan Avro-Amerika; eski yöntemlerle yeni doktrinler üretiyor. Fakat bu kez karşısında gerçek bir güç, düşman, rakip olmadığı için muhtemel düşmanlara dönük olarak gardını alıyor.

Batının, muhayyilesinde kurguladığı ‘ötekiler’in başında hiç şüphesiz Müslümanlar ve İslâm geliyor. Baudrillard’ın da ikrar ettiği gibi; tarih boyunca yok olmayacak tek fikir sistemi olan İslâm, saldırgan bir dili olmamasına rağmen Batının ödünü patlatıyor.

Kendi anlayışlarına göre ‘yılanın’ başını küçükken ezmek istemelerinin nedeni bu! Bu bağlamda 11 Eylül ve nükleer silah gibi kurgulanmış hikâyelerle İslamofobi adında yeni bir ideoloji peydahladılar. Bu ideolojiye karşı, Avrupa sağ ve sol görüşleri birlikte hareket ediyor. Müslümanlara saldırmak için tek yürek ve tek yumruk oluyorlar. İslam’a karşı nefreti dinamize edecek yeni bir haçlı ruhu oluşturuluyor. Atasoy Müftüoğlu da, tüm bunlar karşısında müminler olarak ‘bir’ olabilmemizin önemine işaret ediyor. Hâlâ daha cemaat, mezhep, etnik çerçeveler içerisine hapsolup yerel kalmamızın affedilemez olduğunu belirtiyor.

Avro-Amerika, İran’la niye uğraşıyor?

Batının birçok konudaki ikiyüzlülüğünü ve çifte standardını, uluslar arası ilişkilerinde de sergilediğini görüyoruz. Bir şeriat devleti olan Suudi Arabistan’la veya Mısır’la hiçbir sorunu olmayan Amerika, İran’ın yakasını bırakmıyor. Bunun nedenini, İran İslâm Devrimi’nin, Batının tüm asimilasyon politikalarının başarısız olduğunu gösteren bir parametre olmasına bağlıyor Müftüoğlu. Ve özellikle Amerika’nın, İran’daki bu iradî tercihi, devrimci ruhu hiçbir zaman hazmedemediğini ifade ediyor. İran’daki muhalif seslere mikrofon vazifesi yaparak, onları pompalayarak ve finansal/siyasal olarak destekleyerek İran’ı çökertmeye çalıştığını belirtiyor. Diğer Müslüman halklara da, bu devrimi yapanların Şii oldukları propagandasını yaparak, devrimin mezhepçi ve lokal bir biçimde kalmasını amaçladığını vurguluyor.

Diğer yandan İran’ın kendi içinde de bir sıkışma hali yaşamasını da göz ardı etmiyor. “Devrimler, yeni devrimci kuşaklar, düşünceler, yapılar, kavram ve kuramlar oluşturamadıkları takdirde bir tıkanmaya maruz kalırlar. Bu tıkanma sebebiyle devrimci bir statüko oluştururlar. Günümüzde İran, muhtemelen böyle bir tıkanma durumu yaşıyor” şeklinde özetliyor İran’ın seyrini…

Mavi Marmara’yı, hesap gününde delil göstereceğiz!

Atasoy Müftüoğlu, kitabının son bölümünde Filistin konusunu tarihsel süreç içerisinde ele alarak, İsrail’in tam bir işgalci devlet olduğunu kanıtlıyor. Filistin’in bir açık hava hapishanesi, Batının legal gördüğü bir işkence evi olarak kalmasına seyirci kalmamamız gerektiğini hatırlatıyor. Bu açıdan, Mavi Marmara eyleminin takdire şayan ve şanlı bir organizasyon olduğunu satırlarına ekliyor. Çünkü on yıllardır yapılan her zulümde zalimi ‘kınamakla ve eleştirmekle’ kaldığımızı fakat Mavi Marmara sayesinde, bu kez öyle olmadığını söylüyor.

Bu mevzuyu uzunca ele almasına rağmen meseleyi şöyle özetleyebilirim: Her ne kadar şehit versek de, inşallah o şehitlerin kanı Filistin halkı için hayat suyu olacaktır. Hesap gününde Allah’a ve meleklere “biz de mümin kardeşlerimizin kavgasına katıldık, destekledik” diyebilecek ve diriliş özlemimize Mavi Marmara’yı şahit kılacağız. Onu delil göstereceğiz.

Bununla birlikte Mavi Marmara olayında büyük tartışmalara neden olan ‘otorite’ konusuna da değiniyor Müftüoğlu. Daha önce okuduğum birçok kitapta isim vermekten kaçınmasına ve genel bir perspektiften eleştirilerini yöneltmesine rağmen bu kez öyle yapmamış. Neo-nurculuk dediği hareketin, oportünist ve hezeyanlara sahip bir yapılanma olduğunu belirttikten sonra; topluluğa daha birçok ağır eleştiri getiriyor. Fethullah Gülen'i isim olarak zikretmese de izzetten yana olanların hiç bir şekilde tartışmayacağı, imzasını atacağı açıklamalar yapıyor güzel Müslüman Atasoy Müftüoğlu.

 

Abdullah Yalnız - dunyabizim.com

Etiketler :