Dilipak'ın gelininden mektup var
Vakit yazarı Abdurrahman Dilipak'ın gelini Sezin'den Ayşe Arman'a mektup var. Bakın mektupta neler var...
Ayşe Arman/Hürriyet
Abdurrahman Dilipak'ın gelini Sezin'den mektup var
Tıbbiye'nin 5. sınıfındayken
"Ya başörtünü çıkar ya okulu terk et" deselerdi ne yapardınız?
Hadi cevaplayın bakalım...
Ben çok düşündüm bu sorunun cevabını... Çocukluğumdan beri bunun hayalini kurmuşum, doktor olacağım, o beyaz önlüğü giyeceğim demişim... Ve kazanmışım tıp fakültesini... 5 seneyi de başarıyla okumuşum... Yani yüzmüşüm, yüzmüşüm kuyruğuna gelmişim... Çok az kalmış doktor olmama, o itibarlı ve çocukluğumdan beri istediğim mesleği yapmama. Amaaaaa... Birdenbire kafamdaki örtüyü çıkarmam gerektiğini söylüyorlar. Oysa baştan beri o benim kafamda. Okula hep onunla gidip gelmişim. Ve bu benim için dünyanın en zor şeyi. Ama bu hayati kararı vermem gerekiyor...
Böyle bir durumda hiç kalmadım.
Vakit Gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak'ın gelini Sezin kaldı.
Sezin Cerrahpaşa Tıp'ı bırakmış, şimdi eşi ile birlikte Dubai Borsası'ndaki (DIFC) Mado'yu işletiyor./_np/9455/8789455.jpg
Günlerdir soruyorum kendime, onun yerinde olsam ben ne yapardım, diye.
Galiba hangisinin benim için daha önemli olduğuna bakardım: İnaçlarım mı, insanlara bir hekim olarak hizmet etme aşkım mı? İnançlarımsa, okulu bırakırdım. Ama Müslüman kimliğimin, hekim kimliğinin önüne geçtiğini de kendime itiraf ederdim. Sezin Dilipak'ın hikayesini, yanda, kendi ağzından okuyacaksınız. O okulu bırakıyor. Ben galiba, perukla o bir seneyi okurdum. Bir güzel doktor olurdum.
Sezin şu anda sarma sarıyor, börek yapıyor, evet şahane yemekler çıkarıyor, ama eşine yardım etmenin, sipariş verenlere yemek yapmanın, onu hekimlik kadar tatmin edebileceğine inanmıyorum. Farkındaysanız olan hep kadınlara oluyor!
Bugün sizi onun mektubuyla baş başa bırakıyorum, önümüzdeki günlerde kendisiyle yapılmış bir söyleşi okuyacaksınız, Sezin'le bu meseleyi enine boyuna tartışmak istiyorum.
Ayşe...
Geçenlerde işimle ilgili takdirlerini dile getirmişsin, teşekkür ediyorum.
Aramayan kalmadı.
Hatta, röportaj talepleri geldi.
Bu anlamıyla yazıların ses getiriyor bilesin.
Evet haklısın, yaptığım işi, imkanlar dahilinde, en iyi şekilde yapmaya çalışırım.
Sadece dolma veya börek yaparken değil, hayatımın her anında önemsediğim bir ilkedir bu.
İyi bir doktor olma idealiyle, baştan beri başörtümle okuduğum Tıp Fakültesi'nin son sınıfından yine başımdaki başörtüsü yüzünden atılınca...
Bana ve arkadaşlarıma karşı yapılmış bu haksızlık karşısında, susup oturmak yerine, hakkımı aramak için de elimden geleni yapmaya çalıştım.
Bu konudan mağdur diğer arkadaşlarımla birlikte, bütün siyasi parti temsilcileriyle, birkaç bakanla ve milletvekilleriyle görüştüm.
İl il gezdim, sivil toplum kuruluşlarından destek istedim.
Bu eylemlerimden dolayı olsa gerek, ansızın bir gece İstanbul'da kaldığım yurda polis baskın yapıp, beni gözaltına aldı.
Üstelik gözaltımın özellikle ilk gecesi, İstanbul Terörle Mücadele şubesinde soğuk ve karanlık bir odada geçti, fiziki olmasa bile sözlü kötü muameleye maruz kaldım.
*
O gece kayınpederim de başörtüsü konusunda çalışmalarımıza verdiği katkı, bu konuda yazdığı yazılar ve yaptığı konuşmalar sebebi ile gözaltına alınmış.
O gece aynı mekanda, ayrı binalarda gözaltında kalmışız.
Kayınpederimin, "eylemci gelin"le gözaltında tanıştık latifesi oradan gelir.
"Benim tanıdığım Sezin eylemci değil, dünya şekeri bir insandır" demişsin.
Bir kimsenin meşru çerçevede, şiddete başvurmadan hakkını araması, eylem yapması kötü bir şey değil ki.
Bilakis kendimin ve başkalarının hakkını arama noktasında ve daha iyi bir dünya, daha iyi bir gelecek için eylemci, aktif ve etkin olmak gerektiğini düşünüyorum.
Klasik olacak ama benim de idealim, doktor olunca özellikle imkánı olmayan insanlara hizmet etmek, yardımcı olmaya çalışmaktı.
Doktor olunca, "Savaş bölgelerine, afet bölgelerine gideyim, yaralı ve yardıma muhtaç insanlara yardım edeyim" düşüncesiyle okudum.
Bunları yapabilme imkánına sahip olmak benim için en büyük motivasyondu.
İşte bu motivasyonla, hiç aksatmadan ve derslerimden kalmadan 5. sınıfa kadar başarıyla okudum.
Ama ne yapalım, olmadı!
Ülkemin idarecilerine, yöneticilerine, bu konuda beni, bizi yalnız bırakanlara kırgınım.
Tüm gelişmiş dünya ülkeleri, insanı okusun, üretsin diye uğraşırken benim ülkem başörtüm yüzünden bana "Okuyamazsın!" dedi
"Aman canım çıkar başındakini, okuyuver işte ne olacak!" diyenler de oldu.
Akıl veren çoktu ama özellikle o dönemde, tercihime saygı duyup beni anlamaya çalışan da bir o kadar azdı.
Üniversitemde kurulan "ikna odaları"nda bana "Sizi kim finanse ediyor? Asıl amacınız ne?" gibi garip sorular soruldu.
Resmen okulda sorguya tabi tutuldum!
Sorgulayanlara göre ancak ya yüksek maddi bir menfaat ya da bir kişi veya gruptan gelen büyük bir tehdit beni okuduğum 5. sınıftan vazgeçirebilirdi.
İnancım tek başına asla buna sebep olamazdı...
*
Oysa, "ikna odası"ndakilere de dediğim gibi, amacım okumak, mesleğimde ilerlemek, ülkeme ve insanlığa hizmet etmekti...
Nüfusunun çoğunluğu gayrimüslümlerden oluşan, gelirlerini kendi halkının vergileriyle karşılayan Avrupa ülkelerinin üniversiteleri bile okulumdan atıldıktan sonra beni olduğum gibi kabul etti de, bizim vergilerimizle kurulan, bizim idarecilerimizin yönettiği ve büyük çoğunluğu Müslüman olan ülkemin tüm okullarında yüzüme kapılar kapatıldı.
Eşimin evlendikten sonra işi gereği Dubai'ye yerleşmek durumunda kalması, bunun sonucu Avrupa'daki yalnızlığım, üstüne hamileliğim Avrupa'da okuma serüvenimi yarım bırakmama sebep oldu.
Ben de eşimin yanına Dubai'ye yerleştim.
Bildiğin gibi onunla birlikte çalışıyorum.
Eşimin bana takıldığı gibi mutfakta da olsa, giydim beyaz önlüğü!
Elbette doktor olmak çok önemli ve ne yazık ki şu anda insanlara şifa dağıtamıyorum ama ben de Dubai'de elimden geldiğince güzel yemekler yapıp, eşimle birlikte hem damak tadımızı, hem de bunu fırsat bilip ülkemizin o eşsiz güzelliklerini yabancılara tanıtmaya çalışıyorum.
Ülkeme asla küs değilim, ama bana bu haksızlığı reva görenlere...
Evet kırgınım!
Abdurrahman Dilipak'ın gelini Sezin'den mektup var
Tıbbiye'nin 5. sınıfındayken
"Ya başörtünü çıkar ya okulu terk et" deselerdi ne yapardınız?
Hadi cevaplayın bakalım...
Ben çok düşündüm bu sorunun cevabını... Çocukluğumdan beri bunun hayalini kurmuşum, doktor olacağım, o beyaz önlüğü giyeceğim demişim... Ve kazanmışım tıp fakültesini... 5 seneyi de başarıyla okumuşum... Yani yüzmüşüm, yüzmüşüm kuyruğuna gelmişim... Çok az kalmış doktor olmama, o itibarlı ve çocukluğumdan beri istediğim mesleği yapmama. Amaaaaa... Birdenbire kafamdaki örtüyü çıkarmam gerektiğini söylüyorlar. Oysa baştan beri o benim kafamda. Okula hep onunla gidip gelmişim. Ve bu benim için dünyanın en zor şeyi. Ama bu hayati kararı vermem gerekiyor...
Böyle bir durumda hiç kalmadım.
Vakit Gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak'ın gelini Sezin kaldı.
Sezin Cerrahpaşa Tıp'ı bırakmış, şimdi eşi ile birlikte Dubai Borsası'ndaki (DIFC) Mado'yu işletiyor./_np/9455/8789455.jpg
Günlerdir soruyorum kendime, onun yerinde olsam ben ne yapardım, diye.
Galiba hangisinin benim için daha önemli olduğuna bakardım: İnaçlarım mı, insanlara bir hekim olarak hizmet etme aşkım mı? İnançlarımsa, okulu bırakırdım. Ama Müslüman kimliğimin, hekim kimliğinin önüne geçtiğini de kendime itiraf ederdim. Sezin Dilipak'ın hikayesini, yanda, kendi ağzından okuyacaksınız. O okulu bırakıyor. Ben galiba, perukla o bir seneyi okurdum. Bir güzel doktor olurdum.
Sezin şu anda sarma sarıyor, börek yapıyor, evet şahane yemekler çıkarıyor, ama eşine yardım etmenin, sipariş verenlere yemek yapmanın, onu hekimlik kadar tatmin edebileceğine inanmıyorum. Farkındaysanız olan hep kadınlara oluyor!
Bugün sizi onun mektubuyla baş başa bırakıyorum, önümüzdeki günlerde kendisiyle yapılmış bir söyleşi okuyacaksınız, Sezin'le bu meseleyi enine boyuna tartışmak istiyorum.
Ayşe...
Geçenlerde işimle ilgili takdirlerini dile getirmişsin, teşekkür ediyorum.
Aramayan kalmadı.
Hatta, röportaj talepleri geldi.
Bu anlamıyla yazıların ses getiriyor bilesin.
Evet haklısın, yaptığım işi, imkanlar dahilinde, en iyi şekilde yapmaya çalışırım.
Sadece dolma veya börek yaparken değil, hayatımın her anında önemsediğim bir ilkedir bu.
İyi bir doktor olma idealiyle, baştan beri başörtümle okuduğum Tıp Fakültesi'nin son sınıfından yine başımdaki başörtüsü yüzünden atılınca...
Bana ve arkadaşlarıma karşı yapılmış bu haksızlık karşısında, susup oturmak yerine, hakkımı aramak için de elimden geleni yapmaya çalıştım.
Bu konudan mağdur diğer arkadaşlarımla birlikte, bütün siyasi parti temsilcileriyle, birkaç bakanla ve milletvekilleriyle görüştüm.
İl il gezdim, sivil toplum kuruluşlarından destek istedim.
Bu eylemlerimden dolayı olsa gerek, ansızın bir gece İstanbul'da kaldığım yurda polis baskın yapıp, beni gözaltına aldı.
Üstelik gözaltımın özellikle ilk gecesi, İstanbul Terörle Mücadele şubesinde soğuk ve karanlık bir odada geçti, fiziki olmasa bile sözlü kötü muameleye maruz kaldım.
*
O gece kayınpederim de başörtüsü konusunda çalışmalarımıza verdiği katkı, bu konuda yazdığı yazılar ve yaptığı konuşmalar sebebi ile gözaltına alınmış.
O gece aynı mekanda, ayrı binalarda gözaltında kalmışız.
Kayınpederimin, "eylemci gelin"le gözaltında tanıştık latifesi oradan gelir.
"Benim tanıdığım Sezin eylemci değil, dünya şekeri bir insandır" demişsin.
Bir kimsenin meşru çerçevede, şiddete başvurmadan hakkını araması, eylem yapması kötü bir şey değil ki.
Bilakis kendimin ve başkalarının hakkını arama noktasında ve daha iyi bir dünya, daha iyi bir gelecek için eylemci, aktif ve etkin olmak gerektiğini düşünüyorum.
Klasik olacak ama benim de idealim, doktor olunca özellikle imkánı olmayan insanlara hizmet etmek, yardımcı olmaya çalışmaktı.
Doktor olunca, "Savaş bölgelerine, afet bölgelerine gideyim, yaralı ve yardıma muhtaç insanlara yardım edeyim" düşüncesiyle okudum.
Bunları yapabilme imkánına sahip olmak benim için en büyük motivasyondu.
İşte bu motivasyonla, hiç aksatmadan ve derslerimden kalmadan 5. sınıfa kadar başarıyla okudum.
Ama ne yapalım, olmadı!
Ülkemin idarecilerine, yöneticilerine, bu konuda beni, bizi yalnız bırakanlara kırgınım.
Tüm gelişmiş dünya ülkeleri, insanı okusun, üretsin diye uğraşırken benim ülkem başörtüm yüzünden bana "Okuyamazsın!" dedi
"Aman canım çıkar başındakini, okuyuver işte ne olacak!" diyenler de oldu.
Akıl veren çoktu ama özellikle o dönemde, tercihime saygı duyup beni anlamaya çalışan da bir o kadar azdı.
Üniversitemde kurulan "ikna odaları"nda bana "Sizi kim finanse ediyor? Asıl amacınız ne?" gibi garip sorular soruldu.
Resmen okulda sorguya tabi tutuldum!
Sorgulayanlara göre ancak ya yüksek maddi bir menfaat ya da bir kişi veya gruptan gelen büyük bir tehdit beni okuduğum 5. sınıftan vazgeçirebilirdi.
İnancım tek başına asla buna sebep olamazdı...
*
Oysa, "ikna odası"ndakilere de dediğim gibi, amacım okumak, mesleğimde ilerlemek, ülkeme ve insanlığa hizmet etmekti...
Nüfusunun çoğunluğu gayrimüslümlerden oluşan, gelirlerini kendi halkının vergileriyle karşılayan Avrupa ülkelerinin üniversiteleri bile okulumdan atıldıktan sonra beni olduğum gibi kabul etti de, bizim vergilerimizle kurulan, bizim idarecilerimizin yönettiği ve büyük çoğunluğu Müslüman olan ülkemin tüm okullarında yüzüme kapılar kapatıldı.
Eşimin evlendikten sonra işi gereği Dubai'ye yerleşmek durumunda kalması, bunun sonucu Avrupa'daki yalnızlığım, üstüne hamileliğim Avrupa'da okuma serüvenimi yarım bırakmama sebep oldu.
Ben de eşimin yanına Dubai'ye yerleştim.
Bildiğin gibi onunla birlikte çalışıyorum.
Eşimin bana takıldığı gibi mutfakta da olsa, giydim beyaz önlüğü!
Elbette doktor olmak çok önemli ve ne yazık ki şu anda insanlara şifa dağıtamıyorum ama ben de Dubai'de elimden geldiğince güzel yemekler yapıp, eşimle birlikte hem damak tadımızı, hem de bunu fırsat bilip ülkemizin o eşsiz güzelliklerini yabancılara tanıtmaya çalışıyorum.
Ülkeme asla küs değilim, ama bana bu haksızlığı reva görenlere...
Evet kırgınım!