İmam Rabbani tevhid eriydi!
‘Ben hiç değişmedim, yine o eski Ahmed’im’ der İmam-ı Rabbani.
“Sıla” ondan önce hiçbir âlime verilmemiş bir isimdir. Zamanındaki âlimler onu “sıla” ismiyle çağırmışlardır. “Sıla” birleştirici demek olup İslam ahkâmı ve tasavvufu birleştirdiği için İmam-ı Rabbani Hazretleri bu isimle anılmıştır. Asıl O’na sıla diyen Peygamberimiz (s.a.v.)’dir. İmam-ı Suyuti’nin Cem’ül Cemavi kitabında bahsedilen bir hadis-i şerifte; “Ümmetimden ‘Sıla’ isminde biri gelir. Onun şefaati ile çok kimseler cennete girer.” buyurulmuştur. İmam-ı Rabbani Hazretleri de bir mektubunda: “Beni iki derya arasında ‘Sıla’ yapan Allah’ü Teala’ya hamd olsun” diye dua etmiştir. İki deryayı birleştirmesi demek, din-i İslam ve tasavvufun birbirinden ayrı olmadığını hastalıklı kalplere ispat etmesidir. Bu ikisinden gaye, iki dünya saadetlerine kavuşup Allah Teala’nın rızasını elde etmektir.
Şeriatten ve tarikatten gaye nedir?
İlm’el Yakîn ile Allah’ın dini bilinir ve yaşanır. Bu, gayb âlemine iman etmekle başlar. Şeriat ilimlerini öğrenmek ve yaşamak İlm’el Yakîndir. Ayn’el Yakîn ise şeriat ilimlerinin kalple tasdikidir ve bu gayb alemini kalp ile idraktir. Gözün perdelerinin kalkması yani nefsin tezkiyesi (temizlenmesi) ve (riyazeti) arınması bu yolda mümkün olmaktadır. Nefs, makamları geçip “mutmaine” derecesine ulaşmadıkça şeriatı tam hakikatiyle bilmiş olamaz. Şeriatın ve tasavvufun bilinmesi ve yaşanması insanı Hakk’el Yakîn’e ulaştırır. Bu da ihlası elde etmek içindir. İşte şeriatten ve tarikatten gaye Allah Teala’nın rızasına kavuşmaktır.
Yetişme devresi
Altın silsilenin 23. halkası İmam-ı Rabbani Hazretleridir. Babası Ahmed Bin Abdül Ehad Hindistan’ın Serhend şehrine gelip yerleşmiş bir zat olup, Kadirî ve Çeştî yolunun önemli âlimlerindendir. İmam-ı Rabbani Hz.’nin soyu Hz. Ömer’e dayanır; bundan dolayı ona Farukî denmiştir. İlk ilim eğitimini babası Ahmed bin Abdül Ehad’dan almıştır. Küçük yaşlarda Kur’an-ı Kerim’i ezberlemiş; bütün ilimleri öğrenmiş ve bunlardan icazet almış ve talebe yetiştirecek dereceye ulaşmıştır. Kadirî ve Çeştî yolunun inceliklerini de babasından öğrenmiş; bu tarikatlerden de ilmini tamamlayarak icazetini almıştır.
İmam Rabbânî hazretleri buyurmuşlardır ki: "Nakşbendiyye, Kadiriyye ve diğer silsile meşayıhının makâmâtının cümlesine vasıl oldum. Bundan önce Hızır aleyhisselam'ın rûhâniyetinden ilm-i ledünne nail oldum. Bunların cümlesi Sultan-ı Enbiya sallallahu aleyhi ve sellem'in hakiki verasetine layık oluşum sebebiyle Allah'ın bir lütfü olarak hâsıl olmuştur."
Nakşibendî yoluna nasıl girdi?
Babasının vefatından bir yıl sonra hacca gitmek için Serhend şehrinden Delhi’ye giden İmam-ı Rabbani Hz., burada tanıdıklarından olan ve Muhammed Bakibillah Hz. bağlılarından Mevlânâ Hasan Keşmirî ile görüştü. Daha önce babasından ve bazı kitaplardan Nakşî yolunun güzelliklerini biliyor ve bu yolu kendisine talim edecek bir mürşit arıyordu. Bu durumu Mevlânâ Hasan’a anlattı. Hz Mevlana ona der ki: “Susuzlar cihanda suyu arasa da, su da cihanda susuzları arar.” Muhammed Bakibillah Hz. ise Delhi’ye, Ahmed-i Serhendî’yi İmam-ı Rabbani (Rabbani âlim) Müceddid-i Elf-i sani (Hicri ikinci bin yılın yenileyicisi) Ahmed-i Farukî’ye (Hz. Ömer’in soyundan gelen) dönüştürmesi için gelmiş bekliyordu. İmam-ı Rabbani huzura geldi, Muhammed Bakibillah Hz.’den çok etkilendi, “hac dönüşünde tekrar ziyaret ederim” diye düşünse de yıllardır arzuladığı o manevi deryadan ayrılamayıp ertesi gün hizmetinde kalma isteğini bildirdi ve hizmete kabul edildi.
Hocasına öyle bir teslimiyet ile bağlandı ki o bunu şöyle tarif eder: “Ölü yıkayıcısının eli altındaki ölü gibi.” Böylece bütün makamları hızla geçip bir ayda irşat makamına yükseldi ve icazet aldı. Muhammed Bakibillah Hz. kendi müritlerini de onun eğitimine vererek onu Delhi’ye hizmet için gönderdi.
