BÜLENT ARINÇ'TAN 'DAĞA ÇIKMA' AÇIKLAMASI
Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Bülent Arınç, Haberturk'te yayınlanan bir programda önemli açıklamalarda bulundu. Arınç 'ben olsam dağa çıkardım' sözlerine açıklık getirdi..
Arınç'ın konuşmasından öne çıkan ana başlıklar şöyle:
Geçtiğimiz Pazar günü bir değerli arkadaşımızla sohbetimiz oldu. Terörle ilgili meselelerden bahsederken geçmişte yaşanan olumsuzluklardan bahsetme ihtiyacını duydum. Terör bir sonuçtur. Oradaki teşhisleri bilemezseniz iyi bir tedavi de uygulayamazsınız. Dolayısıyla dağa çıkmak, eğer terörle, örgütle, silahla, şiddetle ilgili eylemse bu olaylara yol açan geçmişte yaşananlarla ilgili pek çok şey anlatabiliriz. Bir insan kendini Kürt olarak tanımlıyorsa o bizim yurttaşımızdır. Geçmişte bunların 'ben Kürdüm' demesinin suç olduğunu, sadece bu suçlamalarla ilgili olarak cezaevlerinde kendilerine çok kötü muamele edildiğini, belki terörü şiddeti özendiren bir faktör olduğunu söyledim. Bir kadın milletvekilinin geçmişte yaşadığı işkencelerden, kötü muamelelerden bahsettim. O kadın milletvekilimizin geçmişte yaşadığı, çok genç yaşta kendisine reva görülen ağır muameleleri ve işkenceleri kendisi de anlattı.
ANLATTIKLARIMIN İÇİNDEN BAZI SÖZLER CIMBIZLANDI
Kürt meselesinde red ve inkarın daha kronik hale geldiğini, insanların isyan ettiğini, ben de onları yaşasaydım belki isyan edip dağa çıkardım diyerek geçmişte yaşananları güçlendirmek istedim. Yoksa 'herkes dağa çıksın' anlamında kullanmadım. Bu yaşanan olaylar 10 yıldan beri, özellikle hükümetimiz döneminde red ve inkar ortadan kalktı. Biz kabulle yola çıktık. Bu ülkede yaşayan 25 milyonun etnisitesi ne olursa olsun bizim vatandaşımızdır, kader arkadaşımızdır. Onun kimliğini, kültürünü, yazısını ve hiçbir şeyini inkar etmeyeceğiz diye yola çıktık. Eskiden yaşanan işkencelerin artık bu dönemde yaşanmadığını, güçlü bir siyasi irade ile geçmişteki olaylardan hesap sorulduğunu ve artık dağa çıkmak için bir sebep kalmadığını ifade ettim. Benim dediklerimin herkesçe çok iyi anladığı kanaatindeyim. Bir kısım 'keşke dağa çıkarım' cümlesi olmasaydı dendi. Aynı şey Diyarbakır Emniyet Müdürü'nün de başına geldi. Onun bir cümlesine karşı çıkılmıştı. Bir hukukçu olarak söyleyeyim. Yıllarca mahkemelerde ifade özgürlüğü ile ilgili davaları takip etmiş birisi olarak bir insanın ne konuştuğuna bakarak karar verebilirsiniz. 1,5 saat konuşuyorsunuz onun sadece bir cümlesini alarak 'bunda suç vardır' diyemezsiniz. Önüne arkasına bakmanız lazım.
SÖZLERİMİ KÖTÜ YORUMLAYACAK İNSANLARI BİLİYORUM
Meclis Başkanlığı döneminden biliyorum ki, her olayı görmek istedikleri bir şekilde sözlerimden cımbızla alınıp konuşmuşlardır. Biz fikir sahibi insanlarız. Ben bebelere masal anlatmıyorum. Konuşma yaparken sadece vakit geçirmek için konuşmuyorum. Söylediğim zaman iz bırakmalıyım. Doğruları konuşmalıyım, fikirler ortaya konulmalı. Ezber bozulacaksa bozulmalı. Bana sorulan hiçbir soruda cevabı taca atarak vermem. Ama isterim ki, bu sözlerim bütünüyle ortaya konulabilsin. Yıllardır ben bunun çilesini çekiyorum. Artık bunlardan şikayet etmek yerine biz yolumuza devam ediyoruz. Kim ne derse desin vatandaşın bir vicdanı var ve o doğruyu söylüyor. Ben bir şey söylerken bunu kötü yorumlayacak insanları da biliyorum. Bunu göze alarak yapıyorum. İnsanları yanlış yöne yönlendirme gayreti içerisinde olanlar mutlaka çıkacaklardır. Sizin söylediğiniz sizin eserinizdir, elbette bunların iyi, güzel, doğru olması gerekir. Ben sadece buna gayret ediyorum.
