ezber bozan bir araştırmaya imza attı

ezber bozan bir araştırmaya imza attı

Araştırmacı Yazar Mustafa Armağan, yine ezber bozan bir araştırmaya imza attı ve 555. yılında İstanbul'un Fethi ve Fatih Sultan Mehmet'e 4. boyuttan bakan bir esere imza attı...

Safa Metin'in kitap eleştirisi  

Evrendeki dördüncü boyuttan söz ediyor fizikçiler. Bu bir manevi boyut. Bu aleme dahil olabilen insanlar farklı bir biçimde yaşamaya başlıyorlarmış. On yılda bir bir yaş atıyorlar, kalp ilmine vakıf olabiliyorlar vs. Kim bilir, onlar on yıl deseler de dördüncü boyutta yaşayanlar daha uzun yıllarda bir yaş yaşlanıyorlardır. İhtiyarlıkları yaşlılıktan değil, ihtiyara sahip olduklarından zahir.

Bir de tersi söz konusu olamaz mı? Beşinci boyut vardır örneğin. Bu boyuta girebilen bir kalb-i selim, yılda on yaş büyür. Neden olmasın?

Fatih Sultan Mehmed diyorum ben. 21 yaşında iken İstanbul fethettiğine göre, neden aslında daha yaşlı olmasın?

Mustafa Armağan Profil Yayınlarından çıkan yeni kitabı Gülün Fethi'nde Fatih'in yaş sorununa yakından bakıyor. Onun resmedilişindeki garabete dikkat çekiyor yazar. Resimlerinde kırklı yaşlarında gördüğümüz Fatih'e yirmili yaşlar yakıştırılmıyor muydu yoksa zihnimiz bu yaştaki bir “çocuk”a fethi mi yakıştıramıyordu?

Yaşlı-genç Fatih paradoksu irdeleniyor kitapta. Genç ama yaşlı, yaşlı ama genç bir Fatih geçiyor tarih aynasından bu defa

. Yeni bir Fatih ve Fetih kitabında Mustafa Armağan acaba ne anlatmıştır diyor insan. Kendisini şerh etmiş dersek, çok mu iddialı olur? Kendisini şerh ederek başlamış kitabına. Sonra da tarihi. Kendisi, zaten tarih değil mi artık? O halde biz de bu yazıyı şerh edelim.

Yazar, Gülün Fethi ile bir kere daha okurunu şaşırtıyor. Evvelce de tarih dedektörü yazarımızı hazine aramak için çıktığı yolculuklarda kaybetmiş, elleri kolları ganimetlerle dolu buluvermiştik bir garip tire işaretinde.
Garip diyoruz, evet. Garip bırakılmış olmak için bileği kesilmiş bulunuvermek gerekmiyor ki tarihin karanlık odalarında. Mumyası bulunmuş bir Fatih garip değil midir? Ya da bütün yapabildiği, gemileri karadan yürütmek olan bir Fatih, garip değil midir? Deruni bir savaş için yola çıktığı halde, ortada görünen galibiyetin çok yüzeyde, çok yüzeysel olması gariplik değil midir? Kazanmışken kaybetmekten başka nedir bu?
Kitabında kabukların savaşına benzetiyor sadece teçhizat ile yapılan savaşı. Halbuki, diyor, tarih, bunların çok ötesinde, çok içeride, derinlerde bir yerdedir. Beyinlerde, yüreklerde, ruhlardadır tarih. Galibiyetler ve mağlubiyetler orada.

Kitap sorularla başlayıp makalelerle son buluyor. Derinlikli bir Fetih ve Fatih yorumu bu kitap. İstanbul, aynı zamanda şehre aşık olan yazarın satırlarında bir ideale dönüşüyor. İstanbul, Peygamber övgüsüne mazhar olmuş bir komutanı bekleyen ütopya olmuş yüzyıllar boyu. Yazarın satırlarında O'nun kokusunun duyulduğu bir gül oluyor şehir.
29 Mayıs'ta dünyaya bir gül düşüyor. İsmetli şehir. İçinden Asımlar geçecek diye, geçebilsinler diye, Fatih bir ideal şehir olarak tasarlıyor İstanbul'u. İstanbul'un gül oluşundaki sırra dokunuyor, hala duymaya çalıştığımız kokunun peşinden gidiyor.

Gülün Fethi, bitmemiş bir İstanbul fethi rüyasındaki şifreleri döküyor diyebiliriz avucumuza. Eğer her okur, satır aralarından topladığı şifreleri sabırla biriktirir ve çözmek isterse, kitap bize İstanbul'u yeniden hediye edeceğe benziyor. İstanbul mu dedik? Hayır, Peygamber duasını.
Yazar, diğer kitaplarında oldu gibi sadece fethi yorumlamakla bırakmıyor okurunu, aynı zamanda bilgi boyutunu tamirata da girişiyor. İyi de yapıyor doğrusu. Fethin perdesini aralayıp arkada neler olup bittiğini anlatmayı ihmal etmiyor.

Sunuş bölümü aslında kitabın hülasası diyebiliriz. Bir tiyatro sahnesinde anlatılmamış, yazılmamış ne var görmek isteyenleri, kulise taşımak gibi bir şey bu. Kulis. Molla Gürani'ye gülümsemek, diğer odada Akşemseddin'i görmek, Molla Fenari'ye şöyle bir bakıp kolumuzdan bizi sertçe çeken yazarın adımlarına yetişmeye çalışmak. Ayaklarının yerden kesildiğini hissedersen sayın okur, sakın, ama sakın şaşırma. Fatih'i “Fatih” yapan o ustaları, ellerinde nefs düzelten ütüleri, öfke biçen makasları, diyalog diken iğneleriyle bulacaksınız.

Kitap, sonlara doğru yazarını kaybettirebilir size. Aramayın sakın, o şimdi bir Hüda-yı Nabit altında oturmuş gölgelenirken, elinde yeşim taşından bir havan eli, külçe altınlar dövüyordur. Altın tozları serpmek için İstanbul'un ve üzerimize yeniden. Neden mi? Fatih bizi görsün, bizde fethe değer şeyler bulsun, bizimle gurur duyup da bizi yeniden fethetsin diye.