'Erdoğan’ın metin ekibinde solcular da var'
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın metin yazarı Aydın Ünal dikkat çekici açıklamlarda bulundu. Ünal Erdoğan’ın metin ekibi için "Sokakla irtibatı olan insanlardan…En önemli özellikleri buydu. Aramızda muhalifler de vardı. Yani solcular da vardı. Belli konularda sür
Aydın Ünal, kuruluşundan bu yana AK Parti içinde yer aldı. Parti programıyla başlayan AK Parti içindeki "yazma" serüveni son 8 yıldır Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın konuşma metinlerini hazırlamakla sürdü. 7 Haziran 2015 seçimlerinde milletvekili olarak parlamentoya girmek için görevinden istifa etti. Ünal’a yıllardır birlikte çalıştığı lider Türkiye’ye başkanlık sistemini tartıştırırken ve sistem bir olasılık olarak Türkiye’nin önündeyken, neden ‘Başkan’ın adamı’ olmayı değil milletvekilliğine soyunduğunu soruldu.
İşte o sorular ve cevapları:
Neden milletvekili olmak istiyorsunuz?
Ben AK Parti hükümetiyle 1 Ocak 2003'te çalışmaya başladım. 12 yıl 2 ay oldu hükümet ile çalışmaya başlayalı. İnanılmaz bir okuldu. Böyle bir öğrenim sürecini doktora, master öğrencileri elde edemezlerdi. Alanında çok deneyimli, birikimli insanlarla çalıştım. Özellikle Hazine’de o beş yıl içerisinde bir çok insandan çalışırken ders alma imkânım oldu.
Arkasından 2007 yılında Recep Tayyip Erdoğan ile Sayın Cumhurbaşkanımız ile çalışmaya başladık. O ayrıca büyük bir okuldu. Ekonomi, dış politika, iç politika, çözüm süreci... Türkiye'nin o büyük dönüşümüne tanıklık ettik. O süreçlerin içinde yer aldık.
Dolayısıyla çok ciddi bir tecrübe oluştuğunu düşünüyorum. Siyasete, Türkiye'nin idare sistemine ilişkin. Türkiye'nin toplumsal yaşamını anlamaya ilişkin çok ciddi bir birikim olduğunu düşünüyorum. Tabii bu arada yaptığım işle ilgili de, 7,5 - 8 yıl yapınca bir işi orada da artık bir körleşme oluşmaya başlamıştı. Bir alan değiştirmek gerekiyordu ben milletvekilliğini bilgiyi, tecrübe ve birikimi kullanmak için iyi bir fırsat olduğunu düşündüm. Sayın Cumhurbaşkanımızla da aynen bu şekilde istişare ettik. O da uygun gördü. Ben sayın cumhurbaşkanına da söyledim. 2 yıldan fazla yapılabilecek bir iş değil. 2 yıl sonrasında bir takım sorunlar ortaya çıkabiliyor.
Ne gibi sorunlar bunlar?
24 saat çalışıyorsunuz. Yattığım zaman bile rüyamda metin yazıyordum, metin yazarak uyanıyordum. Aksi takdirde işinizi de yapamazsınız, iyi de yapamazsınız. Dünyanın her yerindeki mesele hemen bununla ilgili ne denilebilir, ne söylenebilir bunu düşünmeye başlıyorsunuz. Türkiye'deki her konu ile ilgilenmeniz, her konu hakkında bilgi sahibi olmanız gerekiyor. Dolayısıyla çok çok yoğun bir süreçti.
Erdoğan Türkiye’yi Başkanlık sistemine hazırlıyor görünüyor. Milletvekili olmak yerine "Başkanın adamlarından biri" olarak da kalabilirdiniz.
Birisinde bürokrasi var, devlet var. Diğerinde seçim var, millet var. Dolayısıyla çok birbiriyle karşılaştırılacak şeyler değil.
Bürokrasi insanlar için inanılmaz güvenli bir yer. Bu tahmin ediyorum, Mete Han’dan bu güne kadar belki 2 bin yıldır da böyle. Devlet memuru başından itibaren hep korunmuş, daha doğrusu kendisini korumuş. Kendisine çok iyi imkanlar sağlamış. Kendisini de hep siyasetin dışında bir yerde konumlandırmış. Bürokrasi çok cazip. Ama öbür tarafta bir sınava, imtihana giriyorsunuz. Milletle kaynaşıyorsunuz, farklı bir alana geçiyorsunuz.
“Bürokrat iş yaparken kaygı duymuyor”
‘Başkan’ın yanındaki adam mı?’ dediğiniz zaman, orada işte siyasetle, bürokrasi birbirine karışıyor. Cumhurbaşkanı’nın başkanlık sistemini çok fazla vurgulamasının ana gerekçelerinden bir tanesi de bu. Bürokrasi ve siyaset birbirinden bu kadar kopuk olmasın. Birbirine karşı konumlandırılmış olmasın. Bürokrasi ayrı bir sınıf. Bürokrasinin siyasetle gerçekten bir ilgisi yok. Dünyanın birçok yerinde de böyle. Bürokrasiye ilk başladığım günlerde duymuştum, ‘bir bürokrat mesaisinin yüzde 70’ini koltuğunu korumak için sarf eder.’Bürokrat iş yaparken bir kaygı duymuyor. ‘Bunu millet sever, beğenir’ veya ‘millet bundan hoşlanmaz’ gibi bir kaygı duymuyor. Çünkü başarısını ya da başarısızlığını millet takdir etmiyor, ölçmüyor. Dolayısıyla kendisini biraz daha sorumsuz görüyor. Daha çok yasalarla, Anayasa ile çalışıyor. Ama siyasetçi yasalara, Anayasa’ya ek olarak millet ile çalışıyor. Yaptığı işi millete beğendirmek, milletin takdirini toplamak zorunda. Öyle olunca iki ayrı yol oluşuyor. Türkiye’de 1923’ten itibaren sistem bu şekilde konumlandırılmış, bürokrasi ayrı bir yere gidiyor, siyaset ayrı bir yere gidiyor ve aralarında da maalesef hep çatışma olmuş. Çatışmanın çok derinleştiği dönemlerde de darbeler yapılmış. Başkanlık sisteminin Türkiye’ye sağlayacağı faydalardan bir tanesi de bu. Bürokrasi ile siyaset arasındaki ya da devlet ile siyaset arasındaki o uyuşmazlığı, ayrımı, istikamet farklılığını ortadan kaldırmaya yönelik bir adım. Dolayısıyla "Başkan’ın adamı" olarak kalmış olsaydık aslında siyasetin içinde de olmuş olacaktık, çok fark etmeyecekti.
"Ben milletvekili olursam……” cümlesini nasıl tamamlarsınız?
Buna bir şey söylemezdim…
AK Parti’nin, hükümetin söylemini oluşturmak için çok çaba harcadık. 12 – 13 yıl içinde en fazla kaçındığımız şey buydu. Yapamayacağınızı söylemeyeceksiniz, bir şey söylediğiniz zaman da yapacaksınız. Ben yanında çalıştığım kişilerden hep bunu duydum. Biz gençlik dönemlerimizde hep görüyorduk, popülist siyaset çok zirvedeydi, işte yapıyordu. O popülist siyaset, siyaseti çok fazla tahrip etti.
O zaman şöyle soruyorum. “Ben milletvekili olunca…..” cümlesini nasıl tamamlarsınız?
Milletim için çalışacağım diye tamamlarım. Onun dışında somut, spesifik bir şey söylemekten kaçınırım. En iyi şekilde yapacağıma inanıyorum. İnşallah da öyle olur.
2015 seçimi AK Parti için bir çok açıdan önemli olacak. Lider değişikliği oldu, partinin üç dönem kuralı nedeniyle kadrolarının en az üçte biri otomatik olarak değişecek. Bu değişiklikler sizce AK Parti’ye ve Türk siyasetine nasıl yansır?
Eski siyasetin kodlarında şöyle çok yanlış bir algı var. ‘Ben varsam bu iş olur, ben yoksam bu iş olmaz’ gibi bir algı. Cumhurbaşkanı’nın Başbakanlığı döneminde de çok vurguladığı bir şeydi bu. Hiçbir şey isimlerle kaim değil. Bir politikanız, hareketiniz, davanız varsa onu omuzlayan her kim olursa olsun isimlerden bağımsız olarak o dava gidecektir, o hareket devam edecektir. Bunu çok vurguladı.
“İsimlerden çok dava ruhuna bina edilmiş hareket”
AK Parti’nin geldiği gelenek de biraz bunun üzerine bina edilmiş durumda. İsimlerden çok davanın ruhuna, ahlakına bina edilmiş bir hareket. Dolayısıyla isimlerin değişmesi hiçbir şekilde partinin politikalarında, istikametinde, hedeflerinde farklılığa yol açmayacaktır. Bir de insanlar belli konularda tecrübe edindikleri zaman o konularda vazgeçilmez olduklarını zannedebiliyorlar. Arkadan nasıl bir nesil geldiğini, nasıl bir gençlik geldiğini çok fark edemiyorlar. Orada bir güvensizlik oluşuyor.Ben arkadan çok ciddi birikimli ve geçmişe nazaran çok farklı bir gençlik geldiğine inanıyorum. Bizim sahip olmadığımız birçok imkâna sahipler. Ama kendilerini gösterebilecekleri, ispat edebilecekleri imkânlar bulamıyorlar. Bu imkânlar ellerine geçtiğinde çok iyi sonuçlar alınabileceğini düşünüyorum. Dolayısıyla üç dönem kuralına takılanlar, bu dönem parlamento dışında kalacak olanlar gittiği zaman parti politikalarında hiçbir değişiklik olmaz.
Bir de Cumhurbaşkanı şunu çok fazla vurguladı: 3 dönem kuralına takılanlar dışarda kalıyorlar anlamına gelmiyor. Tahmin ediyorum ki tamamı bir şekilde değerlendirilecek, birikimlerinden bir şekilde faydalanılacak. Bunun yanında da yeni gelenlere bir pratik yapma imkânı sunulmuş olacak. 12 yıl öncesini düşündüğünüz zaman AK Parti’nin bir avuç denilebilecek bir kadrosu vardı neredeyse. Şimdi binlere, belki yüzbinlere ulaştı. Bu kan değişimleriyle bu sayıların çok daha fazla artacağına inanıyorum.
Erdoğan gündem yaratan, hatta özellikle gündem yarattığı söylenen bir lider.Bunu Erdoğan tek başına mı yapıyordu, birlikte mi belirliyordunuz?
Tek başına yapıyordu. Bir kere çok eski bir siyasetçi. Çekirdekten gelen bir siyasetçi. Çocukluğundan, ilk gençlik yıllarından itibaren siyasetin içinde bulunmuş birisi. Hitabeti çok güçlü. Metne bağlı konuşan birisi değil. Önünde bir metin olsa da, olmasa da konuşabilen birisi. Dinleyenleri etkileyen, pür dikkat dinleten birisi.
Bunun altını çizerek söylüyorum, biz Cumhurbaşkanımızın arkasından giderdik. Metin yazarlarıyla ilgili böyle bir yanılgı var. Biz arkasından giderdik.
Bizim yaptığımız onun konuşmalarına katkı sağlamaktı. O yoğunluk içerisinde unuttuklarını hatırlatmaktı. Birtakım cümleleri onun takdirine sunmaktı. O metin okumuyordu, konuşuyordu. Dolayısıyla o gündem konularında hep bize ders vermiştir. Onlar asla bizim yaptığımız ve yapabileceğimiz şeyler değildi. Hep bu konuda bize ders vermiştir. Bütün o gündemi oluşturan konular da, gazetelere, televizyonlara yansıyan başlıklar da onun kendisinindi.
Önerilerinizi reddettiği olur muydu?
Çok yoğun bir programı olduğu için, bir de hafta içinde çok fazla konuşması varsa her konuşma öncesinde oturup kendisiyle istişareler yapmak, metni müzakere etmek mümkün olmuyordu. Ama kendisi mutlaka metinleri okurdu konuşmayı yapmadan önce ve metinler üzerinde düzeltmelerini, ekleme, çıkarmalarını yapardı. Bazı çok önemli konuşmalarda geniş istişareler yapardı. Örneğin her yıl bütçe konuşması çok geniş istişare ile hazırlanırdı. Sadece metin ekibi değil, partideki, hükümetteki bakanlar, genel başkan yardımcıları, ekonomi ile ilgili olan milletvekilleri hepsi toplanırdı. Bir veya iki tane geniş toplantı yapılır, oradan çıkan notlardan bir metin hazırlanır, sonra o metin üzerinde bir gün öncesini boşaltır o metin üzerinde akşama kadar çalışırdı.
Bir süre sonra artık zaten aynı düşünmeye ve aynı konuşmaya başlıyorsunuz. İyi bir uyum oluşuyor. Bizim metin ekibi olarak başarımız zaten biraz bundandı. Ne diyebileceğini, nasıl bir tavır takınabileceğini tahmin ediyorduk, kendisinin takdirlerine sunuyorduk ve genelde de örtüşüyorduk.
Erdoğan’ın metin ekibi nasıl bir ekip? Kimlerden oluşur, nasıl çalışır?
Ekibimiz çok değerli bir ekipti. Ekibimizi hiç kimse bilmiyor. Metin yazarını da, metin ekibini de kimse bilmiyordu. Çok sıradan insanlardan oluşuyordu. Sokakla irtibatı olan insanlardan…En önemli özellikleri buydu. Aramızda muhalifler de vardı. Yani solcular da vardı. Belli konularda sürekli istişareler yapıyorduk. Benim belli politika, konu ve kararlarda muhalifler nasıl düşünüyorlar, tepki veriyorlar görme imkânım oluyordu. Bu şekilde, konuşma notları hazırlarken onları ikna edebilecek cümleler de üretebiliyorduk. Kafalarındaki soru işaretlerine denk gelebilecek cümlelerde üretebiliyorduk.
Karşıtlarını içinde barındıran bir ekipti yani…
Evet. Hatırlıyorum, Cumhuriyet Halk Partisi’nde (CHP) birkaç danışman çok öne çıkmıştı. Bu danışmanları öne çıkarırken özellikle eğitimlerine vurgu yapılıyordu. ‘Türkiye’nin şu saygın üniversitesinde okumuş’ , ‘Yurtdışında şu üniversitelerde, çok büyük üniversitelerde okumuş..’ diye. Bizde de öyle iyi okumuş arkadaşlar vardı ama diplomaları değil, daha çok sokakla olan irtibatları işe yarıyordu. Gerçekten hepsi de yoksul ailelerden gelmiş, 2002 öncesi Türkiye’yi yaşamış, nasıl bir Türkiye olduğunu bilen şu anda da sokakla irtibatı hiçbir şekilde kopmamış insanlar. Sabah toplantı yaptığımızda kimileri belediye otobüsünde nelerin konuşulduğunu anlatıyordu bize. Biz orada belediye otobüsünde konuşulanı duyduğumuzda bunun genel bir kanı olduğunu düşünüp üzerinde çalışıyorduk. Veya arkadaş çevrelerinde nelerin konuşulduğunu anlatıyorlardı, onun üzerinde duruyorduk.
“Bütün işi rakamlar olan insanlar vardı”
Bunun yanında Türkiye’nin veri nabzını tutan arkadaşlarımız vardı. Bütün işi rakamlar olan arkadaşlarımız vardı. Her konuda doktora tezlerine kadar araştırmalar yapan arkadaşlarımız vardı. Yani nerede ne olduğunu çok sıkı takip eden arkadaşlar vardı. Edirne’den Hakkari’ye kadar yerel basını takip ederlerdi. Çok sistemli yapılan işler değildi ama olağanüstü gayret gösterdiler. 2009 seçimlerinde bizim de tecrübemizi artıracak farklı bir yöntem izledik. Yerelin nabzını tutma konusunda araştırmalar yapmaya başladık veriler toplamaya başladık. O zaman bunları Başbakan’a vermeye başladık. Onun da güzel sonuçları olduğunu gördük.
Sanırım 30 Mart seçimleriydi. Arkadaşlarımızdan biri Youtube’da dolaşırken bir dedenin videosuna rastlamış. Dede ile torunu sohbet ediyorlar. Torun dedeye Tayyip Erdoğan ile ilgili sorular soruyor o da güzel cevaplar veriyor. ‘Hemen bu dedeye ulaşalım’ dedim. Ordu’nun bir köyünde, dedenin telefonu bulundu. Ailesiyle konuşuldu. Çok yorgun olduğu halde Sayın Başbakan’a aramasının iyi olabileceğini söyledik. O akşam dedeyi aradı, hal hatır sordu. Birkaç gün sonra da Ordu'da miting vardı. Mitingde o dedeyi anlattı. Kalabalığın içinde o dedenin akrabaları varmış bağırdılar, onları gördü.
Diğer liderlerin ekiplerinin nasıl çalıştığını incelediniz mi?
Obama’yı inceleme imkânımız oldu. Nasıl çalışıyorlar diye baktık. Ama Batı'daki siyaset ile bizdeki siyaset aynı değil. Orada çok daha farklı metotlar kullanılıyor. Mesela Almanya’da birkaç salon mitingi yaptık. Alman siyasetçiler çok şaşırmışlardı ‘Bu kadar insanı nasıl topluyorsunuz’ diye. Almanya’da kendi kitlelerini toplayamıyorlar ama Recep Tayyip Erdoğan geliyor, on binlere hitap ediyor ve insanlar pür dikkat onu dinliyor ve konuşmanın başından sonuna kadar tezahürat yapıyorlar, coşku hiç sönmüyor.Bizde siyaset oradan çok farklı. Türkiye siyasetinde söz hâlâ çok etkili ve çok değerli. Dünyanın hiç bir yerinde olmadığı kadar liderler kitlelere konuşuyorlar ve liderlerin kitlelere yaptıkları konuşma hâlâ kitleleri etkileyebiliyor, yönlendirebiliyor. Dolayısıyla bizde konuşma, hitabet çok önemli hala siyasette. Obama’nın yanlış bilmiyorsam 150 kişilik bir metin ekibi bulunuyor. İçinde her konuda profesörler, uzmanlar var. Biz bu işi 7 – 8 kişi yaptık. Obama tahminim haftada bir konuşma yapıyordu. Sayın Cumhurbaşkanı’nın haftada 15’e kadar çıktığı oluyordu.
En yakınındaki isimlerden biriydiniz. Ondan öğrendiğiniz en önemli şey neydi? En çok hangi özelliğinden etkilendiniz?
Birçok şey var ama; liderlik ne demektir öğrenemiyorsunuz, bu öğrenilecek bir şey değil ama liderliğin ne olduğunu görüyorsunuz. Ben bunu özellikle Gezi olaylarında ve 17 – 25 Aralık sürecinde yaşadım. Özellikle 17 – 25 Aralık.
“17 Aralık'ta biz de yüzüne bakıyorduk”
O gün Konya’daydı Sayın Başbakan. Şeb – i Arus için Konya’ya gitmişti. Akşam Şeb-i Arus için kameraların karşısına geçecekti. Sadece Türkiye değil, bütün dünya onun yüzüne, yüzündeki ifadeye bakıyordu. Onu biz çok iyi hissediyorduk. Yüzündeki ifade ne olacak? Suratı asık mı olacak? Suratı yere düşmüş mü olacak? Boynu bükük mü? Öfkeli mi? Düşünceli mi? Herkes ona bakıyordu. Tahmin ediyorum, gazetecilerin de baktığı oydu. En ufak bir tereddüt, en ufak bir sarsılma göstermedi. Biz metin ekibi olarak zaten sadece o tür süreçlerde değil, ekrana çıktığı anda biz yüzüne bakarız. Pür dikkat dinleriz. Metin ile uyumunu, psikolojisini görmeye çalışırız, nereyi okuyor, nereyi okumuyor, nereyi atlıyor görmeye çalışırız. Biz de o gün onun yüzüne bakıyorduk.
En küçük bir sarsılma göstermedi. Ve onun kitleler üzerinde inanılmaz büyük bir etkisi oldu. Sonraki süreçte de göstermedi. Hiç geri adım atmadı. O kadar ağır saldırılar gerçekleşti. Görünen ya da görünmeyen çok sayıda saldırı vardı o süreçte. Çocuklarına, ailesine, kardeşlerine, etrafındaki herkese, danışmanlarına çalışma arkadaşlarına…En ufak bir yorgunluk, yılgınlık göstermedi. Ve ben liderin ne demek olduğunu o zaman anladım. Çok kısa bir süre sonra taarruzdan çıktı ve saldırıya geçti artık. Ha dedim, lider böyle bir şeymiş demek ki. Çünkü bir başkasının başına gelseydi bu olaylar böyle dik durabileceğini, böyle sağlam durabileceğini tahmin etmiyorum
AK Parti’nin lideri için metin yazarken, günlük de tuttunuz mu? Tanıklık ettiğiniz dönemi yazacak mısınız?
Hiç günlük tutmadım. Yaptığımız işler, yaşadıklarımız basına yansıyordu. Arşivi önümüze koyduğumuz zaman onun bir günlük olacağını düşünüyorum. Ama böyle bir şey yazabilmek için çok iyi bir romancı olmak gerekiyor. Ben Milli Eğitim Bakanımız Nabi Avcı’dan çok umutluyum bu konuda. En başından beri hep içinde olup hem gözlemleyebilen birisi, kalemi çok güçlü birisi. Keşke bu yaşadığı süreçleri yazabilse.
Al Jazeera
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.