Ergenekon davalarına avukat tutamadı
ETÖ duyulmadan "Ergenekon'un Çöküşü" isimli kitap yazan ve içindeki bilgilerle yalnız ETÖ'cüleri değil, Ergenekon karşıtlarının da tepkisini çeken yazar Zihni Çakır, saldırılara cevap verdi.
Durmak yok, çetelerle mücadeleye devam
Bataklığı kurutmaya çalışacaksanız üzerinize sıçrayacak çamurlara da hazır olmalısınız.
Gerçeklerin karartıldığı bir odanın kapılarını aralamaya karar verdiyeseniz, o karanlık dehlizlerden gelecek saldırılar ürkütmemeli sizi.
1990’larda gazetecilik mesleğine adım attığım dönemlerde tanık olduğum bir takım karanlık planları irdelerken, hep aynı telkinle karşı karşıya kalmıştım:
- Bu işlerle uğraşma; sana mı kaldı doğruları araştırmak!
Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden hocam olan Ahmet Taner Kışlalı’nın karanlık eller tarafından katledildiğinde, bu telkinlerle anlatılmak isteneni daha iyi anlamıştım.
Merhum Uğur Mumcu’yu katlederek toplumda bir travma yaratan ellerin, Kışlalı Hoca’ya da uzanması tetiklemişti çalışmalarımı.
Araştırmalarımı derinleştirdikçe telkinler artıyordu.
2007 yılında tamamladığım ve aynı yılın Ağustos ayında yayınevinden (Neden Kitap) gelen teklifle piyasaya sürdüğüm Ergenekon’un Çöküşü kitabından sonra da benzer telkinler yoğun bir şekilde devam etti.
Bu telkin ve uyarıların en ilginci ise, “çocukluğunda çaldığın yumurtaları bile çıkaracaklar” olmuştu.
Elbette yabancı olduğum bir durum değildi bu.
Yarım yüzyılı aşkın bir zamandan beri, yabancı istihbarat servislerinin kucağından kalkmayı becerememiş ve onların kontrolünde birçok faili meçhul cinayet ve ülkeyi kaosa sürükleyen toplu katliamların faili derin yapıyı tanımlamaya çalışıyordum.
Tabii ki birtakım saldırılar ve karalama kampanyaları olacaktı.
Utanılacak bir geçmişim, karanlık bir mazim olmadığı için umursamadım bile.
Derken Ergenekon’un Çöküşü-2’yi kaleme aldım.
Sonra; Kod Adı: Darbe, Konsept Savaşı ve son olarak da Korku İmparatorluğu: GLADIO…
Bunlara bir de www.cafesiyaset.com’da köşe ve buradaki yazıların büyük bölümününwww.haber7.com’da kamuoyuna aktarılması eklenince, statüko saldırılarını daha da acımasızlaştırdı.
11 Mayıs 2008’de bazı gazetelerin (Taraf, Vakit) manşetine taşınan Kod Adı: Darbe kitabındaki bilgi ve belgeler, “tüm çaba ve araştırmalarına rağmen tek bir yumurta bile çalmadığımı” görenleri paniğe soktu.
Önce derin yapının taşeronu ve tetikçisi olan DHKP-C terör örgütü, kendi internet sitesinden şahsıma yönelik küfür ve hakaret dolu bir tehdit bildirisi yayınladı.
Bu örgütten gelebilecek saldırının tedirginliği içerisinde yaşarken, 24 Mayıs 2008 günü Ankara Emniyet Müdürlüğü tarafından gözaltına alındım.
Gözaltına alınış gerekçem ise Aziz Nesin’lik bir öyküydü:
Güya İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne yapılan bir ihbarda, “kendimi derin devletin elemanı olarak taktim edip, elimde çok sayıda belge bulunduğunu öne sürüyormuşum”.
Yani derin yapılara savaş açmış ve onların tehdidi altındaki ben; kendimi o yapının elemanı olarak tanıtıyormuşum!
Kargaların bile güleceği bu gerekçeye dayanılarak gözaltına alınmıştım.
2 gün boyunca “elimdeki belgeleri teslim etmem ve kimlerden aldığımı söylemem” istendi.
Bu arada o karanlık ellerin uzantıları da boş durmuyordu…
‘Gözaltına alındığımda evimde PKK’ya ait çok sayıda belge çıktığından kooperatif yolsuzluğundan yargılandığıma varana kadar’ birçok yalan bilgi servis edildi.
Servisin adresi de ilginçti.
Gazetecilik mesleğini araç olarak kullanan bir muhbir/muhabir üzerinden yürütülmüştü bu kirli servis.
Bir anda adım PKK’lıya ve kooperatif yolsuzluğu yapan sahtekara çıkarılmıştı.
Oysa ne bir kooperatifte yönetici, ne de bu yönde bir soruşturma, kovuşturma ya da yargılamayla muhatap olmuştum.
PKK’ya ait çok sayıda belge yalanına gelince;
O dönem Zaman Gazetesi’nden Ahmet Dönmez ile beraber çalıştığım ve PKK’nın finans kaynakları arasında gösterilen haraç toplama yönteminin bir belgesini ibraz etmiştim polise.
A5 ebadındaki bu belgeyi de polisler bulmamış, adli tıp kurumuna gittiğimizde cüzdanımda olduğunu hatırlayıp kendim teslim etmiştim.
Nihayet gözaltına alınışımın 2. günü arşivlerden çıkarılan ve 12 yıl (1996) öncesine ait kefaletten doğan bir dosya gerekçe gösterilerek cezaevine gönderildim.
Amaca ulaşılmıştı. Aktüel’deki deyimle “Son darbe de vurulmuştu”.
Bunu fırsat bilen o muhbir/muhabirler, kendilerine tevdi edilen görevi layıkıyla yerine getirmek için, çalıştıkları yayın organlarında, aleyhimde en alçakça, en aşağılıkça, en şerefsizce yazılar kaleme aldı.
Star Gazetesi’nde 26 Mayıs 2008 günü “bir daireyi üç kişiye sattığım için cezaevinde yattığım” gibi koca bir yalandan ibaret haber yayınlandı.
Aktüel Dergisi’nde, oto alım satımı yaptığım, beni askerlerin koruyup kolladığı iddia edilirken “dolandırıcılık” yaftası vuruldu ve 7 yıl polisten kaçtığım yalanı döşendi kapaktan.
Oysa ömrümün hiçbir döneminde oto alım satımı işi yapmamış, askerin koruyup kollamasına muhtaç kalacak hiçbir gayrimeşru işe bulaşmamıştım. Hele 7 yıl polisten kaçtığım yalanına ne demeli… Üstelik yaptığım araştırmada bu haberde kullanılan kaynağın da, sübyancılığıyla nam salan bir muhbir-muhtar olduğunu, bu kişi hakkında, Ankara Pursaklar’da bir bayana, sarkıntılık ve taciz iddiasıyla suç duyurusunda bulunulduğunu öğrendim.
Bu arada, kaçtığım söylenen dönemde askerliğimi yapmış, Ergenekon savcılarına da tanık olarak ifade vermiştim.
Zekasının binde biri bile çalışan bir haberci, aranan birinin askerden terhis olmadan cezaevine gönderileceğini, savcıya ifade verirken yapılan sorgulamada bu aramanın ortaya çıkacağını bilebilirdi.
Ama amaç gerçekleri yazmak değil, yalan yanlış bilgilerle, o karanlık eller adına tetikçilik yapıp, Ergenekon sürecindeki pozisyonumu şaibeli hale getirmek, kamuoyunda meşruiyetimi tartışmaya açacak lekeler sürmekti.
Nitekim Ergenekon dava sürecinde, bazı Ergenekon sanıkları, gözaltına alınmam sonrasında belli merkezlerden üretilen kara propaganda malzemelerini kullanarak şahsıma her türlü hakarette bulundu.
Şimdilerde gerek hakkımda yapılan haberlere, gerekse www.cafesiyaset.com’da yayınlanan yazılarıma yorum yapan bazı odaklar, aynı merkezlerin ürettiği yalanlar ve yukarıda sözünü ettiğim karanlık dehlizlerden sıçratılan çamurlara sarılıyor.
