Demirel Çiller'i pencereden atacaktı

Demirel Çiller'i pencereden atacaktı

Bu yazı dizisinde bilinmeyen hiçbir şeyi yazmadım. Yazdıklarımın hepsi ya gazetelerde ya da kitaplarda yayımlanmıştı. Ayrıca bunların çoğu artık insanlığın kozmik hafızası haline gelen Google'da bulunmaktaydı. Ama.

Mehmet Barlas/Sabah

Bu yazı dizisinde bilinmeyen hiçbir şeyi yazmadım. Yazdıklarımın hepsi ya gazetelerde ya da kitaplarda yayımlanmıştı. Ayrıca bunların çoğu artık insanlığın kozmik hafızası haline gelen Google'da bulunmaktaydı. Ama Türk okurları için bunların hemen tümü bir daha hatırlanmamak üzere unutulan olaylardı. Bu sosyo-politik hafıza zayıflığı yüzünden aynı filmi televizyon kanallarında bize 100 defa seyrettirdikleri gibi, siyasetin kanallarında da aynı senaryolara dayalı filmler değişik zamanlarda bazen farklı aktörlerle bizlere defalarca seyrettiriliyor. Mesela diyelim ki bugün gündemde bir "Dinleme" meselesi üzerinde tartışmalar var. Bakın Turgut Özal'ın Bakanı Mehmet Keçeciler ANAP'ın kurulduğu 1983 yılını geçmişte nasıl anlatmış: 
-Turgut Bey beni Side'deki yazlığına çağırmıştı. ANAP'ın kuruluş fikri bu yazlıkta gelişti. O dönemde Özal'ı dinliyorlardı. Biz de 'dinlemesinler diye' partiyle ilgili konuları denize açılıp konuşuyorduk. 
Daha önceye dönelim. Atatürk'ün hasta yattığı Dolmabahçe'de onu ziyarete gelen TBMM Başkanı'nın ve bakanların yaptıkları telefon görüşmeleri kayda alınıyor ve bunlar Başbakan Bayar ile İçişleri bakanı Şükrü Kaya'ya veriliyordu. Yine bugün gündemimizde "Kurumlar arası gerginlik" üzerinde çeşitlemeler yapılmıyor mu? Bazı yorumcular da "Böyle bir durum hiç görülmedi" diye felaket senaryoları yazmıyorlar mı? Mesela ben TRT Haber Dairesi'ni yönetirken, Kıbrıs'a askeri müdahale kararının alınacağı Bakanlar Kurulu toplantısına katılmak için Başbakanlığa gelen ve Genel Sekreteri Fuat Bayramoğlu toplantıya alınmadığı için küsüp Çankaya'ya geri dönen Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ü izlerken "Kurumlar arası gerginlik"in ne olduğunu yakından görmüştüm. Bazı olayları hatırlayalım mı? 

ATATÜRK VE İNÖNÜ 

-Atatürk 19 Eylül 1937'de İstanbul'daki Tarih Kongresi'ne gitmek üzere Ankara Tren Garı'na gelir. Uğurlamak üzere peronda bulunan Başbakan İsmet İnönü'yü, tren tam kalkarken "Siz de bizimle gelin" diye kolundan tutup trene alır. Tren İstanbul'da Haydarpaşa'ya geldiği zaman İnönü "istirahate" alınmıştır. Kongre için Dolmabahçe Sarayı'na giden Atatürk, orada Celal Bayar'ı yanına çağırmış ve "Artık vekaleten Başvekil sizsiniz" demiştir. İstirahati 25 Ekim'e kadar süren İnönü o gün istifa eder ve Bayar asaleten Başbakan olur. 
-Cumhurbaşkanı Korutürk Kara Kuvvetleri Komutanı adaylarından Org. Adnan Ersöz'ü, Başbakan Demirel de Org. Ali Fethi Esener'i tutmaktadırlar. Bu ikisi kararlarında direnince 30 Ağustos'ta hem Ersöz hem de Esener, görev süreleri dolduğu için emekliye ayrıldılar. Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na Ege Ordu Komutanı Orgeneral Kenan Evren atandı. Evren Genelkurmay Başkanı olunca da 12 Eylül müdahalesi ile Demirel'i devirdi.

