İktidar müslümanları kullanıyor!

İktidar müslümanları kullanıyor!

Abdurrahman Arslan’ın Milli Gazete’ye verdiği bu çok önemli mülakatı biz de paylaşma gereği duyduk..

Abdurrahman Arslan; "Postmodern siyaset kültürü her şeyi değişime zorluyor. Bugün klasik anlamda laiklik ve klasik anlamda emperyalizm değişiyor. Bugün Kemalistlerin dediği laikliğin yaşama şansı yoktur. Türkiye artık post-Kemalist dönemi tartışıyor ve bugün yapılan tartışmalar bu post-Kemalizm sonrasının nasıl olacağı üzerine yapılıyor. Ama maalesef İslamî anlayışımız da değişiyor. Bizi bu değişime zorlayan politik kültür üzerine de kafa yormamız gerekiyor" diyor.

Biz şu anda modernizmin göbeğinde miyiz?

Keşke öyle olsaydı, hiç değilse modernizmin iyi-kötü belirli bir tarafı var. Modernliği yaşamadan post-modern döneme atlayan bir toplum olmaya başladık. İçinden çıkılmaz bir tarafı bu. Bu durum hem Müslümanlar için ciddi bir sorundur hem de Kemalistler açısından ciddi bir sorundur.

Kemalistler açısından niye ciddi bir sorun?

Çünkü post-modernite Kemalizm'in öngördüğü moderniteyi reddediyor. Post-modernite diyor ki, ‘başörtülü kız üniversitede okuyabilsin’. Onun için müslümanların bu anlamda fazla gayret sarf etmelerine gerek yok. Post-modernite dini de reddetmiyor ama modernite dini hayatın gerisine attı. Laiklik adına mabede attı, vicdana tıktı ama şimdi post-modernite bunlara ‘gel’ diyor. Ama tabii dini kendine göre yeniden tanımlıyor. Dikkat edin, bizim inandığımız İslam bugün yeniden, yeniden tanımlanmakta.

Ilımlı İslam tartışmaları falan mı?

Hiç şüphe yok, oraya doğru kayıyor tartışma ama müslümanların bundan rahatsız olduğunu da söylemek zor.

Dünyada nasıl bu? Hep Türkiye üzerine konuştuk ama dünyada da pek farklı değil galiba?

Dünyadaki genel gidişat aynı. Bunun bir örneği Malezya'dır. Doğu ucu orası, batı ucunda da Türkiye var. Diğerlerinde de bir gecikmişlik söz konusu. Ama aynı güzergâhta olduğunu görüyoruz.

Post-modernite müslümanları esir almış vaziyette, İslam direniyor ama müslümanlar çok farkında değil bunun?

İslam kendi kalıbı dışında hiçbir kalıba sığmaz!

Ben onu söylüyorum. Allah'a hamd olsun ki öyle. Bu dinin bir sahibi var. Müslümanlar bu hayata İslam'ı ne kadar uydurmaya çalışırlarsa çalışsınlar İslam uymuyor. O kaba sığmıyor. İslam kendi kabı dışında hiçbir kaba sığmaz. O her halükârda sizin müslüman kalmanızı sağlar. Başka hiçbir dinde böyle bir şey yok. Onun rahmeti bir yönüyle de budur. Bence bunu iyi anlamak zorundayız.

Kuvvet algısı dediniz ya, İslam'ın kuvvet algısı nedir?

Hayat için gerekli şeyleri reddedemeyiz. Ticareti, yaşadığımız hayatı reddetmek değil ama onu sorgulama çağrısıdır. Siz kapitalizmi eleştirdiğiniz zaman bir müslümanın söylediği şu: "Ne yani, ticaret yapmayalım mı?" Bunlar vakti geçen ilkel düzeydeki sözlerdir. Elbette müslüman ticaretle beraber birçok şeyi yapacak ama aynı zamanda İslam'ın kapitalizmle uzlaşmadığını düşünüyorsa bunun derin tahlilini yapmak zorundayız. Mesela bu ülkenin yüzde 40'ı yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Bir sistemle karşı karşıyayız; insanları sömüren, yoksullaştıran kurumsal bir yapı var. Müslüman bunu sorgulamayacak da gidip fakire yardım toplayıp avucuna sıkıştıracak. Müslüman'ın görevi bundan ibaret değil. Sistemin kendisini sorgulamak zorundadır. Eğer İslam'ın rahmet olduğunu söylüyorsa ki sık sık söylüyor, bir görevi de budur.

Kuvveti modern muhayyilenin tanımlaması ile İslam'ın tanımlaması arasında benzerlikler yanında farklılar da olması gerekir. İster teknolojik, ister iktisat, ister askerlik... Farklılık olmazsa bizim de diğerleri gibi teknolojik gücü olan, ekonomisi güçlü, askerî bakımdan muhteşem diğerleri gibi olana kadar taleplerimizi ertelememiz gerekir, çünkü bu mücadele bunu gerektirir. Ben diyorum ki, bütün bunları yaptıktan sonra Allah'ın o unuttuğumuz yardımına da müracaat edelim. Hani ayet-i kerime de diyor ya: "O okları siz atmadınız, biz attık." İşte tam da onu kavrayan bir muhayyile. Dolayısıyla burada Müslüman, modernitenin kuvvet tanımından kopup kendi kuvvet tanımını yapmalıdır. Bu fizikî dünyayı, iktisadî gücü reddetme anlamına gelmez. Ama olabildiği kadarıyla, bulabildiğimiz kadarıyla yetinme anlamına gelir.

Yeni bir sorgulama ve yenilenmeden mi bahsediyorsunuz?

Ümitlerimizi ahirete göre ayarlayacağız, çünkü bu dünyaya göre çok ayarladık

Evet yenilenme... İslam'ın kendi kökleri üzerinde bir yenilenme. Değişimi İslam'ın tanımladığı bir yenilenme. Çünkü tarih içinde tanımlanan değişimler farklıdır. Modernitenin, post-modernitenin, Taoculuğun tanımladığı değişim farklıdır ama İslam'ın tanımı da farklıdır, hem bireysel hem de toplumsal. Müslümanlar bunu olağanüstü bir avantaja çevirebilirler. Eğer hayatın yeniden kurulacağı bir çağda yaşıyorsak bunun imkânları sadece İslam'da vardır. Dolayısıyla nelerin üzerinden hayatı kuracağız gibi endişelerimiz olamaz. Bunlar bizde var. Bundan dolayı hiç karamsar değilim. Ama yaşadıklarımız karşısında bir eleştiri getirince insanlar karamsarlığa sürükleniyor. Çünkü biz ümitlerimizi bu dünyanın gidişatına göre ayarladık. Eleştiriler bu ümitleri biraz kırıyor ve karamsarlık gibi bir şey çıkıyor. Tam tersine, hayır, ümitlerimizi ahirete göre ayarlayacağız çünkü bu dünyaya göre çok ayarladık. Çok uzun ümitlerimiz, hayallerimiz var. Nitekim efendimiz (s.a.v), "Çok uzun ümitler beslemeyiniz, imanınızı zayıflatır" diyor. Biz 40 sene sonrasının hesabını yapıyoruz. 30-40 yıl öncesinin müslümanları ilerleme ve iktisadî anlamda kalkınmanın hesabını yapıyorlardı. Bugün bu kavramlar anlamını yitirdi. Şimdi batıda ilerleme ve kalkınmadan bahseden adamların üstüne yürüyorlar.

Neden?

Çünkü çevre meselesi ile birlikte sürdürülebilir bir kalkınmadan bahsediyorlar. Klasik anlamdaki ilerleme ve kalkınma çevre meselesini gündeme getirdi. Şimdi de ‘biz bu hayatı dünyaya zarar vermeden nasıl devam ettiririz’in cevabını arıyor ama bulamayacaktır! Batı bunu bulamaz.

Barındırmıyor diyorsunuz yani?

Öyle bir kriteri yok elinde. Mecburen uçlarda gidip gelecek. Tabiatı kutsayacaktır, görünüş o ki bu paradigma tabiatı kutsamaya başladı. Bu vasat düşüncedir. Vasatın ne olduğunu, bunun sıradanlık olmadığını, bunun felsefî altyapısını kavradığımızda bence bu kurucu imkânlar bizde olduğundan dolayı karamsar değilim. Tam tersine herkesten çok ümitliyim. Yeter ki dünyaya olan sevgimizi biraz azaltalım.

"Akan nehirden abdest alırken bile suyu israf etmeyin" diyor İslam...

İşte öyle bir mantık. Su zaten akıyor değil mi, ne demek yani israf etmeyin. İşte tam da bu mantıktan bahsediyorum. Ama bunu bütün hayata uygulamak gerekiyor. Tıksırıncaya kadar yiyen biri bence Afrika'daki bir aç çocuğun hakkını yiyordur. Dünya böyle dengeler üzerine kurulmuştur. Gerçekten de adalete aykırıdır. İslam'ın adaleti budur.

Müslümanlar bugün iktidar oldular, sizce iktidarı nasıl kullanıyorlar?

İktidar onları kullanıyor.

Nasıl yani?

İslamcı düşünce, önüne iktidar olma gibi bir hedef koymuştu ve bugün o hedefe vardı.

Siz direnmekten ve sorgulamaktan bahsediyorsunuz…

Müslümanlar sürekli muhalefet ediyorlar ama pratikte yaptıkları ise ötekini taklit etmek

Direnmek değil; eğer bir muhalefet yapılacaksa, müslümanların bu muhalefeti sahici bir temele oturtmaları lazım. Sürekli muhalefet ediyorlar ama pratikte yaptıkları ise ötekini taklit etmek. Ben müslümanların bu çelişkiden kurtulmaları gerektiğini söylüyorum. Bu, ötekine karşı savaş ilan etmek değil. Elbette ki ötekiyle de beraber olacağız, arkadaş olacağız, konuşacağız, uluslar arası ilişkilerimiz olacak... Ama kuvveti, iktisadî gücü, müslümanca bir hayatı bazı şartlara bağlayamayız. Ben fakirken de müslümanca bir hayat yaşarım, zenginken de müslümanca bir hayat yaşarım. Buradaki kriter ise peygamberin hayatıdır.

Fakir için de kriter budur, zengin için de budur. Kimse bu kriteri değiştiremez. Değiştiriyorsa bu onun kendi sorunudur; ben onu eleştiririm, eleştirme hakkım doğar. Ama takva ve züht bu İslamî hayatın bizzat kendisidir. Benim zenginliğim bunu benden koparıyorsa demek ki orada bir sakatlık vardır. Şu demektir, İslamî görünüş itibariyle yani lâfzî anlamda bir İslam anlayışımız vardı ve onun muhtevası yoksullaştırıldı, içi boşaltıldı. Bugün de rastladığımız bu. Müslümanlar keşke cemaatler halinde olsaydı. Dayanışmadan gelen bereketi kaybettiğimiz için belki böyle bankalara muhtaç olduk.

Cemaatler olsaydı daha iyi olurdu yani?

İslam cemaat üzerine kuruludur.

Ama bugünkü cemaatler sizin söylediğiniz çizgide değiller…

Ben bugünkü cemaatleri kastetmiyorum. Bugünkü cemaatler de modern, yüzyıllık, iki yüzyıllık mücadele içinde yara aldı. Onlar da deforme oldular. Görünüşte tarikatlarımıza bakıyoruz, geçmişte bildiğimiz müslümanların kıyafetleri üstlerinde. Ama o kıyafet içindeki insanların zihinlerine, ilişkilerine, ufuklarına bakıyorsunuz; olağanüstü derecede değişmiş.

Peki İslamî yaşam tarzına dönüş ile ilgili hiç ümit yok mu?

Hayır, tam tersine. Belki bu eleştirileri yapmadan kurmak pek mümkün olmaz. Ama 21. yüzyılda dünyanın yeniden kurulmakta olduğuna inanıyorum. Küresel dünya aslında kurulmuş bir dünya değil. İstikrarsız, ne olacağı belli olmayan bir dünyadır. Ama alışılagelen her şeyin altüst olduğu bir dünyadır. Dünya kendi geleceğini arıyor, müslüman dünya da kendi geleceğini arıyor. Bence çok da farkında değiliz. Ama son ekonomik kriz ile birlikte yeni bir iktisadî sistemin imkânları araştırılıyor. Bence müslümanların kendi geleceklerini araştırmaları lazım. Toplum yeniden kuruluyor, çünkü klasik anlamını yitirdi. Batının post-modern toplumu için söylüyorum.

İslamcılar iktidar oldu.

İslamcılar iktidarı modernitenin söylediği şekilde tanımladı

Evet İslamcılık iktidar oldu. Şimdi yeniden külahlarımızı önümüze koyup düşünelim: Ne kaybettik, ne kazandık. Bunun tahlilini yapalım. Eğer bugün ciddi sıkıntılarımız varsa, mesele sadece iktidar olmakla ilgili değil. Bununla birlikte iman ettiğimiz birçok şeyi de yeniden gündeme getirelim. Mesela müslümanlar iktidar olmak istediklerinde ahlâken çok tutarlıydılar; zannettiler ki iktidar oluncaya kadar geçen sürede bu ahlâkî anlayışlarında hiç değişme olmayacak. Hâlbuki bu süreç öyle bir şeydir ki, değişiyorsunuz, sabit kalmıyorsunuz. Burada bence müslümanlar iktidarı da modernitenin dediği şekilde tanımladılar ve anladılar. Problemin bir boyutunda da o vardır: İktidar nedir? Düne kadar böyle bir soru sorduk mu? Şehir nedir mesela. O kadar entelektüel yetiştirdik, şehir nedir, şehirleşme nedir, İslam'a göre bunun mantığı nedir, ne demektir bu?

Müslümanlar, iktidarı nasıl kullanıyor?

İktidar onları kullanıyor. İslamcı düşünce önüne bir hedef koymuştu ve bugün o hedefe ulaştı ve iktidar oldu. Ne kaybettik ve ne kazandık? Bence bunu düşünmek lazım. Eğer hâlâ ciddi sıkıntılarımız varsa demek ki mesele sadece iktidar olmakla ilgili değil. Müslümanlar iktidar olmadan önce ahlâken çok tutarlıydı. Onlar, iktidar olunca ahlâkî anlayışlarında değişim olmayacak zannettiler ama öyle olmadı; bu süreçte onlar da değişti. İktidarı da müslümanlar, modernitenin dediği şekilde anladılar ve tanımladılar. Bu kadar entelektüel yetiştirdik ve bu zamana kadar iktidar nedir? Şehir nedir? Bu soruları sorup tanımladık mı?

Tanımlanmadı mı?

Hayır. Müslümanlar sadece bu iktidara sahip olmak istedi. Bu iktidar insanı nasıl güdüyor, bunu hiç sorgulamadık. Eğer bunu sorgulamazsanız, sizin de, başa geçtiğinizde sorguladıklarınızdan farkınız olmaz. Nitekim bugün belediye düzeyinde de üst düzeyde de iktidarı kullananların daha önce eleştirdiği ile aynı şekilde davrandığını görüyoruz. Çünkü iktidarın mantığı ikisinde de aynı etkiyi yapıyor. İşte müslümanlar, kapitalizmi, liberalizmi, iktidarı ve modernizmi konuşmalıydı. Müslümanlar âlim geleneğini terk ettiği için, bu tartışmalardan uzak kaldı.

Dindarlık ve post modernizm çatışıyor mu?

Dindarlık kavramı post modernitenin lügatinde yoktur. Modern dönemde biz üç kavramla karşı karşıya kaldık. Bunlar, liberalizm, muhafazakârlık ve sosyalizmdir. Şimdi sosyalizm gitti ve yerine muhafazakârlık ve liberalizm kaldı. Sosyal bilimlerin dünyası bu ikisi üzerine kuruluyor. Dindarlık muhafazakârlığın izinde bir unsurdur kendi başına bir şey değildir. Müslümanların muhafazakârlığı bu kadar çabuk benimsemeleri de benim çok garibime gitti. Bu da yanlıştır. İslam, muhafazakârlığın içine girmez çünkü bu kavram batıda oluşmuştur. Postmodern siyaset kültürü her şeyi değişime zorluyor. Bugün klasik anlamda laiklik ve klasik anlamda emperyalizm değişiyor. Bugün Kemalistlerin dediği laikliğin yaşama şansı yoktur. Türkiye artık post-Kemalist dönemi tartışıyor ve bugün yapılan tartışmalar bu post-Kemalizm sonrasının nasıl olacağı üzerine yapılıyor. Ama maalesef İslamî anlayışımız da değişiyor. Bizi bu değişime zorlayan politik kültür üzerine de kafa yormamız gerekiyor.

Muhafazakâr demokrat ne demek?

Ben bunu bir türlü anlayamadım. Dünya genelinde ve özellikle de Türkiye'de müslümanlar yıllardır eleştirdikleri kalıpların içine girip, kendileri şekillenmeye başladı. Biz başkalarının hazırladığı kalıpların şeklini alıyoruz. Bu genel ve acı bir durumdur. Bence bu önemli süreç bunu işaret ediyor. Bu, hayatın bütün aşamalarında gerçekleşiyor. Dünyanın yeniden kurulduğu bir dönemdeyiz. Allah'ın izniyle elimizde çok büyük imkânlar var. Biz müslümanlar, anlamını yitirmiş dünyaya anlam verecek güce sahibiz. Bu, dünyayı yeniden kurma gücüdür. Ancak ütopyası olanlar dünyayı değiştirebilir ve İslam da bize hem bu dünya hem de ahret için çok güzel ütopya veriyor. Bu ikisi beraberdir, ayrılamaz. Biz 'Muhammed'ül emin', kendinden emin olunan müslüman tipini, bedeli ne olursa olsun yetiştirmek zorundayız. Çünkü o’dur peygamberin varisi ve biz o güzel insan modeliyle ancak İslam'ı temsil ederiz. Doğruların eğrilere karıştığı, GDO'lardan tutun taşıyıcı annelere kadar fıtratın müdahaleye maruz kaldığı çürüyen bu postmodern dünyada, biz bu insan tipiyle dünyayı değiştirebiliriz. Bizim bir tek modelimiz vardır, o da İslam'dır. Rehberimiz de peygamberimizdir. Biz hiçbir şey bilmiyorduk ve bize O öğretti. 
 

Kaynak:Haber Kaynağı

Etiketler :