Herkesin okuması gereken bir kitap

Herkesin okuması gereken bir kitap

Kitap Terörizmle savaş, Büyük Ortadoğu, Amerikan üsleri, Kerimov diktatoryası, uyuşturucu, pamuk, altın ve petrol hırsızlığı ekseninde Orta Asya’da dönen “Büyük Oyun”u gözler önüne seriyor…

İngiltere’nin eski Özbekistan Büyükelçisi Craig Murray’ın kaleme aldığı “Semerkant’ta Ölüm” isimli kitap, dünyayı sarsmaya devam ediyor. İngiliz wikileaks’i olarak da adlandırılan kitap, Bir İngiliz Büyükelçisinin “Terörizme Karşı Savaşa” tartışmalar yaratan meydan okuyuşu olarak yorumlanıyor. Murray, kitabı yazdıktan sonra görevinde alındı.

Özbekistan Erk Partisi lideri muhalif lider Muhammed Salih kitabı için şunları söylüyor: “Özbek halkı Craig Murray için tek kelime kullanıyor: Kahraman.” Ünlü İngiliz muhalif yazar John Pilger ise kitab için “Ben, Carig Murray gibi diplomatlar neslinin artık tükendiğini düşünüyordum. Son derece ilkeli bir adam” dedi.

Ünlü İngiliz gazeteci ve yazar John Sweeney ise “The Literary Review” adlı dergide kitap hakkında analizde şunları kaydetti: “Bir adamın Terörizme Karşı Savaşla savaşının güzel bir şekilde yazılmış ilginç bir anlatısı… fevkalade okumaya değer.”

Nobel Edebiyat Ödülü sahibi İngiliz oyun yazarı, senarist, şair, tiyatro yönetmeni ve aktör Harold Pinter ise kitab için, “Korkusuz bir adamdan korkusuz bir kitap. Craig Murray,“yetkililer”in hoşuna gitsin ya da gitmesin gerçeği söylüyor. Kendine saygısı olan namuslu bir adamın önünde şapka çıkarıyorum” diye konuştu. 

 FAKİR HALKLAR ULUSALCILIKLA NASIL KANDIRILIYOR?

Ülkemizdeki her biri bir tarafa savrulmuş kampların yalanlarından bıkmadıysanız bu kitabı okumayın. Bu kitabı okumayın çünkü bu kitap sözde devletçiliğin yalanlarını, fakir bir halkın yalancı bir ulusalcılıkla nasıl kandırıldığını ve nasıl bir zillete maruz bırakıldığını tüm ayrıntılarıyla gözler önüne seriyor. “Batı diktatörleri desteklemez, demokratik yönetimleri her halükarda savunur”  diyorsanız bu kitabı okumayın. “Bir büyükelçi; hem de İngiliz –pardon, aslında İskoç–, hem de liberal, hem de içkiyi ve kadınları seven bir kimse fakir ve Müslüman bir halkı savunamaz” diyorsanız, bu kitabı okumayın. İskoçlardan artık Cesuryürekler çıkmaz diyorsanız bu kitabı okumayın. “Bu çağda toprak köleliği mi olur?” diyorsanız,  “bir ülkedeki genç kızların neredeyse hepsi polis tarafından tecavüze mi uğrar, hadi canım sende!” diyorsanız bu kitabı okumayın.  “Bu asırda insanlar kazanda kaynatılarak öldürülmez, buna inanamam!” diyorsanız, bu kitabı okumayın.  Artık kahramanların kalmadığına inanıyorsanız bu kitabı okumayın.

Tabi eğer bu minvalde düşünmüyorsanız, bu kitabı okuyabilirsiniz. Çünkü bu kitap Türkiye’nin yıllar öncesinin neredeyse bir kopyası olan bir ülkeyi –Özbekistan’ı– anlatıyor. İçten, bir hayli eğlenceli,  ama yer yer neredeyse ağlatacak, birinci elden görgü şahitliği yapmış, son derece dürüst ve inanın zerre propaganda kokmayan bir kalemden çıkmış bir anı kitabı bu.



Eski İngiltere Büyükelçisi Craig Murray

Murray, sürükleyici ve doğal tarzıyla, bizlere 11 Eylül ve akabinde gelişen Afganistan ve Irak işgallerinin olduğu yıllara denk gelen Özbekistan görevi döneminde başından geçenlerin serencamını kimi zaman güldürerek, kimi zaman da öfkeden kudurtarak anlatıyor – anlatıyor çünkü okurken, bir kitap okuduğunuzu değil de birini dinlediğinizi zannediyorsunuz. Craig terörizme karşı savaşı yürüten zorbalara –diplomatı olduğu ülke de dâhil olmak üzere– adeta bir Don Quichotte gibi, üstelik Rosinante’si bile olmadan, demokrasiye ve insan haklarına ihanet ettikleri için savaş açıyor. Peki, sonu da Don Quichotte gibi oluyor mu? Bunun cevabını Mr. Murray verecek.  Lafı daha fazla uzatmadan, sizleri Mr. Murray ile baş başa bırakıyorum; artık o konuşacak, siz dinleyeceksiniz.

 ORTA ASYA’NIN KÜÇÜK GADDAR DİKTATÖRÜ

Eski Sovyetler dağıldıktan sonra çoğu ülke şu ya da bu oranda değişti, ancak değişmeyen bir ülke vardı. Düzeltiyorum, birçok açıdan daha da uçuruma yuvarlanmış bir ülke, onun kötü bir kopyasını hala yaşatmaya çalışan, değişime direnen, tüm dünyaya kulaklarını tıkayan bir ülke. Onun kötülüklerini, işkencesini ve insanın kanını donduracak vahşetini sürdüren bir ülke. Bu ülkeye, hiçbir çıkarı olmayan, hatta bu uğurda kariyerini kaybeden Batı’nın kalbinden çıkan vicdan sahibi üst düzey bir diplomatın gözüyle bakmak ister misiniz? Britanya’nın eski Özbekistan büyükelçisi Craig Murray’i dinleyin öyleyse.

Craig, bir diktatörlüğün anatomisini bütün çıplaklığıyla ortaya koymaktadır. Saydamlık ve hesap verebilirliğin dibe vurduğu bir ortamda yolsuzluğun akılamazlığının alabileceği çılgınlıkları, çok dar bir çıkar çevresinin kendi menfaatlerini düşünmek için halka ne tür oyunlar oynayabileceklerini, baskılar uygulayabileceklerini açıkça sergiliyor. Halkına ekonomik, kültürel, dinsel ve toplumsal olarak nefes aldırmayan bir zihniyeti.

Diktatör, kendini her an alaşağı edebilecek ve korkunç durumlara düşürebilecek çok büyük bir kumar oynamaktadır. Bütün değerlendirme ve uygulamalarını bu riskten doğan büyük bir korkuyla reflekse dönüştürmekte, gerek kendi halkına gerek tüm diğer milletlere paranoya düzeyinde bir düşman gözüyle bakmakta, büyük korku mitleri oluşturmakta ancak maalesef bunlar kendi halkına gözü dönmüş bir aymazlık ve zulümle geri dönmekte ve onları inim inim inletmektedir. Bu kitapta anlatılanları, belli bir coğrafyada yaşananların ötesinde çıkar ve korku gelgitinde sıkışmış kontrolsüz güçlerin kendi halkına yönelmeleriyle ortaya çıkabilecek büyük bir trajedi olarak değerlendirmek yerinde olacaktır.

 Diktatörün kendini korumak için aldığı inanılmaz önlemler okunduğunda, kendi halkına yönelttiği böyle bir zulmün arkasında son derece korkak bir ruh haline paradoksal bir şekilde eşlik eden güç sarhoşluğu ve kumar zevki olduğu görülecektir. Bunun köklerini açıklamak için sırf Sovyetlerin baskıcı ve silikleştirici rejiminin mirasına yönelmek yeterli olmaz. Son derece sistematize bir zulüm aygıtının işbaşında olması da bunu açıklamada tek başına yetersiz kalabilir. Bölge insanın yüzyıllardır hayatta kalmak için geliştirdiği kendini koruma içgüdüsüyle her şekle giren veya top şeklini alıp içine kapanan kırkayak misali silik bir ruh hali de işin içinde olmalı. Böyle acımasız bir yönetim gökten zembille inmiş de değil. Onları da bu topraklar çıkardı, en azından bunda etkili oldu. Halkın da kendi içinde zayıfını ezmekte gösterdiği vahşet en tepeye yansımış adeta. Gelinlere reva görülen insanlık dışı zulüm, onların ahu figanları göklere yükselip tepelerine en iğrenç bir diktatörlük olarak inmiş desek ne kadar abartmış oluruz bilmiyorum. 