Bunlarla da yetinmeyenler, kah bir siyasi partinin kalemşörlüğü ile kah bir cemaatin tetikçisi olmakla itham ediyor.
CIA kontrolünde olduğum bile kaleme alınıyor bu “kontrollü yorumlarda”.
Oysa 40 yaşına gelmiş biri olarak; şimdiye kadar ne bir siyasi parti ile ne bir cemaatle ne de istihbarat örgütleriyle ilişkim oldu.
Onlarca haber kaynağımla, hiçbir kişiye, kuruma ve kuruluşa bağımlılığım olmadığı için ilişkimi devam ettirebildim.
Mesleğime ara verip ticari denemelerde bulunduğum dönemlerde bile haber kaynaklarımla ilişkilerimi devam ettirdim.
Hayatın meşakkatlerinde boğulurken de yapayalnızdım şimdi de yapayalnızım.
Kimi yorumcular, maddi çıkar karşılığı kitaplar yazıp bu köşedeki analizlerimi kaleme aldığımı iddia ediyor; oysa yüz binlerce lira tazminat alabileceğim hakaret ve iftira yayınlarına, harç bedellerini karşılayacak maddi birikimim olmadığı için dava bile açamadım.
Kaleme aldığım kitaplardan dolayı, soruşturmanın gizliliğini ihlal gerekçesiyle, onlarca yıl hapis talebiyle yargılandığım ceza davaları ile neredeyse tüm Ergenekon sanıkları tarafından açılan tazminat davalarını, ücretini karşılama imkanım olmadığı için avukat tutamayıp kendim takip etmeye çalışıyorum.
Görevi “çamur at izi kalsın” politikasını yürütmek olan karanlık eller, belli merkezlerden kurgulanan aymazlar, bu çamurlarla da yetinmeyip nesebim ve meşrebime de dil uzatma küstahlığını gösteriyorlar.
Oysa en küçük bir araştırmada bile, Orta Asya’dan göçle gelen Barak Türkmen Beyliği’nin tertemiz, anlı şanlı ve şeffaf soyunun bir ferdi olduğumu anlarlardı.
Ömrünün hiçbir döneminde harama meyletmemiş, 12 yaşından bu yana tüm ibadetlerini yerine getirme çabasındaki 80’ini devirmiş bir çiftçi babanın ve köklü bir sülalenin evladı olduğumu öğrenebilirdi.
Gelelim TSK düşmanı, bölücü, hain gibi yakıştırmalara…
Tıpkı Ergenekon yapılanması üzerine makaleler ve kitaplar kaleme alan diğer meslektaşlarım gibi şahsıma da belli merkezlerden “ordu düşmanı, bölücü ve hain” gibi yakıştırmalarda bulunuldu ve bulunulmaya da devam ediliyor.
Şahsen buna sadece gülüyorum.
Çünkü hepimizin mücadelesinin, gösterdiği çabanın temelinde, gerek TSK gerekse diğer devlet kurumlarının genlerine sirayet etmiş küresel çete uzantılarından arınarak; özüne dönüp milletine hizmet eder hale gelmesi yatmaktadır.
İşin aslı, bu kurumları kullanarak bu ülkeye ihanet içerisinde olanlar tarafından eleştirilmeyince, böylesine alçakça saldırılar ve kirli tezgahlara hedef olmayınca üzülürdüm.
Eminim ki Şamil Tayyar da, Ahmet Altan da, Mehmet Baransu da üzülürdü. Demokrasi ve şeffaflaşma konusunda kalem oynatan tüm meslektaşlarım üzülürdü buna.
Bu satırları ne idüğü belirsiz kesimlerin provokatif yorumlarına ve alçakça saldırılarına cevap vermekte kullandığım için gönül dostlarımdan özür diliyorum.
Ama neticede ben de bir insanım ve tahammül bir yere kadar.
Bu kadar kirli propaganda karşısında diyecek bir şeyim olmalıydı.
Durmak yok; hırsızla, arsızla, soysuzla ve çetelerle mücadeleye devam.
Her yakılan bir mum daha aydınlık Türkiye’nin habercisidir.
Kaynak: