Gazze’de Bir Gün Fazla Yaşamak
Düşmana inat,bir gün fazla yaşamakN. Hikmet
A. Faruk Ünsal / timeturk
Düşmana inat,
bir gün fazla yaşamak
N. Hikmet
Neden İsrail, 1967 Savaşı, 6 Gün Savaşı, ile Batı Şeria, Golan Tepeleri ve Sina yarımadasıyla birlikte işgal ettiği ve 38 yıllık işgalin ardından kendi rızasıyla terk ettiği bu küçük toprak parçasına, Gazze'ye, 3 yıl aradan sonra büyük ve yıkıcı bir öfkeyle girdi? İsrail'i uluslar arası savaş hukukunu ayaklar altına almaya, uluslar arası yapıları, BM, İKÖ ve Arap Birliği gibi, lüzumsuzlaştırmaya, 22 günde binlerce sivile ve sivil hedefe kimyasal silahlar dahil ileri teknoloji ile acımasızca saldırmaya sevk eden neydi? Bu nasıl bir öfke idi ki, yasaklanmış fosfor bombalarıyla öldürülmüş bebek enkazlarının(!) yaraladığı dünya vicdanının kendi (İsrail'in) meşruiyetini tartıştığı bir sorgulama sürecine maruz kalmayı göze aldırdı? Belki çatışmanın bir tarafı olarak İsrail'in, savaş hukukunu bir kenara bırakmasını izah etmek, ahlaki olmasa bile anlaşılabilir bir şeydi ama Mısır'ın tutumu nasıl yorumlanmalıydı? Üç yıla yakın bir süre İsrail'le beraber ambargoyu acımasızca uygulayan, ilaçtan tutun da en temel ihtiyaç maddelerinin dahi Gazze'ye girmesine engel olarak 1,5 milyon insanı dünyanın en büyük açık hava cezaevinde yaşamaya mahkum eden, savaş süresince kendi hava sahasının İsrail tarafından kullanılmasına göz yuman ve savaşın ihtiyaçları en hayati kıldığı dönemde Gazze'nin dünyaya açılan tek kapısı olan Refah Sınır Kapısını insani yardıma kapatan veya kısıtlı sürelerle açık tutarak İsrail'in işini kolaylaştıran Mısır'a ve Mısır'a destek olan Suudi Arabistan'a ne demeliydi? İsrail'in Gazze'ye Siyonist saldırısının başlamasını müteakip, Arap ülkelerinden ve birçok batı ülkesinden gelmiş olan yardım gönüllüleriyle Mısır'ın el-Ariş şehrinden Gazze'ye geçebilmek ümidiyle Refah Kapısına iki hafta süreyle her gün gidip de saatlerce keyfi olarak Mısır makamlarınca kapıda bekletildiğimiz ve bir adım ötemizdeki Gazze'yi, çaresiz seyrettiğimiz anlarda aklımıza takılan sorular bunlardı. Sınırın hemen öte tarafına atılan ve yer sarsıntıları ve sağır eden gürültüleriyle bombaların cinayetlerine ve zafer kutlayan havai fişek görüntüsündeki kimyasal silahların insanlık suçu işleyen yakmalarına şahit olurken, hep bu soruları sorduk kendi kendimize. Neden bu öfke ve neden bu utanç verici işbirlikçilik?
2006 yılında yapılan Filistin seçimleri, bütün uluslar arası gözlemciler tarafından demokrasiye uygun oluğu tespit ve tescil edilmesine rağmen sonuçlarına riayet bakımından demokrasi tarihinin en talihsiz seçimi oldu. Seçim sonucu oluşan parlamento ve Meclis'in içinden çıkan hükümet yasadışı ilan edildi. Meclis başkanı dahil 40'tan fazla milletvekili ve bakan tutuklandı. Filistin halkının iradesi yok sayıldı. Hatta suçlu sayıldı. Yapılmasına izin verilen ve standartlara uygunluğu bakımından denetlenen bir seçim, katılmasına izin verilen partilerden biri, Hamas, tarafından kazanılınca, birden, demokrasiyi ve insan haklarını herkese şiddetle tavsiye eden medeni batı dünyası (!) tarafından şiddetle illegal ilan edildi. Şiddetle illegal ilan edildi, çünkü şiddetin ilk ayağı olan ambargo, yani en temel ihtiyaçların, yiyecek, ilaç, enerji ve diğer beşeri ihtiyaçların Gazze'ye girmesine ve Gazze'de üretilen ürünlerin dışarı satılmasına katı bir şekilde engel olundu. Şiddetin bu ilk ayağı, Filistin halkının kendi iradesini, Hamas'ı terk edeceği zehabına dayanıyordu ama halk iradesine sahip çıktı. Ambargonun kaldırılmasına dönük taleplerin hiçbirini dikkate almayan Siyonist İsrail, ilk kurulduğu günlerdeki alışkanlıklarını terk etmeyerek, hem seçim öncesindeki gibi, Ahmet Yasin ve Rantisi gibi, Hamas lider kadrosuna dönük cinayetlerini sürdürdü hem de sivil hedeflere karşı savaş suçu sayılabilecek saldırılarına aralık vermedi. Meşru müdafaa kabilinden cevabi saldırıları ise son cinayetlerine ve işgal teşebbüslerine mazeret saydı ve şiddetin ikinci ayağını, medeni ve demokrat dünyanın(!) sessiz desteğiyle uyguladı. Oysa Kassam saldırılarında ölen İsrailli sayısı sadece 7 idi ama tüm savaş boyunca üçte biri bebek ve çocuk olmak üzere 1350 Filistinli öldürülmüştü. Yani öldürülen bir İsrailliye karşılık 200 Filistinli. Öldürülenlerin yüzde doksanı sivildi. Bütün ekonomik hedefler, bütün bakanlıklar, devlet daireleri, camiler, okullar, üniversiteler, hastaneler, evler yerle bir edildi.
Mısır görevlilerince belki vazgeçeriz ümidiyle inatla günlerce kapıda bekletildiğimiz ama sabırla beklemeye devam etiğimiz ve bir adım ötemizdeki Siyonist cinayetleri öfke ve çaresizlik içinde izlemeye mahkum edildiğimiz Refah günlerinden birinde bir mucize gerçekleşip de Gazze'ye geçişimize izin verileceğini duyduğumuzda hayatımızın en güzel müjdelerinden birini almıştık. Haftalar boyu gerek bizlerin sınır kapısındaki sessiz ve kararlı bekleyişimiz gerek bütün vicdanlı dünya tarafından İsrail ve Mısır aleyhine yapılan gösteriler sonuç vermeye başlamıştı. Bekleyişimiz esnasında zaman zaman daha çok batılı ülkelerden gelen doktorların Gazze'ye geçişine tanık olmuş, izini çıkanlara imrenerek bakmış, karşıda olamamış olmaktan adeta utanmış ve kendimizi suçlamış ama beklemeye devam etmiştik. Vedalaşmalarımız sanki onlarca yılın arkadaşlarının vedalaşması gibiydi. Karşıda görüşmek dileğiyle biraz kıskanarak el sallamıştık gidenlere. İlk kez gördüğümüz, bir daha görüp göremeyeceğimizden emin olmadığımız, karşıya geçince yaşayıp yaşamayacağını bilemediğimiz İngiliz, Yunanlı, Ürdünlü, Bahreynli, İrlandalı dostlara “güle güle” derken nihayet “Allahaısmarladık” deme sırası bize gelmişti. Bize imrenerek bakanlara, biraz da imtiyaz sahiplerine has bir gururla bakarak vedalaşıp karşıya geçtik.
İşte, direnişin mübarek toprakları… Sonsuz acılar içinde sonsuz direniş iradesini inşa eden kahramanların yurdu. İslam'ın izzet ve vakarını, göz kamaştıran ve kıskandıran bir mücevher gibi kendine yakıştırarak takınan insanların yurdu. Allah'a hamd ediyoruz ve mübarek toprağı öpüyoruz. Fiili ateşkes olmasına rağmen insansız hava araçlarıyla İsrail Gazze semalarında sürekli uçuşa ve görüntü almaya devam ediyor. Şehrin içlerine doğru ilerliyoruz. Tank paletlerinin kirli izleri savaşın vahşi çığlıklarının kulakları ve vicdanları tırmalaması gibi gözlerimizi tırmalıyor. Yerle bir edilmiş portakal, zeytin ve hurma bahçelerine bakıyoruz. İçimiz acıyor. Vurulmuş, yıkılmış hayvan çiftlikleri, binlerce havyan ölüsü. Her tarafta ağır ceset kokusu. Ve meskun yerlere yaklaştıkça yıkılmış binlerce ev, işyeri, cami, hastane, okul görüyoruz. Burada yaralı olmayan hiçbir şey yok. Her yer işbirlikçi ve ihanetçi Arap rejimlerinin sessiz teşviki ve suç ortaklığıyla İsrail tarafından vurulmuş. Ambargo devam ettiği için elektrik yok, su yok gibi. Ancak küçük jeneratörlerle, eğer onları çalıştıracak benzin veya mazot bulabilmişlerse elektrik üretebiliyorlar. Pet şişelerde satılan benzin, mazot ve diğer ihtiyaç maddeleri henüz yıkılmamış olan tüneller vasıtasıyla Mısır'dan kaçak olarak geliyor. Tabii ki fiyatları inanılmaz pahallı. Mısır, yardım için gönderilen malzemeleri doğrudan Refah Kapısından Gazze'ye göndermektense önce İsrail'e gönderiyor. Gönderilen malzemeler İsrail'in kontrolü ve onayından geçtikten sonra İsrail'in uygun gördüğü bölgelerde, BM gözetiminde dağıtılmak üzere serbest bırakılıyor. Fakat haftada 3 gün ve günde sadece 20 kamyonun girmesine izin verildiği için hayırseverlerin yardımları hem ihtiyaç sahiplerine zamanında ulaşamıyor hem de Mısır limanlarında birikme artarak devam ediyor. İçeri girmesine izin verilmeyen en önemli ihtiyaç ise inşaat malzemeleri. Yıkıntıları kaldıracak iş makineleri olmadığı ve inşaat malzemelerinin girişine izin verilmediği için evleri yıkılmış olan insanlar, altlarında yakınlarının cenazeleri olan enkazların üzerine, yıkıntılardan kurtarabildikleri tuğlalardan barakalar yaparak, bir de Filistin bayrağı dikerek evlerini terk etmeden yaşamaya devam ediyorlar. İşte direniş iradesi ve ruhunun mücessem görüntüleri bunlar. Artık 6 gün savaşlarında olduğu gibi, Mısır, Ürdün, Lübnan ve Suriye gibi Arap devletlerini bir anda yerle bir edecek yenilmez armada yok. Mümin yüreklerinden başka kuşanacakları silahları olamayan bir avuç savunmasız insanın bütün ihanetlere ve yalnızlaştırmalara karşı destansı direnişi var. Anlıyoruz ki İsrail, kendi varlığını tehlikeye sokabilecek yegane güç olan inanmış insan potansiyelini gördüğü için, bu iradeyi kırmak için, 3 yıl önce kendi rızasıyla terk ettiği bu topraklara büyük bir öfke ve yıkıcılıkla geri gelmeye çalıştı. Bu onurlu direniş ruhudur ki, bölgede yaşayan ve meşruiyetlerini kendi halklarından değil batılı Siyonist efendilerinden alan işbirlikçi Arap mütegallibelerini rahatsız etti ve bu sesin boğulmasında İsrail'le aynı kaygı ve telaşla hareket ettiler. Bu sesin galip gelmesi kendi onursuz iktidarlarının da sona ermesi demek olduğu için bu işbirlikçiler, savaş öncesinde İsrail gibi davrandılar, ambargoyla Gazze'nin siyasi tercihini yok etmeye çalıştılar, savaş sırasında İsrail gibi davrandılar, ihtiyaçların en üst düzeyde olduğu sırada yardımların ulaşmasını engellediler, kendi hava sahalarını kullandırttılar ve savaş sonrasında İsrail gibi davranıyorlar Gazze halkının iradesini yok saymaya devam ediyorlar. Bu direniş, referanslarıyla ve fiziksel yalıtılmışlığıyla, ne Afganistan'da ne olduğunu ve çağımıza ne söylediğini anlayamadığımız Taliban direnişine, ne orta Irak'taki Felluce, El Anbar ve Bağdat'taki seküler argümanlara dayalı Arap milliyetçisi ve Baasçı direnişlere ne de Suriye ve İran'la lojistik kesintisizliğe sahip Güney Lübnan'ın direnişine benzemiyordu.
Gazze'yi görünce İsrail'i anlamamak mümkün değil. Ve kısa bir süreliğine gittiğimiz Gazze'den, dönüş programını sürekli tehir ederek, bir gün daha fazla kalabilmeyi kar sayarak zor ayrılıyoruz. Burada bir gün daha fazla yaşamak bizler için onurlu havayı bir gün daha fazla solumak şerefi onlar için ise hem onur hem düşmana inat.
Allah'tan yardım dileyerek ayrılıyoruz.
Kalbimizi orada bırakıyoruz…