İsrail'in, kızlarını sahilde vurduğu babadan kitap
İzzeldin Ebuleyş, Cebaliye mülteci kampında başlayan hikâyesini, doktor olma azmini, Gazze ile İsrail arasında; geçiş kapılarında beklemekle geçen gündelik hayatını, ailesinin başına gelen trajediyi kitaplaştırdı.
Banu Tuna'nın haberi
Sahilde kuma adını yazan kızlarımın hayattan silineceğini kim bilebilirdi...
Filistinli doktor İzzeldin Ebuleyş (55), 12 Aralık 2008 günü, altı kızı ve iki oğlunu Gazze’nin biraz dışındaki sahile gezmeye götürdü. Eşi Nadya lösemiden öleli 3 ay olmuştu. Çocukların en büyüğü Bessan 21, en küçüğü Abdullah 6 yaşındaydı. Hem biraz nefes alsınlar istemişti hem de önemli bir haber verecekti.
Kanada’daki Toronto Üniversitesi’nden iş teklifi almıştı. O günü hepsi neşe içinde geçirdi. Piknik yaptılar, oynadılar, kuma isimlerini yazdılar. 27 Aralık 2008’de İsrail, Gazze’ye girdi. Sahildeki günden bir ay sonra, 16 Ocak 2009’da, Ebuleyş ailesinin evi vuruldu.
Kızları Aya, Mayar, Bessan ve yeğeni Nur öldü. Bessan, ikinci bombada hayatını kaybetti. İzzeldin Ebuleyş, Cebaliye mülteci kampında başlayan hikâyesini, doktor olma azmini, Gazze ile İsrail arasında; geçiş kapılarında beklemekle geçen gündelik hayatını, ailesinin başına gelen trajediyi kitaplaştırdı. I Shall Not Hate (Nefret Etmeyeceğim) isimli kitap geçen yıl Kanada’da yayınlandı. O, başından geçen her şeye rağmen barışın hâlâ mümkün olduğunu, hatta çok da yakın olduğunu düşünüyor. Kendisiyle, ailesinin kalanıyla taşındığı Toronto’da, telefonla görüştük.
İnsan, hayatınızı okurken bile isyan ediyor. Bu hayatın kahramanı olan siz, nasıl oldu da aşırı uçlara savrulmamayı, bir intihar bombacısına dönüşmemeyi becerdiniz?
- Ben inancıyla gurur duyan bir Müslüman’ım. Allah’tan gelen her şerde bir hayır vardır. Bir trajedi bile iyiye hizmet edebilir. Mesleğimin de çok faydası oldu tabii. Acil durumlarda hızlı karar vermeyi öğretti. Ayrıca mülteci kampında doğmuş bir Filistinli, her türlü felakete hazırdır.
Böyle bir felakette bile hayır vardır diyorsunuz. Üç evladı kaybetmenin nasıl iyi bir tarafı olabilir?
- Gazze’de olup bitenlere tüm dünya seyirci kalmıştı ve kimse savaşı durdurmuyordu. İsrail bölgeye askerler dışında kimseyi sokmuyordu, içeriden haber almak, yaşananları bilmek imkânsızdı. Filistinliler birer rakama dönüşmüştü. Her gün sayıyla ifade edilen ölüler... Ama benim evim isabet aldığında yaşananları tüm dünya duydu. Kızlarımın odası vurulmadan birkaç saniye önce ben de o odadaydım. Birkaç saniye daha odada kalsaydım, ben de ölecektim. Kimse olanları öğrenemeyecekti. Ben ve ailem de istatistikten ibaret olacaktık. Ayrıca, o gün bir İsrail televizyonu ile randevulaşmıştık, ev isabet aldığı sırada onlara röportaj veriyor olacaktım. Bu sayede tüm dünyaya canlı yayınlandı başımıza gelenler. İsrail Hamas’ı değil, sivilleri vuruyordu. Evi vurulan bu adam, Yahudi bebeklerin dünyaya gelmesine yardım eden bir doktordu. Ölenler de onun kızlarıydı. Ehud Olmert derhal ateşkes ilan etti, bu sayede pek çok hayat kurtuldu. Kızlarım sayesinde pek çok Filistinlinin hayatı kurtuldu. Boşa ölmediler.
İsrail o sırada, sadece Hamas’a ait veya Hamas’la bağlantılı hedefleri vurduğunu söylüyordu. Nasıl olup da evinizin isabet aldığına dair bir açıklama yapıldı mı?
- Hayır, hiçbir açıklama yapılmadı.
Peki özür dilendi mi?
- Hayır. Ama pek çok yalan söylendi. Önce evin çatısında keskin nişancı gördük dediler. Çatıda nişancı gördüyseniz neden onu değil de, kızlarımın odasını vurdunuz, dedim. Üstelik bir değil iki kere. Zaten emin olun çatıda kimse yoktu. Sonra odada militanlar olduğu açıklandı. Ardından yeğenimin bedeninden aldıkları şarapnel parçasının bir Hamas roketine ait olduğu söylendi. Ben evimi kimin vurduğunu biliyorum, o bir İsrail tankıydı. Yaralı çocuklarımı ve kardeşimi, çalıştığım İsrail hastanesine kaldırdık. Oraya her gün, İsrail askerlerini ziyarete üst rütbeli subaylar geliyordu. Hiçbiri yakınlarımın nasıl olduğunu sormadı. Geçen aralık ayında İsrail hükümeti aleyhine dava açtım.
Başınıza ne gelirse gelsin, hep karşı tarafı anlama çabanız var. Bu çabayı her koşulda sürdürmeyi nasıl başarıyorsunuz? İnsan hiç mi kendini kaybetmez?