 ABD VE AB DİKTATÖRLERİ NASIL AYAKTA TUTUYOR?

Bizim tüm bu resmi ayan beyan görmemize olanak tanıyan Batı’nın böyle bir zulüm ortamına işinin düşmesidir. Halkını adeta deşen bir diktatöre destek veren, her türlü ilkeyi ve insan hakkını çıkarları için kılını bile kıpırdatmadan ayaklar altına alabilen Batı’nın ahlaksızlığı bir kez daha sahnede. Kendilerini dünya medeniyetinin zirvesinde, demokrasinin gerçek sahipleri olarak görmede tereddüt etmeyen ABD ve özellikle AB’nin diğer dünya uluslarına barbar gözüyle bakmalarına karşın aslında bu ülkelerdeki diktatörlükleri asıl ayakta tutanın Batı’nın çıkarları ve onunla yürüttükleri efendi-köle ilişkisi olduğunu Özbekistan gerçeğinde bir kez daha net bir şekilde görmekteyiz. Özbekistan halkının çektiği inanılmaz zulme gözlerini ve kulaklarını kapatan, hatta Özbekistan yönetimine şirin görünüp desteğini almak için bu zulmü destekleyip haklı çıkarmaya çalışan Batı kendini tüm çıplaklığıyla ele veriyor, daha doğrusu Craig’den kaçamıyor.

Sürekli korku tünelinden geçirilen, ezilmiş, güçsüz düşürülüp korku kumpaslarına hapsedilmiş bu halk bir yardım eline muhtaç. Craig Murray bu coğrafyada karşılaştığı zulme tanıklık etmesi, mazlumlara el uzatması gerektiğini fark ediyor. Güçsüz düşürülenlerin figanına tanık olan ve yardım etmeye muktedir olduğu halde üç maymunu oynayan diğer güç sahibi diplomatik zevatın tersine, Murray donup kalıyor. Silkeleniyor ve vicdanıyla bunun tam tersi olan diplomasi arasında seçim yapmak zorunda kaldığını görüyor. Aslında şu ana kadar yaşadığı yaşamında da bir nevi dönüşüm yapması gerektiğini görüyor. Tırnaklarıyla kazıyarak gelmiş olduğu üst düzey kariyerini kaybetme riskini açıkça göze alarak, gerçekten takdire şayan, onurlu bir davranış sergiliyor. Olayın tüm açılardan resmini çekmek için Özbekistan diktatöryası, halkı, Batı ve kendi kişisel hayatının derinliklerine soluksuz çapraz koşular yapıyor. İşte bu çok yönlü koşular bu kitabı okunmaya değer kılmakta.

 CRAİG MURRAY’İN KİTABA YAZDIĞI ÖNSÖZ

Bu hikâye, 2002 ila 2004 yılları arasında Taşkent’te yaptığım büyükelçilik görevimi konu almaktadır. Çoğunlukla hatırladıklarıma dayansa da bu hikâyede elimden geldiğince gerçekleri olduğu gibi anlatmaya çalıştım.

 Ancak en önemlisi bu, benim algıladığım gerçekliktir. Geçmişimiz, deneyimlerimiz, duygusal durumlarımız, duyularımızın keskinliği ve anlayışımızın derinliği hep birlikte algılayışımızı etkilemektedir. Dolayısıyla farklı insanlar aynı şeyi farklı şekillerde gözlemleyebilir. Benimkinin tamamıyla doğru olduğunu iddia etmiyorum. Demek istediğim olaylar bana böyle göründü ve onları bu şekilde hissedip yaşadım.

Bir kahraman olduğum düşüncesini de boşa çıkarmak isterim. Ben kahraman falan değilim. Ahlaki davranışın standardı değişkenlik gösterebilir, ancak birçok kişi özel yaşamımda çok kötü davrandığım şeklinde bir sonuca varabilir. Gecenin şu ilerleyen saatlerinde bu fikri paylaşabilirim. Ancak benim doğru davrandığımı düşündüğüm şey Batı’nın en iyi ihtimalle göz ardı ettiği, muhtemelen göz yumduğu ve belki de “Terörizme Karşı Savaş” adına desteklediği tam anlamıyla korkunç kimi şeylere sırtımı dönmeyi reddetmemdi.

Hatırlıyorum da okuldayken tartıştığımız konulardan biri, 1940’lar Almanyasında yaşıyor olsaydık ve Nazi rejiminin kimi korkunç eylemlerini bizden gerçekleştirmemiz istenseydi nasıl tepki verirdik, idi. Gerçek hayatta böyle bir ikilemle karşı karşıya kalabileceğim aklımın ucundan geçmezdi. 43 yaşımda büyükelçi olarak seçilmemin yolunu açan parlak kariyerim İngiltere Dışişleri Bakanı Jack Straw’a resmi bir telgraf göndermemle sonlandı:

“Artık ne böyle bir kandırmacaya duyduğum öfkemi ne de işkenceyi haklı çıkarmak için meslektaşlarımın ona başvurdukları bir kurumda çalışmaktan duyduğum utancı saklamaya çalışacağım.”

11 Eylül 2001’de bir şeyler oldu ve Batı ahlaki dayanaklarını kaybetti. Çalışanlarıyla birlikte yönetim mekanizmasının bireyleri hor gören bir yola girerek aşağılara savrulmasına neden oldu. Naziler elbette bu yolda daha aşağılara savrulmuştu, ancak girilen yol aynıydı. Beni şaşırtan şey, meslektaşlarımın –yani sıradan saygın insanların da– sorgusuz sualsiz bu yola koyulmalarıydı. Tüm Dış İlişkiler ve Milletler Topluluğu Ofisi (FCO) camiasında bu durumu kabullenemeyip istifa edenler olarak sadece Elizabeth Wilmshurst, Carne Ross ve şu an ismini çıkaramadığım bir Doğu Dairesi çalışanını bilirim. Korkutucu olan, yönetim içindeki sertlik yanlısı güçlerin özellikle de MI5 ve MI6’nın Batı liberalizmine ölümcül darbeyi indirmek için bu fırsatı değerlendirmedeki isteklilikleriydi. Liberalizmin yine de onlardan daha güçlü çıkacağı kanaatindeyim. Liberalizmi kaybedersek, el-Kaide kazanmış demektir.

Pek çok ülkedeki okuyucular, İngiliz Hükümeti’nin eski memurlarının yazdıkları kitapları sansürleme ve hatta tamamen yasaklama gücüne sahip olduğunu öğrenince şaşıracaklardır. Şu anda baskıcılığa doğru yol alınan ortamda, Jack Straw Parlamento’da yaptığı konuşmada bu tür bir baskıyı daha da kolaylaştırmak için hükümetin bu kanunları daha da sıklaştırmak istediğini belirtmiştir. Henüz kitapların halk önünde yakılmasına yönelik bir teklif yok; ama biraz daha bekleyin. Yasaklamanın karmaşasından kurtulmak için sansüre boyun eğdim ve birçok değişikliğe gittim ya da birçok hususu atladım. Bunu yapmak zorunda kaldığımda, dipnotlarla buna değindim.

Birçok konuşmayı aktarmadan olduğu gibi verdim. Diyaloglar konusunda hafızam fevkaladedir, ancak her bir kelimenin birebir aynı olduğunu da iddia etmiyorum. Yine de tonlama ve anlamın yüzde yüz doğru olduğundan eminim. Konuşmaların aktarılmadan verilmesi, anlatıyı ilerilere taşıyan biçemsel bir araç olarak görülebilir.

Bazı tuhaf tarihleri yanlış hatırlamış olabilirim; ancak bunlar da hiçbir önem arz etmiyor zaten. Bazı isimler suçluları, birçoğu da masumları korumak ve çok azı da gerçek isimleri tam olarak hatırlayamadığım için değiştirilmiştir. Rejimin gazabından korumak için çok sayı da Özbek ismini de değiştirdim. Gerçek isimlere ihtiyaç duyan ciddi ve güvenilir gazeteci ya da araştırmacılar benimle bağlantı kurabilirler.

Hikâyeme dayanak olarak çok sayıda belgeyi yayınlamak istedim, ancak hükümet beni, daha doğrusu Parlamento’yu böyle yaparsam yasal önlem alacakları şeklinde uyardı. Bu durum kitabın yayınlanmasını engelleyeceği için birçoğunu resmi bilgilendirme çerçevesinde elde etmeme rağmen belgeleri gönülsüzce çıkardım. Ancak genellikle gözden kaçan nokta İngiliz Hükümeti’nin Bilgi Koruma Yasası (DPA) ya da Bilgi Edinme Yasası (FOIA) çerçevesinde verildiklerinde bile belgelerin yayınlanmasını önleyecek yetkiye sahip olduğunu iddia etmesidir. Hükümet kendi tarafından hazırlanan herhangi bir belgenin telif hakkının kendinde olduğunu iddia etmektedir, dolayısıyla eğer bir belge yasal olarak DPA ya da FOIA çerçevesinde elde edilse bile hükümetin rızası olmadan basılamazmış.

Açıkça görünmektedir ki, hükümet, Birleşik Krallık’ta bilgi edinme özgürlüğü yönünde elde edilen çok sınırlı kazanımları da kuşa çevirmeye çalışmaktadır. Bundan dolayı ben de bu belgeleri serbestçe incelenebilmeleri için internete gönderdim. Aşağıdaki adreslerden onlara ulaşabilirsiniz:


http://www.craigmurray.co.uk/documents/docs.html

http://www.blairwatch.co.uk./murray/docs.html

http://dahrjamailiraq.com/murray/index.php.

Özellikle sonuncusu teknik ya da yasal saldırılardan güvende olmalı ancak bu sitelere herhangi bir saldırı gelmesi durumunda, başka yerlerde mantar gibi biteceklerdir ve azıcık Google’da gezinmeyle karşınıza çıkacaklardır.

Rus ve Özbek isimlerini belirlenmiş bir sisteme göre değil okunabilir olacak şekilde kendimce yazdım.

Rusça geçen birçok konuşma da İngilizce verilmiştir.

İŞTE KİTAPTAN ÇARPICI BİR BELGE

Orta Asya ve Afganistan'ın doğal kaynaklarını sömüren ve bölgeyi savaşa sürükleyen ünlü petrol ve doğalgaz şirketi Enron'un 1997 yıılında eski ABD Başkanı Bush daha Teksas valisi iken kendisine gönderdiği mektup. Enron şirketinin yöneticileri arasında o dönemde Afganistan'ın halihazırdaki devlet Başkanı Hamid Karzai ve Bush'un yardımcısı Dick Cheney de bulunuyordu.


Kenneth L. Lay

Başkan ve CEO

Enron Şirketi

3 Nisan 1997

Muhterem George W. Bush

Teksas Eyaleti Valisi

Sevgili George Bush,

8 Nisan’da Özbekistan’ın ABD Büyükelçisi Sadık Safayev ile görüşeceksiniz. Büyükelçi Safayev ülkesinin en önemli dış sorumluluğunu üstlenmeden önce Dışişleri Bakanlığı yapmıştı ve Başkan Kerimov’un başdanışmanıydı.

Enron, Taşkent’te bir ofis açtı. Özbekistan’ın doğal gazını çıkarmak ve Avrupa, Kazakistan ve Türkiye’deki piyasalara nakletmek için Özbekistan’ın Neftegas ve Rusya’nın Gazprom’u ile 2 milyar dolarlık bir iş ortaklığı kurmak için görüşmelerde bulunuyoruz. Bu proje, Özbekistan kadar Teksas’a da kayda değer ekonomik fırsatlar sunabilir. Proje, politik olarak ABD ve Özbekistan’ın yararına olduğu kadar tüm bölge için de önem teşkil etmektedir.

Büyükelçi Safayev Washington’daki diplomasi camiasının en etkili büyükelçilerinden biri olup, Başkanı tarafından doğrudan sözü dinlenen ve ülkelerimizi de bir araya getirmek için her gün uğraş veren değerli bir şahsiyettir.

Sizin ve Büyükelçi Safayev’in Teksas ve Özbekistan arasında dostlukla sonuçlanacak verimli bir görüşme yapacağınızdan eminim.

Selamlar.

Ken

Kitabın Adı: Semerkant’ta Ölüm

Yazarı: Craig Murray

Tercüme: İlhami Gümüş

Yayınevi: Mana Yayınları

Basım Tarihi: Aralık 2010

Tel: 0212- 533 05 35

Web: www.ilimyurdu.com 

Etiketler :