ÖZAL-DEMİREL GERGİNLİĞİ 
Turgut Özal'ın Cumhurbaşkanı olduğu ve Süleyman Demirel'in 1991 seçimleri kampanyasını sürdürdüğü günleri hatırlayalım. Seçimlere 10 gün kala Özal rest çekti ve "Seçimi kazanır da Çankaya'ya çıkmazsa Meclis'i feshedip 45 gün içinde yeniden seçime giderim" dedi. Demirel'den Köşk'e aynı gün karşılık geldi: 
-Ben Çankaya'ya çıkmam, Çankaya aşağı iner. Özal'dan görev almam.' 
Seçim sonuçları açıklanıp Demirel'in DYP'si birinci parti çıkınca çatışma daha da hızlandı. Demirel, Özal'ı muhalefetin temsilciliği ile suçlarken, Özal oyunu kendi tarafına çekmek istiyordu: 
-Hükümeti kuramıyorum demesi gülünç. Köşk'e çıkar görevi alır. 
Bu sözlere "Sadrazam değilim" yanıtını veren Demirel'i Özal, 7 Kasım saat 11.00'de Köşk'e çağırdı. Demirel de bundan sonra Köşk'e çıkmak için hazırlıklarını yapmaya başlarken şöyle dedi: 
-Keşke hislerimle hareket edecek serbestiye sahip olsaydım. Köşk'e çıkmam formalite. Bize görevi millet verdi. 

TAZMİNAT DAVASI AÇTI 

Demirel Başbakan olduktan sonra da çatışma öyle noktalara varıyordu ki Özal bir ilke de imza atarak, bir Başbakanı tazminata mahkum ettiren ilk Cumhurbaşkanı olarak tarihe geçti. Özal kendisine, 'gaflet, dalalet içinde bulunmakla' suçlayan Demirel'den 10 milyon lira manevi tazminat aldı. (10/04/1992) Özal'ın ölümü ertesinde Demirel Cumhurbaşkanı olmuştur ve Tansu Çiller de Başbakandır. Faruk Bildirici 'Maskeli Leydi' kitabında Çankaya'da geçen bir olayı şöyle anlatıyor: Cumhurbaşkanı'nın seçim yasasını veto edeceği söylentileri Çiller'i rahatsız ediyordu. 24 Kasım günü, Devlet Bakanı Münif İslamoğlu'nu yanına alıp Köşk'e çıktı. Demirel'den seçim yasasını veto etmemesini istedi. İkna edemediğini görünce İslamoğlu'na dönerek, "Bizi Sayın Cumhurbaşkanı ile baş başa bırakır mısınız?" dedi. İslamoğlu dışarı çıktıktan sonra Çiller, Demirel'e "Siz bizim seçim kaybetmemiz için uğraşıyorsunuz. Ama bu kanunu veto ettiğiniz takdirde ben de sizin görev sürenizi tartışmaya açar, kısalması için çalışırım" dedi. Sinirlenen Demirel, "Ben kanunsuz iş yapmam. Çık dışarı!'" dedi. Çiller neye uğradığını anlayamamıştı. Veda bile etmeden çıktı. İslamoğlu ile birlikte Başbakanlık Konutu'na yöneldiler. Çiller önde, İslamoğlu arkada hızla kapıları geçtiler. Salona girer girmez Çiller hıçkırıklara boğuldu. İslamoğlu bir sandalyeye oturtup sakinleştirmeye çalıştı: 
- Yapma kızım! 
Nice zaman sonra ağlaması durdu. Gözyaşlarını sildi. Bağıra bağıra konuşuyordu: 
- O, inat ediyor. Seçim yasasını Anayasa Mahkemesi'ne gönderip iptal ettirmek istiyor. Daha sonra gericiler gelecek. Ordu buna müsaade etmez. 
İslamoğlu, ertesi gün Cumhurbaşkanı'nı arayıp veda etmeden ayrılmasından ötürü özür dilerken görüşme sonrasında yaşadıklarını aktardı. Demirel de Çiller'in kendisini tehdit ettiğini anlattı. Sinirlerine güçlükle hâkim olmuştu: 
-Doktor, karşımda bu hareketi yapan kişi bir bayan olmasaydı, pencereden aşağı atardım, dedi... 