Ekber Şah hapse mahkum etti ama…
Hindistan’ın yönetiminde bulunan Ekber Şah, cahilliğin ve sapıklığın sınırlarını zorluyor ve kendince yeni bir din oluşturmaya çalışıyordu. Hinduizm, Hıristiyanlık ve İslamiyet’i birleştirdiği bu din aslında Hint milliyetçiliğinin öne çıktığı bir sapık inanıştı. İneği kutsal sayıp içki ve faizi serbest bırakan bir din. İslam dinine sokulmaya çalışılan bid’atler, İslam’ın hükümlerinin yok sayılması, müslümanlara yapılan zulümlerin artması yani zamanın bozulmuş olmasından dolayı dini yenileyecek canlandıracak, kuvvetlendirecek, Peygamber Efendimiz (sav)’in getirdiği tevhid inancı ve yaşadığı İslam dininin bid’atlerden arınması için bu dönemde gelecek olan âlimin de müceddid olması isabetli olmuştur. Zira küfür kuvvetli olunca bunlarla mücadele edecek âlimin onlardan daha da kuvvetli olması gerekiyordu; bu da İmam-ı Rabbani Hz.’dir.
(+) |
Ekber Şah kendisine secde edilmesinin fetvasını devrin sözde âlimlerinden almıştı. İmam-ı Rabbani Hz.’ne kendine secde etmesini emretti. Bunu kabul etmeyen İmam-ı Rabbani Hz.’ni ailesi ve çocuklarıyla birlikte tutuklamaya karar verdi. İmam-ı Rabbani Hz. Ekber Şah’ın yanına yalnız gitti. Ve Gevaliyar hapishanesinde 3 yıl hapse mahkum edildi. Ancak hesaplar tutmadı; gardiyanından tutuklularına kadar hepsi tövbe edip İmam-ı Rabbani Hz.’nin talebesi oldular. O büyük zat hizmetine burada da devam etti. Bu süre içinde halk ayaklanmak istedi ise de İmam-ı Rabbani Hz. buna izin vermedi. Zaman her şeyin ilacı olmuştu. Ekber Şah ölmüş, oğlu Cihangir Selim Şah yönetime geçmişti. Selim Cihangir Şah İmam-ı Rabbani Hz.’ni affetti, yalnız 2 yıl kendi yanında orduya danışmanlık yapmak şartı ile.
İmam-ı Rabbani Hz. tamamıyla serbest kalmış, dine yaptığı hizmetiyle sayısız halife, talebe yetiştirmiş ve dini bid’atlerden arındırıp Sünnet-i Seniyye’yi canlandırmış, zamanı ve insanların yönünü Hak Teala’ya çevirmiştir. Peygamberimizin hadisinde müjdelediği Müceddid-i Elf-i saninin o olduğu anlaşılmış; hem de iki deryayı birleştirici “Sıla” olmuştur. Bazı insanlar tasavvufu ve bir mürşide bağlanmayı tevhide ters bir tavır olarak gösterse de, İmam-ı Rabbani Hz., Ekber Şah’ın oğlu Selim Cihangir Şah’a secde etmeyerek veliliğin bir tevhid nişanesi olduğunu da böylece ispat etmiştir.
63 yaşında vefat etti
Peygamber Efendimiz (sav)’in vefat ettiği yaşta, 63 yaşında, yaşadığı gibi öldü. Hocası ona İmam-ı Rabbani yani “Rabbani âlim” ismini vermişti. Resulullah Efendimiz (sav)’in mektupla tebliğ metodunu kullandı. 538 adet mektup yollayarak bu yolla yönetici, vali, âlim, sofi, avam demeden İslam’ın inceliklerini anlattı. Bazen de hocasına kendi hallerinden haber verdi. Bu mektuplar Mektubât adı altında, ondan sonra talebeleri tarafından kitap haline getirilecekti. Peygamber Efendimiz (sav) O’nun Müceddid-i Elf-i Sani ve Sıla olduğunu zaten haber vermişti. Her bidatin bir sünneti ortadan kaldırması sebebi ile bidatlere savaş açtı. Şeriat ve tarikat arasında bir köprü oldu ki bu kurduğu köprü üstünden kıyamete kadar âlimler, bağlılar geçecek inşallah. Resulullah Efendimiz (sav), terk-i dünya ederken, “Size iki şey bırakıyorum, onlara uyarsanız kurtuluşa erersiniz. Bunlar Kur’an ve Sünnet’tir” buyurmuştu. İmam-ı Rabbani Hz.’nin vasiyeti ise “sünnete sarılınız” olmuştur. Allah Teala şefaatlerinden mahrum etmesin.
Hindistan toprakları, dünya üzerinde insanoğlunun ayak bastığı ilk topraklardır. Hz. Âdem’in, cennetten kovulmuş olarak geldiği bu arzın üstünde Allah’a yalvarıp yakarmaktan başka, affını istemekten başka yapabileceği bir şey yoktu. Affedildi, insanlığın atası oldu. Ne yazık ki bu seferde lâin peşini bırakmadı, evlatlarını birbirine düşürdü, birini de Allah’a isyana sürükledi. Böylece Hak ve batılın, iman ve küfrün, iyi ve kötünün mücadelesi burada başlayıverdi ve yayıldı. Buna karşılık bu topraklarda bir çok âlim yetişti ve bir çok âlimin yolu da buraya düştü. İmam-ı Rabbani Hz. de bunlardan biriydi.
dunyabizim.com