Ertaş'ın Vasiyeti
Halk müziğinin yaşayan efsanesi, Bozkırın Tezenesi Neşet Ertaş,"Yok ağam yok... Sakın ha
Yavuz Donat'ın köşe yazısı
Neşet Ertaş'ın dünyası... "Yalan dünya"
Başında kasketi, elinde sazıyla odamıza girdi:
- Merhaba ağam, ben geldim.
"Hoş geldin" dedik:
- Sen sazını hiç elinden bırakmaz mısın?
Güldü:
- Doğduğum zaman babam sazını göbeğimin üstüne koymuş... Kendimi bildim bileli sazımı elimden bırakmadım.
Seveni çok mu çok.
Arayanı soranı "bizim ilimize gel, konser ver" diyeni de çok. Ama "cebinde kaç parası var" diyecek olursanız...
Ağam, bu dünyaya çıplak geldik, öteki dünyaya 5 metre kefenle gideceğiz... Gelirken bir şey getirmedim ki, giderken bir şey götüreyim... Fakire fukaraya, yetime dula bir hayrım oluyorsa, benden mutlu insan mı var?
Sonra "yalan" diye devam etti:
- Para da yalan, pul da yalan... Mal da yalan, mülk de yalan... Şöhret de yalan... Aaah ağam ah... Yalan dünya... Yalan ki ne yalan.
"Mutlu musun Neşet Usta" dedik.
Yanıt vermedi.
Aklına ne geldiyse geldi.
Hüzünlendi.
"Yalan" dedi.
Ardından da ekledi:
- Yalan dünya... Yalan ki ne yalan.
Ve "döktürdü... Hem de ne döktürme."
Cahildim dünyanın rengine kandım,
Hayale aldandım boşuna yandım,
Seni ilelebet benimsin sandım,
Ölürüm sevdiğim zehirim sensin,
Evvelim sen oldun ahirim sensin.
Hep sen mi ağladın hep sen mi yandın,
Ben de gülemedim yalan dünyada,
Sen beni gönlümce mutlu mu sandın,
Ömrümü boş yere çalan dünyada.
El aklıyla gezen başa binbir türlü hal gelir
Akşam oldu, gazetede "el ayak çekildi." Sadece "gece çalışacak ekip" kaldı.
SABAH'ın "Ankara ekini" çıkaran, Yaşar Önel "ben de bekleyeceğim" dedi:
- Neşet Ertaş gitmeden gitmeyeceğim... Onu dinleyeceğim.
- Neşet Usta çoluk çocuk nasıl?
- 2 kız, 1 oğlan Almanya'da... Büyüdüler, oraya yerleştiler... Ben vatan hasretine dayanamadım, kendimi Türkiye'ye getirdim.
Göstermiyor ama "yaş 71."
Çalıp söylemeye başlayınca 2-3 saat onu durdurmak mümkün değil.
Maya, bozlak, türkü, uzun hava... Oyun havası...
Usta'da ne ararsanız var.
Kolay mı "koskoca Neşet Ertaş" olmak.
Küçük yaşta İstanbul'a gitmiş "pavyonlarda saz çalmış."
Hoşuna gitmemiş, Kırşehir'e geri dönmüş.
Ama Kırşehir'de de yapamamış, Ankara'nın yolunu tutmuş.
Yine "bar, pavyon, gazino..."
Biri "Neşet şunu yap" demiş, yapmış.
Diğeri "şuraya git" demiş, gitmiş.
Usta anlattı, anlattı ve bir iç çekti:
- El aklıyla gezen başa binbir türlü hal gelir.
Ardından bir iç daha çekti:
- Gider yanlış kişiyle evlenir... Ben de öyle ettim... Beni istemeyeni deli gibi sevdim... Gönülsüz köpek koyuna hayretmez, ayrılmak zorunda kaldım.
Ve başladı okumaya:
Ta küçükken bir aşk düştü özüme,
Ağladı gözlerim güle mi bildim,
Felek zehir kattı tatlı aşıma,
Uzatıp elimi ala mı bildim?
Şehit polislere ağıt
İstanbul'da, ABD Başkonsolosluğu önündeki çatışmada yaralanan polise, hastanede sordular:
- Nerelisin?
Polis, kameralara bakarak şöyle dedi:
- Yiğitin harman olduğu Kırşehirli'yim.
Neşet Ertaş "şehit polislere gözyaşı döktü." Kırşehirli yaralı polisi, gıyabında, "gözlerinden" öptü.
Ve "yazık" diye devam etti:
- O polislerin anneleri var, eşleri var.
Bir süre sustu. Ardından "bakalım neler söyledi?"
İki büyük nimetim var,
Biri anam biri yarim,
İkisine de hürmetim var,
Biri anam biri yarim.
Birisi var etti beni,
Birisi yar etti beni,
İkisinin de birdir teni,
Biri anam biri yarim.
Ana deyip de geçilmez, Yar anadan seçilmez, İkisine de kıymet biçilmez, Biri anam biri yarim.
Zahide ile Leyla
Laf lafı açtı, sohbet gittikçe koyulaştı.
Ve söz bir ara "Zahide'ye" geldi.
Neşet Ertaş "hep Zahide, hep Zahide" dedi:
- Bütün konserlerde en çok "Zahidem" türküsünü istiyorlar... Zahidem aşağı, Zahidem yukarı.
Sazı elindeydi. Ama "Zahidem" i çalıp söylemek istemedi.
Bunun üzerine "damarına" bastık.
Ona "Leyla'yı" hatırlattık. Yıllar öncesini... İlk gençlik yıllarındaki aşkını.
Büyük Usta "ağam" dedi:
- Dünyaya insan olarak gelip de hiç âşık olmadım diyen var mıdır acep?.. Vardır diyen yalan söyler.
Ve Neşet Usta "zaman tüneline girdi."
"Gençlik yıllarına" gitti. Bakalım ne çaldı, ne söyledi...
Kaşların kara kara amanın Leyla Leyla,
Gözlerin derde çare eyle yarim eyle,
Senin için yanarım, amanın Leyla Leyla,
Kerem misali nara böyle yarim böyle.
Yazımı kışa çevirdin,
Karlar yağdı başa,
Viran oldu evim yurdum,
Ne söylesem boşa Leyla.
Yine yeşillendi Niğde bağları
Geçenlerde Kırşehir'e gitmiştik. Neşet Ertaş'ın memleketine. Babası "Muharrem Usta'nın heykelinin önünde" resim çektirmiştik.
Neşet Ertaş aradı:
- Babam Muharrem Usta'nın evine de vardın mı?
Neşet Ertaş'ın "babadan kalma evi" Kırşehir'in Bağbaşı mahallesinde. Neşet Usta'ya sorduk:
- Sahi, ne olacak bu ev?
- Kültür'e (bakanlığa) bağışladım... Ne yaparlarsa yapsınlar... Yeter ki bahçesine de kayısı, elma, dut, kiraz diksinler... Gelen yesin, geçen yesin.
Biz Kırşehir'deyken, Neşet Ertaş İzmir'deydi. "Kırşehir'imin suyunu içtin mi" dedi.
- İçtik, kaynak suyuydu... Buz gibiydi.
- Gülünü kokladın mı?
- Kokladık, mis gibiydi.
- Öyleyse Ankara'ya geleyim, sana sarılayım. Kırşehir havası alayım.
Ve çıktı, Ankara'ya, gazeteye geldi. "Ağam" dedi:
- 28 yıl Alamanya'da yaşadım... Ama heç alışamadım... Varsa vatanım yoksa vatanım... İlle de Türkiyem... Kırşehir'im, Niğdem.
Ardından da "oyun havasına" geçiverdi:
"Yine yeşillendi Niğde bağları."
Vasiyet
Kırşehir'de, ana caddenin üzerinde Muharrem Usta'nın (Neşet Ertaş'ın babası Muharrem Ertaş) heykeli var. Kentin (termal kaplıcaların bulunduğu) Terme bölgesinde "bir heykeli daha" var.
Bu ikinci heykelde Muharrem Usta saz çalıyor. Karşısında "küçük Neşet" de dinliyor.
Kırşehirliler'e sormuştuk:
- Neşet Ertaş'ın da heykelini dikseniz... Veya bir yere büstünü koysanız... Neden yapmıyorsunuz?
"Neşet Usta istemiyor" demişlerdi.
Gazetede sohbet ederken bu konu açıldı.
- Neşet Usta, gerçekten istemiyor musun?
- Yok ağam yok... Sakın ha.
- Neden?
- Ben kimiiim, heykel kim?.. Ben Allah'ın bir garibiyim... Ne heykel isterim ne de mezar.
- Usta, ne demek o?.. Allah gecinden versin, ölünce nereye gömüleceksin?
- Babam, atam, Muharrem Ustamın ayak ucuna bir çukur kazsınlar... Babamın ayak ucuna dikilecek taşa da adımı yazsınlar.
Kaynak: