Efendimize göre en tehlikeli virüs
Son zamanların en önemli gündemi domuz gribi ve o gribe sebep olan H1N1 virüsü. Her tarafa hızla yayılan ve insanların ölümüne sebep olan tehlikeli bir virüs bu
Amerika'da ölümler artınca Başkan Obama bu virüse karşı olağanüstü hal ilan etmek zorunda kaldı.
Bizim ülkemizde de durum farklı değil. Hemen her yaştan insanın ölüm haberleri, insanları ve kurumları tedbir almaya zorluyor. Sokakta insanlar maskeyle geziyor. Belediye otobüslerine, metrobüse eldiven takarak binen insanlar var. Devlet, milyonlarca insanı bu virüse karşı aşılamaya başladı. Anti-bakteriyel ürünler, temizlik malzemeleri hiç olmadığı kadar ilgi görüyor bu günlerde. Toplu ulaşım araçları, okullar, hastaneler; yani insanların birbirlerine virüs bulaştırması muhtemel bütün mekanlar ilaçlanıyor, dezenfekte ediliyor.
Her öksürene ya da hapşırana insanlar şüpheyle bakıyor. Gözler, etrafı "aman virüs bana da bulaşmasın" endişesiyle seyrediyor. Cam bölmenin ardında elinde eldiven ve yüzünde maskeyle okurlarıyla söyleşen (!) yazarların komik hallerini bir tarafa bırakırsak herkes bu virüse karşı elinden gelen tedbiri almaya çalışıyor. Bütün bu tedbirler hatta daha fazlası insan sağlığı için mutlaka gerekli. Ama bir de madalyonun öbür yüzü var. Maske takarak sokağa çıkan, çantasında anti-bakteriyel jeller taşıyan titiz insanları görünce Bediüzzaman'ın
2.Lema'da temas ettiği ibretlik nükteler geldi aklıma.
Hz. Eyyûb'un kıssası üzerine yazılmış nüktelerde onun maruz kaldığı yara ve hastalıklar anlatıldıktan sonra "İç dışa, dış içe bir çevrilsek, o hazretten bin defa daha ziyade yaralı görüneceğiz." deniyordu. Bizim manevî yaralarımızın her türlü maddî yaradan daha tehlikeli ve öldürücü olduğuna dikkat çekiliyordu. "O'nun yaraları şu kısacık dünya hayatını tehdit ediyor, bizim yaralarımız ise milyonlarca sene sürecek ebedi hayatımızı tehdit ediyor." ifadesiyle insanlar tefekküre ve o yaralarla mücadeleye davet ediliyordu.
O nüktelerin arasında dolaşırken, aklıma bir sürü soru üşüştü. Ne zaman, nerede ve ne şekilde sona ereceğini bilmediğimiz şu kısacık dünya hayatımızı tehdit eden bir grip virüsüne karşı haklı olarak bu kadar panik duyan ve tedbirlerini en üst seviyeden almaya çalışan insanlar, ebedi hayatlarını öldürmeye namzet virüslerin farkındalar mı, diye sordum kendi kendime.
Acaba dedim, Bediüzzaman Hazretleri'nin "Hazer et, bir danede, bir lokmada, bir öpmede batma!" diyerek uyardığı virüslerden her gün kaç tanesi bulaşıyor yüreğimize?
Ya da Kur'an'ın "ölmüş insan eti yemekten daha iğrenç" olarak nitelendirdiği gıybet ve dedikodu bizi öldürmeye hazır tehlikeli bir virüs değil midir?
Yüce Allah'ın açıkça yasak ettiği, insanların kusurlarını ve ayıplarını arama (tecessüs) ve onlar hakkında sürekli kötü düşünme ve her hallerini kötüye yorma (su-i zan) virüsleri ahiretimiz adına bize nasıl bedeller ödetiyorlar acaba?
Nebiler Sultanı'nın (sallallahu aleyhi ve sellem), "Ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi, sizin de amellerinizi bitirir." sözleriyle tehlikesine işaret buyurduğu haset virüsünün öldürücülüğü neden ürpertmiyor bizi?
Harama bakmanın şeytanın zehirli oklarından bir ok olduğunu unutup, her defasında sinemize saplanan o kahredici zehirin farkında mıyız? Bir haram lokmanın bize ve neslimize verdiği zararı hiç hesap ettik mi?
Aldatmanın, yalan söylemenin, sözünde durmamanın, emanete ihanetin, iftira atmanın, insanlara ve bütün canlılara zulmetmenin, gururun, kibrin, enaniyetin, riyanın, ikiyüzlülüğün, anne-baba hakkını gözetmemenin, eşin, çocukların hukukunu umursamamanın, kul hakkına riayet etmemenin... ve hayatımızın içinde cirit atan daha binlerce virüsün, manevi bünyede meydana getirdiği tahribatın boyutlarını hangi ölçü birimi tespit edebilir?
Televizyon dizilerine, maçlara, günlere, gezmelere ve içi boş muhabbetlere saatlerce vakit harcayan bir insanın, toplamı bir saat süren beş vakit namaza vakit ayıramaması bu virüslerden kaynaklanmıyor mu?
Namazlarını kılan insanların, namazda hedeflenen derinliğe bir türlü ulaşamamaları, kaçırdıkları bir vakit namazın ardından arşı titreten çığlıklarla pişmanlık ve üzüntülerini ifade edememeleri de aynı virüsten değil mi?
Günde yüz defa kelime-i tevhidi, salâvat-ı şerifeyi, istiğfar duasını çekmekte zorlanan, eline Kitabullah'ı, Cevşen'i, Kulûbu'd-Dâria'yı, Delâilü'l-Hayrât'ı almaya üşenen zayıf iradelerin mecalsizliğinin altında da bu virüsler yok mu?
Sorular böylece uzayıp gitti. Evet, manevî bünyeye musallat olan bu virüsler zamanla gövdeyi kemiren bir kurtçuğa veya manevi bir yılana dönüşüyorlar. Bununla da kalmayıp Rabb'imizle en önemli irtibat noktamız olan kalbimizi ve o kalbin tercümanı dilimizi ısırmaya, onları ibadetten ve zikirden soğutup nefret ettirmeye başlıyorlar.
Bilmem ki bu virüslere karşı, domuz gribine karşı takındığımız hassasiyeti takınıyor muyuz?
SÜLEYMAN SARGIN-ZAMAN