İslami burjuvazi
Son günlerde kullanıma dahil edilen islami burjuva kavramı sorunlu bir kavramdır.
Email: atantik@gmail.com
--------------------------------------------------------------------------------
Bu kavramın taşıdığı bağlam ve sahip olduğu olumsuz imaj bir gerçeği ifade etmekten çok bazı gerçekleri örtmeye yaramaktadır. Sahip olduğu tanışıklık olumsuz bir bakışın eşliğinde kullanıma müdahil kılınarak, bir tipleme yaratılarak, belki bazı kişilerin yozlaşmasına karşılık bütün bir topluluğu olumsuzlayarak, kendi sınıfsal çıkarını ve farklılığını muhafazaya yönelik bir atılım olarak değerlendirilmelidir.
Türkiye’de kullanıma dahil olunan bütün kavramlar kendi otantik doğaları yerine indirgemeci bir yaklaşımla değerlendirilerek bir gerçeği örtme ve siyasal alanda kullanıma dahil edilmesi ile karşı karşıyayız… Sağ, Sol, İrtica, dini sömürü, istismar ve bilumum kavramlar…
Burada dikkatleri egemen kurumların ve onların sözcüleri durumunda olan medyanın yeni durumu değerlendirirken veya kavramsallaştırma çabasına girerken kendi konumunu güçlendiren bir pozisyonu elde tutarak gerçekleştirmeye çalıştığına dikkat çekiyorum. Bazı kırıntı gerçekliklerden kalkarak büyük bir resmi bu gerçeğin ışığı altında değerlendirmeye kalkışarak yanıltıcı bir durum oluşturuyor.
İslami burjuvazi kavramsallaştırılması Üç şekilde anlaşılabilir özellikler taşıyor. Bu kavrama biçimi farklı kesimlerin farklı yaklaşımlarından kaynaklanıyor.
Bir, bir olgu olarak yorumlamak.
Yeni yükselen bir sınıf olarakta değerlendireceğimiz bu yeni devlet eliyle zenginleşen sınıfın durumunu bir fenomen olarak ele alarak üzerinde nesnel bir yaklaşımla resmi okuma çabasına girişmektir. Bu yeni sınıfın özellikleri, sahip olduğu kültür ve toplumsal davranış kodlarında oluşan farklılıklar üzerine bir gözlem gerçekleştirme çabasına girişmektir. Bu doğru bir yöntemdir. Oluşan yeni durumu gözlemek ve neler olup bittiğini anlamak açısından bu önemlidir…
İki, tahkir edici bir üst dil kurgusuyla yorumlama, tanımlama hakkını göstere göstere kullanma…
Burada benden başkası tanım ortaya koyamaz. Meşruiyetin menşei benim. Ben nasıl tanımlarsam öyle de kabul görür. Bu anlayış ve yargılarla yeni durumu tanımlamak ve istenilen kıvama ulaştırma çabalarıdır bunlar. Böylece bu yeni sınıf, eski sınıfın ayakları altında, onların beğenilerine göre kendilerini yeniden tanımlamaları ve asla meşruiyeti bu yeni sınıfa vermeme arzusu ile belirlenebilir. Ama yeni sınıf öyle yenilir yutulur olma özelliği pek bulunmuyor. Bu durumu can sıkıcı hale getiriyor. Geçmişlerinden gelen bir kültür ve inanç iklimine sahip olmaları, bu tanımlamaları boşa çıkaracak cinsten bir sağlamlığa sahiptir.
Üç, meşrulaştırıcı bir işlevsellik kazandırarak; aslında bu meseleyi kendisiyle birlikte düşünenlerin ulaştıklarını düşündükleri meşrulaştırıcı zemini işaret etmesi ve bu kişilerin taşıdıkları psikolojinin dile getirilmesini sağlaması açısından da önemlidir.
Bu daha çok meşruiyeti kendi dışında arayan yeni sınıfın yoz kişilerine aittir. Bunlar, kabul görmenin neye mal olduğuna bakmadan, kendilerini kabule mazhar kılacak bu tarz tanımlara dört elle sarılırlar… Bu tipler, daha çok döküntü diye belirleyeceğimiz, kendi kültürel kodlarına ve inanç iklimine uzak kişilikler olduğu tartışılmaz bir gerçekliktir. Ayrıca, madem ki bu iktidar veya mal benim elimde, artık bende dilediğim gibi harcamalıyım diyen zevatın durumudur. Bu içler acısı durumu görmemek mümkün değil!
Elbette ki biraz mal ve mülk sahibi olan bazı müslüman kişilerin yoldan çıktıklarını ve her türlü israfı ve şatafatı yaptığı kabul edilebilir. Kendi ortamlarından kaçarak bu yeni sahip oldukları malı diledikleri gibi harcama konusunda çok istekli olan kişilerin varlığı mümkün ve vardırda! Ama bunlar; sanırım, bu konuda herkesin hemfikir olacağı bir şey; sınırlı sayıda kişilerdir…
Bu tiplerin yaşam tarzlarından kalkarak bütün bir camiayı töhmet altında bırakmanın islami bakış açısıyla bir bağını kurmamın mümkünlüğü yoktur. Ama bunlar hiç yoktur demenin de akıl ve izanla izahı bulunamaz! Ancak, suçun şahsiliğini bir hukuk kaidesi olarak aldığımız zaman, bu tipler yüzünden bütün bir camiayı da töhmet altında bırakmanın akıllıca olmadığı aşikardır.
Zaten müslüman akıl sahibi ve mantık sahibidir. Öfkeyle ve kinle ayağa kalkmaz! Ancak, sağduyulu yaklaşımlarla öne çıkabilir. Israf ve şatafatın hiçbir islami ahlak ve kuralla ilişkisi ve bağı yoktur. Bunu yapanların bir günah üzere yaşadığını söyleyebiliriz…
Meselenin Rızk kavramı ile ve Mülk kavramı ile ilişkisini belirleyebilirsek, konuya islami bir bakış geliştirebiliriz. Rızkı veren Allah’tır. Kur’an, insana daha ilk surede ’sana verdiğimiz rızktan infak et’ demektedir. Mülkün Allah’a ait olması temel bir islami yaklaşımdır. Insan sadece kendisine verilmiş mülk ve mal üzerine emanetçidir. Bu emaneti korumakla ve ona ihanet etmemekle yükümlüdür. Bu mülk üzerinde kendisine verilen izin kadarını kullanabilir veya harcayabilir. Bu malı ve mülkü nerelere vereceğine ve nasıl harcayacağına yönelik ilkeler bizzat din tarafından belirlenmiştir. Hiçkimse sahip olduğu malı ve mülkü dilediği şekilde harcama yetkisine sahip değildir. Bunu yapmaya kalktığı zamanda kendisine yönelik eleştiri ve müdahale hakkı müslüman toplumunundur…
Sahip olduğunuz malı ve emtiayı abartılı bir şekilde harcamaya kalktığınız zaman, inançlarınız ve kültürünüz sizi terk eder. Kendinize yabancı olursunuz, yani yabancılaşırsınız. Yabancılaştığınız zaman, inanç ve kültür havzanız daralır. Oralardan uzaklaşarak ifsadın kucağına düşersiniz. Fesada uğrayan kişiler, toplumun fesadına da katkı yaparlar. O zaman toplum kendisini koruma adına fesada uğrayan kişiyi ıslah etmelidir. Yada dışlayarak onun bozgunculuğundan uzaklaşmalıdır. Her iki tututumu da toplum kendisi karar verir. Bu kararda fesada uğrayan kişinin tutumu önemlilik arz eder tabii ki.
Müslüman ahlakı, kendi sorunlarını çözmede muktedir bir yapıdır. Yeterki bu ahlaka güven tam olsun. Bu ahlaki umdeleri ortaya çıkaran yaratıcının insan üzerine nasıl titrediğini ve ona sürekli lutüflar verdiğini unutmasın! Burada tekebbür ve istiğna önemlilik arz eder. Kişi, kibri ve istiğnası sayesinde kendisini bağımsız hisseder ve hiçbir kayıtkuyut tanımaz. Sahip olduğu mal ile küçük dünyaları ben yarattım havasına giriyorsa, sorun başlamış sayılır. Her insanın ve müslümanın sahip olması gereken -fıtratına binaen- mutevazılığı hesaba katarak kişilerin paylaşmayı ve yardımlaşmayı eksene alan bir hayat algısı ile kötülükler ve nefse aidiyetler ortadan kaldırılabilir…