SAYIN BAŞBAKAN DOĞRU SÖYLÜYOR BİZ DAĞA ÇIKMAYIZ
Bizim hayatımız bir roman. Sayın Türköneni'nin yazısından hareketle birkaç şey söyleyeyim. Aynı zamanda Taha Akyol, Gülay Göktürk, Ahmet Taşgetiren'e sözlerimden doğru anlamlar çıkardığı için teşekkür ediyorum. Ben insanların vicdanlarına hitap ediyorum. Belki birilerine çok ağır gelecek şeyler söylüyorum. Türkiye'nin buna ihtiyacı var. Bülent Arınç konuşursa böyle konuşmalı. Ben sayın Başbakanımızın konuşmasını da dinledim. Fevkalade doğru buldum. Biz siyasi hayatımız boyunca hiçbir zaman dağa çıkmayı, şiddete bulaşmayı, zorbalıkla düşündüklerimizi kabul ettirmeye çalışmadık. Biz müsbet hareketi tercih ederiz. İnsanları ikna etmeye gayret ederiz. Siyaset yoluyla demokrasiyi genişletmek, özgürlükleri büyütmeyi hedefleriz. Önce Refah, sonra Saadet ardından Fazilet Partisi kapatıldı. Bizler yargılandık. Ama hiçbir zaman dağa çıkmayı düşünmedik. Rahmetli Necmettin Erbakan başımızdaydı. Televizyonda yaptığı konuşmayı hatırlıyorum, 'Üzüntüye kapılmak yok, yeise kapılmak yok, çalışmaya devam edeceksiniz' dedi. AK Parti'yi de kapatmak istediler. Para cezasına mahkum ettiler. Bütün bunları yaşamış bir insan olarak ben hiçbir zaman dağa çıkmayı düşünmedim, şiddeti düşünmedim, hiçbir zaman da düşünmem.
BEN YENİ DOĞAN ÇOCUĞUMUN SEVİNCİNİ YAŞAYAMADIM
Benim üçüncü yavrum Mücahit dünyaya geldi. Bana 5,5 yıl ceza verdiler, Eskişehir'e sürgün kararı çıktı. Çocuğumun doğumuna sevinemedim. Çocuğum kundakta ben 5 yıla mahkum edilmişim, hiçbir zaman dağa çıkmayı düşünmedim. Onun dışında eşimin başörtüsü, kızımın başörtüsü. Bizi topa tuttular. Sayın Cumhurbaşkanımızın eşiyle seyahate çıktıklarında kendilerini eşimle uğurlarken üzerimize gelen insanları Allah'a havale ediyorum. Kızım başörtüsü takıyor diye okulu bırakmayı düşündü. Bir genç kızın acısını, canevinde taşımış bir aile olarak dağa çıkmayı düşünmedik. Bu ülke bu vatan bizim. Bir gün kardeşliği bulacağız, ayrımcılık ortadan kalkacak umuduyla yaşadık. Bu ülkede şiddet gördükten sonra bunun intikamını almak için şiddeti tercih eden insanlar da oldular. Şu anda dağa çıkanların profiline bakarsanız, hepsinin bir sebebi vardır. Hükümet olarak, devlet olarak bize düşen bu sebeplere tek tek alıcı gözle bakmak, onları kavramak ve onlara çözüm bulmaktır. Bir genç kadının işkence gördükten sonra haleti ruhiyesini ortaya koyabilmektir.
HİLAL BAŞAK 'BİLAL PAŞA İKTİDAR OLACAK' ANLAŞILMIŞ!
İzmir'de 1985 yılında 'Refah Gecesi' yaşandı. Ben o zaman RP'nin MYK üyesiyim. O gece bir konuşma yaptım. Salonda kadın ve erkeklerin ayrı ayrı oturması, temsilde birisinin başını örterek anne rolünü oynaması, TCK'nın 163 maddesine göre aykırı bir suç olarak görüldü. Biz o zaman yargılandık. Bana önce 5 sene daha sonra 4 sene 2 ay ve Eskişehir'de sürgün kararı verdiler. İlhan Dikyar isimli bir savcı ifademi aldı. Tam odasından çıkarken "Ankara'dan Kenan Evren merak ediyor. O gece sahnede her konuşulanı oturduk çözdük' dediler. Savcı konuşmasına şöyle devam etti: 'Siz konuştukça halktan tempo geliyor 'Bilal Paşa iktidar olacak' dendi. Çok şaşırdım. 'Kim bu Bilal Paşa?' dedim. 'Getirin kayıtları dinleyin' dedim. Sesler cızırtılıydı. Ben ateşli bir konuşma yapıyorum. Seyirciler 'hilal başak iktidar' olacak diye bağırıyor. Ancak kaset çözülürken bu 'Bilal paşa iktidar olacak' anlaşılmış. Bu sözler bize 4 sene 2 aya maloldu.
BEN ONLARDAN YAŞLIYIM AMA ONLAR BENDEN BÜYÜKTÜR
Sayın Cumhurbaşkanımızdan, sayın Başbakanımızdan yaşlıyımdır ama onlar benden büyüktür. Onlar bizden çok daha kıymetli, değerli insanlardır. Bizim geleneklerimizde abi-kardeş ilişkisi çok önemlidir. Böyle bir ilişki vardır aramızda. Geçmişte Kültür Bakanlığı yapan İsmail Kahraman hepimizin ağabeyidir. Ona 'ağabey' demek bize ayrı bir zevk verir. Ben sayın Cumhurbaşkanımızla 1991'den sonra tanıştım. O benden bir dönem önce parlamentoya girdi. Aynı partide hizmet ettik, birbirimizi çok sevdik. Kendisi yurtdışında olduğundan daha önce ilişkimiz olmamıştı. 1991'den beri dostluğumuz ve arkadaşlığımız oldu. Tayyip Bey'le beraberliğimiz 1980'den sonra başladı. Bu ilişki nereden bakarsanız 30 senedir vardır, yol arkadaşlığı yaptık. Siyasette ve davada bir kader birliği yaptık. İkisiyle de iftihar ediyoruz doğrusu. İkisi de çok başarılı oldular.
SİZE BENDEN DAHA EHLİYETLİ EN AZ 20 İSİM SAYABİLİRİM
Bu dönem 2015'de bitiyor. Bizim tüzüğümüze göre 3 dönem milletvekilliği yapan arkadaşlarımızın 1 sene ara vermesi gerekiyor. Bu bir realite, Tayyip Bey için de böyle benim için de böyle. Ben bu dönemin sonunda yokum. Allah kısmet ederse ara vereceğiz, buna benim ihtiyacım da var. Biz bir yenilenme yapacağız, yine iktidar olacağız. AK Parti'nin bayrağı yere düşmeyecek. 'Belediye başkanı olur musunuz?' Ben onu da arzu etmiyorum. Çünkü o da bir siyasi çalışma. Böyle bir mola vermeye insan olarak, aile reisi olarak ihtiyacım var. Daha çok okumaya ihtiyacım var. Arkadan gelen insanlara yol açma gibi bir ihtiyaç var. 2014'de yeni bir cumhurbaşkanımız seçilirse, o kişi de Sayın Erdoğan olursa. Burada önemli olan Türkiye'yi yönetme kapasitesine sahip birisinin o 1 yıllık dönemini geçirmesidir. Benden daha liyakatlı ve ehliyetli size 20 tane isim sayabilirim. Bana sorarlarsa sayın Başbakanama düşüncemi ifade ederim. Ama takdir olursa şimdiden bununla ilgili bir hesaba girmem. Sayın Erdoğan sonrası dönem için beklenti içinde değilim. Sayın Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül çok başarılıdır, örnek bir insan olmuştur. Tekrar aday olur mu, olmaz mı onu bilmem. Sayın Başbakanımız da halk kahramanıdır. O da cumhurbaşkanlığına aday olmak isterse bunu da 100 kez hakettiğini düşünüyorum. Her ikisi de çok değerli insanlar. Bu partinin geleneği vardır. Türkiye gerçeklerine bakar ve en doğrusunu yaparız.
SAYIN BAŞBAKAN VE CUMHURBAŞKANIMIZ ÇOK SAĞLAMDIR
Biz 11 yıldan beri iktidardayız. Bir kısmı ortaya çıkan bir kısmı ortaya çıkmamış olan çok büyük engellerle karşılaştık. AK Parti'yi iktidardan düşürmek için gizli açık çalışmalar yapılmıştır. Ama bunların hepsi başarısız kalmıştır. Biz başka partilere, insanlara benzemeyiz. Hepimiz fedekarlığın ne olduğunu biliriz. Bize verilecek imkanı kardeşimize verecek sınavlardan geçtik. Hiç usanmadan, yılmadan üşenmeden aramıza nifak sokmak için çalışanlar var. Yok 'onun danışmanı şöyle dedi' vs. Bunlar gülünç şeyler. Biz aynı tornadan çıkmış insanlar değiliz. Hepimizin farklı üslubu olabilir. Bulunduğunuz görevler farklı konuşmaya sevkedebilir. Ben bazen fikirlerimi şahsi düşüncem olarak ifade edebilirim ama bu hükümetin fikri olmaz. Sayın Başbakan ile Cumhurbaşkanımızın arasına nifak sokmaya çalışanlar var mı dersiniz, mutlaka vardır. Bunlar insanlar arasına soğukluk koymaya çalışabilirler. İkisinin de karakteri, yapısı, ahlakı, inancı bu fitnelere geçit vermeyecek sağlamlıktadır.
MAHKEME KARARI OLMADAN BU REZİLLİĞİ YAPABİLİYORLAR
Geçen gün Ankara Gazeteciler Cemiyeti beni ziyaret etti. Orada da söyledim. Bir insanın özel hayatına girmek dünyanın en rezil işidir. Telefon dinleme yasal bir şekilde yapılabilir. Bunun kanunu var. Bunu yaptığınızda organize suçlara ulaşabilirsiniz. Ama kanun bunun usülünü göstermiştir. Mahkeme kararıyla ve usülüyle. Mahkeme kararı olmadan, savcının talebi olmadan kendisine bilgi verilmeden bu rezilliği yapanlar insanların özel hayatına girebiliyorlar. Bu konu mahkemede bazı davalarda karar verme noktasında olan yargıçları da etkiliyor. