İrticanın yeni panzehiri Demirtaş

İrticanın yeni panzehiri Demirtaş

Genel seçimlere artık sayılı günler kaldı, liderler meydanlara indi. Seçim çalışmaları olanca hızıyla devam ederken, beklendiği üzere liderler arasındaki söz düelloları eksik kalmıyor. Anketlerde barajın hemen altında görülen BDP, kendisini barajın üzerin

Demirtaş’ın şahsında ortaya konan performans, PKK’yı ve Kürt meselesini aşan bir soruna işaret ediyor. Zira Demirtaş, son tahlilde bu soruna ait bir maket modelden ibaret ve çok sayıda benzeri son yirmi yılda üretilmiş durumda.” değerlendirmesinde bulundu.

Büyük bir kısmı ateist ve radikal seküler olan PKK’lı elitlerin, Kemalizm’in sekülerizmini aşan bir düzeyde örtük İslamofobiye, açık bir şekilde ise İslamcıfobiye savrulduğunu belirten Özhan yazısını, “Bu yeni dilin Gezi artığı züppeliklerle süslenmesi, siyasal iletişim teknikleriyle donatılması ve Doğan medyasının hoyratça ‘sevimli çocuklar’ parantezini koruması yaşanan krizi örtmüyor. 2015 Seçimlerinde sonuç ne olursa olsun, Kürtler açısından Kürt Kemalizm’iyle yüzleşme süreci başlamış durumda.” şeklinde bağladı.

İşte Taha Özhan’ın “İrticanın yeni panzehiri Demirtaş” başlıklı o yazısı…

 

1980 darbesi sonrasında siyasallaşma ve sosyalleşme dönemini yaşayan nesiller, büyük ölçüde derin bir travmanın içerisine doğdular. Özellikle Doğu ve Güneydoğu’da bu dönemlerini geçirenler, daha derin kırılmalara şahitlik ettiler. Vesayet rejiminin icat ettiği, PKK’nın beslediği Kürt meselesi dünyasına doğanlar, bu travmalardan en fazla nasibini alanlar oldu. PKK’nın sol ideolojik yapısı, derin acıların yaşandığı dönem için tam anlamıyla ‘mütemmim cüzü’ vazifesi ifa etti. Solun ihtiyaç duyacağı bütün dramları vesa-

yet rejimi fazlasıyla sağlıyor; sol dünya da inşacı bir siyasal dilden kaçışını ve korkusunu, mazlumların acısından fazlasıyla devşiriyordu.

Bu dönemde ulusal görünürlük imkânı kesinlikle verilmeyen PKK’lı isimler, Meclise ilk kez bir seçim ortaklığı üzerinden girme imkânı bulunca, vesayet rejimi ve İstanbul medyasının yıllarca süren karartmalarına rağmen, birkaç öne çıkan isim üzerinden Türkiye kamuoyu ile buluşmuş oldular. Farklı isimlerden bahsetmek mümkün olsa da, Leyla Zana veya Orhan Doğan gibi isimler, bütün karalama kampanyalarına karşın, kamuoyunun varoluşsal sorunlar yaşamayacağı üslup ve ciddiyette isimler olarak kabul gördüler.

AK Parti döneminin başlamasıyla birlikte, Kürt meselesi açık bir devrime tâbî tutuldu. Aynı dönemde PKK’lı aktörlerin de derin bir değişim yaşadığına, adeta vitrin yenilemesine gidildiğine şahit olduk. Özellikle 2010 Referandumu sırasında beliren bu nevzuhur isimler, tanıdık bildik simaların oldukça dışında ‘aşırı üslupsuz, çok az Kürt ama çok fazla Avrupalı, kültürel anlamda bile olsa çok az Müslüman ancak çok fazla seküler, çok az Diyarbakırlı fakat çok fazla Cihangirli’ olan yapılarıyla arz-ı endam etmeye başladılar.

Bu kerameti kendinden menkul simalar, önce Kürtleri kendilerini inkâr ettirircesine 2010 Referandumunu boykota sürüklediler, ardından da, yer yer Kandil’dekilerin güvercin olarak anılmasını sağlayacak kadar şahinleştiler. Bütün bu süreçten süzülüp gelerek numune bir isme dönüşen kişi ise Selahattin Demirtaş oldu. Demirtaş, Cumhurbaşkanlığı Seçimlerindeki performansıyla, ‘çok azları’ fazlasıyla üzerinde taşıyabileceğini gösterirken, 6-8 Ekim vahşetinde ifa ettiği vazifeyle de ‘çok fazlaları’ hayata geçirmekte

ne kadar mahir olduğunu ispatladı.

Demirtaş’ın şahsında ortaya konan performans, PKK’yı ve Kürt meselesini aşan bir soruna işaret ediyor. Zira Demirtaş, son tahlilde bu soruna ait bir maket modelden ibaret ve çok sayıda benzeri son yirmi yılda üretilmiş durumda. Bu modelin üç temel özelliği bulunuyor:

Birincisi, derin bir anakronizm içinde kıvranan sol dünya görüşünün sebep olduğu marazlar. Bunlar ağırlıklı olarak tarihsel eşzamanlama krizi şeklinde ortaya çıkıyor. Kahir ekseriyeti kendi dar halkalarında, 1980’lerde veya 1990’larda, fazlaca bir sıkıntı hissetmeden yaşamaya devam ediyorlar. Öyle ki, PKK’ya ait herhangi bir yayın organının 1992’ye ait bir sayısını Mayıs 2015’te tıpkı basım yapsanız, bir çoğu bu garipliği fark edemeyecek durumda.

İkinci olarak, bu anakronizme, AK Parti’nin vesayeti ortadan kaldırmasıyla oluşan risksiz ortamda, ‘Hac dönüşü kafileye katılanlar gibi, PKK’lılar arasına karışan liberallerin’ de eklenmesiyle, oldukça ilginç sahnelerin zuhur etmesi sağlandı. Kabaca ‘siz savaşın biz de size siyaset nasıl yapılır öğretelim’ şeklinde nükseden liberal mürebbiyelik, AK Parti düşmanlığının yeni üs olarak tercih ettiği yer oldu. Bir oksimoron olan ‘liberal siyaset’, yeni HDP elitinin, özellikle de Demirtaş’ın diline doğrudan pelesenk olarak, ukalaca gö-

rünür hale geldi.

Son olarak, büyük bir kısmı ateist ve radikal seküler olan PKK’lı elitler, Kemalizm’in sekülerizmini aşan bir düzeyde örtük İslamofobiye, açık bir şekilde ise İslamcıfobiye savruldular.

2015 Seçimlerinde bu üç dinamiğin inşa ettiği yeni HDP’li profili ise en sert şekilde Alevileri bir katalizör olarak kodlayarak sahaya sürdüler. Alevi olamayan HDP’li elitler ‘seçici bir Alevilik’le, Alevi olanlar ise bir siyasi proje olarak, İslam’ı merkeze alan tartışmalara en az Kemalistler kadar kaba ve üslupsuz bir şekilde giriyorlar.

Bu yeni dilin Gezi artığı züppeliklerle süslenmesi, siyasal iletişim teknikleriyle donatılması ve Doğan medyasının hoyratça ‘sevimli çocuklar’ parantezini koruması yaşanan krizi örtmüyor. 2015 Seçimlerinde sonuç ne olursa olsun, Kürtler açısından Kürt Kemalizm’iyle yüzleşme süreci başlamış durumda. Bu ise AK Parti tarafından söndürülen 30 yıllık Kürt meselesi ateşinin, HDP ve paydaşları tarafından harlanmasıyla durdurulamayacak. Ani alevlenmeler olsa bile, acı yüzleşme yaşanacak.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.