- Acım büyük ve yaram derin. Kontrolü kaybetmek çok kolay. Ama kontrolümü kaybedersem, kendime ve amacıma zarar veririm. Benim bir amacım var. Kızlarımın ölümüyle ilgili olarak adaletin yerini bulmasını istiyorum. Unutulmalarına mani olacağım.
Kitap fikri nasıl ortaya çıktı?
- Aslında kızlarımın ölümünden birkaç yıl önce başladığım bir projeydi. Mülteci kampında doğmuş, doktor olmayı başarmış bir Filistinlinin hikâyesi olacaktı. Amacım diğerlerine de ilham ve umut vermekti. Kızlarım öldüğünde, kitabın büyük bölümü tamamlanmıştı.
Dünyanın dört bir yanında konuşmalar yapıyorsunuz. Daha ne kadar dünyayı dolaşmaya ve hikâyenizi anlatmaya devam edeceksiniz?
- Yaşadığım sürece. İnsanların, dünyanın başka yerlerinde yaşananlar üzerine düşünmesini istiyorum. İşgal edilmiş bir ülkenin varlığından haberdar olmalarını istiyorum. Ve tabii bir de gittiğim her yere umut taşımak. Biliyorum, değişim yakın.
Kitaba gelen tepkiler nasıl?
- Büyük bölümü olumlu ve umut verici. Her gün pek çok e-posta alıyorum. Satış rakamını bilmiyorum ama yayınlandığından beri Kanada, İngiltere ve ABD’de çok satanlar listesinde. Fransızcada yeni yayınlandı. Önümüzdeki ay Almanya baskısı yapılacak. Aralarında Türkçenin bulunduğu 15 dile çevrilecek. Önümüzdeki ay İsrail’de satılmaya başlanacak.
Biraz kitabın kapağında fotoğrafı olan günden bahsedebilir miyiz? Tüm çocuklarınızı olaydan birkaç hafta önce deniz kenarına götürdüğünüz günden...
- Annelerinin ölümünün verdiği acıyı biraz olsun unutsunlar, iyi zaman geçirsinler, iyileşsinler diye götürmüştüm çocukları sahile. Çok mutluydular. Hepsi kuşlar gibi uçuşuyordu sanki. Kuma adını yazan çocuklarımın hayattan silineceğini kim bilebilirdi ki. Biliyor musunuz, o gün sadece ölen kızlarım kuma isimlerini yazmıştı.
Hayattaki çocuklarınız nasıl şu anda?
- Allah’a şükür iyiler, yeni hayatlarına alıştılar. En büyük kızım Toronto Üniversitesi’nde inşaat mühendisliği okuyor. Saldırıda ağır yaralanan ve bir gözünü kaybeden kızım Şatha, bilgisayar mühendisliği okuyor. Dokuzuncu sınıftaki Muhammed de derslerinde gayet iyi. Diğer kızım Refah 5, oğlum Abdullah
3. sınıfta.
Toronto’daki iş teklifi 5 yıllık. Ondan sonra ne yapacaksınız, Gazze’ye geri mi döneceksiniz?
- Yarın ne olacağını kimbilir? Siz istediğiniz kadar planlar yapın, hayat hepsini değiştirebilir. Ülkeme dönmek isterim tabii ama tüm dünya benim evim aynı zamanda. Çocuklarım ne isterse, onlar nerede ve neyle mutlu olursa onu yapacağım.
Evinizi özlüyor musunuz?
- Elbette. Annemin, karımın mezarları orada. Tüm akrabalarımız orada. Evim, köklerim orada. Daha geçen ramazan gittik hep birlikte.
Bu yıl yine gideceğiz.
KİTAPTAN...
Eşya, giysi ve beden parçaları birbirine karışmıştı
“Şatha, Mayar, Aya ve Nur (yeğeni) ödevlerini yapmak ve kitap okumak için odalarına gitti. Büyük kızlarımın kaldığı oda büyüktü. Bir cephesi boydan boya camdı.(...) Refah mutfakta sandviç yapıyor, Bessan da ona yardım ediyordu. Muhammed ön kapıdaydı, soğuk ve rutubetli evi ısıtmak için kömür taşıyordu. Ben de evde kapalı kalmaktan çok sıkılmış olan Abdullah’la oyun oynuyordum. O anda korkunç bir patlama oldu. Sanki her yer yıkılmış gibi geldi. Gök gürültüsünü andıran ses bedenimin içinden geçti sanki. Kör edici bir ışık parlaması oldu. Ardından da kör edici bir karanlık geldi. Her yer toz dumandı. Boğuluyorum sandım. Abdullah hâlâ omuzlarımdaydı.
Refah mutfaktan çığlık atarak geldi. Muhammed donup kalmıştı. Bessan’la aynı anda kızların odasına doğru koştuk. O anda gördüğüm şeyi kimsenin görmesini istemem. Odadaki mobilya, giysi ve eşya parçaları beden parçalarına karışmıştı. Ayakta kalan bir tek Şatha’ydı. Gözü yanağındaydı, bedenindeki yaralardan kan akıyordu. Bir parmağı neredeyse kopmuştu. Mayar’ın başsız bedeni yerdeydi. Beyninin parçaları tavana yapışmıştı. Hangisine ait olduğunu bilemediğim eller ve ayaklar yere saçılmıştı. Sanki biri telaşla düşürmüş gibi. Odanın her yeri kandı. Sevgili çocuklarıma ait, tanıdık kazak ve pantolonların içindeki kollar ve bacaklar tuhaf açılarla sağa sola yaslanmıştı. Yardım istemek için dışarı koşmak istedim ama yapamazdım; sokakta askerler vardı...”