SİYASETİN SAİT HOPSAİTLERİ 

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in MGK toplantısında Başbakan Ecevit'e Anayasa kitapçığı fırlatmasını, Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan'ın da bunun üzerine "Nankör kedi. Seni biz seçtirdik" diye bağırmasını duymayan ama hatırlayan kaldı mı bugün? Türkiye'de siyaseti izleyenler için bir yol gösterici yazı yazmıştım 2008'de... Bunda Aziz Nesin'in romanındaki futbolcu Sait Hopsait'in kuralının siyasette de geçerli olduğunu söyleyip, şöyle diyordum: Bu kural uyarınca maçta takımınıza gol atmak üzere ayağında topla ilerleyen rakip takımın oyuncusunun bacağına sıkı bir tekme atarsınız. Aynı anda da kendinizi yere atar ve bacağınızı tutarak kıvranmaya başlarsınız. Böylece hem golü önlersiniz, hem de tekme attığınız futbolcuya hakemin faul vermesini sağlarsınız. Diyelim ki sizin istemediğiniz bir parti iktidar ve sizin çevrenizden çok farklı bir çevreden gelen bir siyasetçi de başbakan oldu. Ona yüklenmeye başlarsınız. Ağzından çıkan her cümleyi yerden yere vurur, icraatını ya görmezden gelir ya da karalarsınız. Hatta eski alışkanlıklarınız depreşir ve militarizm çeşitlemeleri yapmaya, darbe davetleri seslendirmeye başlarsınız. Sonunda başbakan olan siyasetçi çileden çıkar ve sizi hedef alan konuşmalar yapmaya başlar. Bu defa da "Başbakan basın özgürlüğünü tehdit ediyor" diye bağırarak kendinizi yere atıp, bacağınızı tutarak kıvranmaya başlarsınız. Bu noktaya kadar futbol ile siyaset arasındaki ilişki, Sait Hopsait kuralları doğrultusunda aynılıklar gösterir. Ama bir temel fark "Hakem" konusunda belirir. 

SİYASETİN HAKEMİ 

Siyasetin hakemi "Seçmen" dir. Siz seçmeni ne kadar yok saysanız ve aşağılasanız da, sonunda kararı o verir. Demirel ilk Başbakanlığında (1965-71), Türkiye'yi yeniden büyüme ve sanayileşme sürecine sokarken öylesine haksız ve önyargılı yıpratma kampanyalarına hedef olmuştur ki, sonraki siyasi yaşamında kendisini hedef alanların üslubunu ve yöntemlerini benimsemiştir. Özal da Türkiye'yi değiştirip yenileyen ve dünya rekabetine açan reformlarını yaparken öylesine insafsız yıpratma kampanyalarına hedef olmuştur ki, son dönemde medya ile ilişkileri gergin bir zemine oturmuştur. Karşısında Sait Hopsait kuralının uygulanamadığı tek iktidar "Derin Devlet İktidarı" dır. Bu açıdan bakıldığında tekmeyi atıp bacağını tutarak kıvranmak konusunda en usta oyuncu da Derin Devlet'tir. Çünkü onun bacağının diğer adı "Rejim" dir. Evet... Bu yazı dizisinin sonunda siz sayın okurlarıma "Aynı filmi seyretmekten sizler de bıkmadınız" diye sormaktan başka bir şey yapamıyorum. Kimsenin de "Bu bana ders olsun" dediğine de tanık olmadım.

Etiketler :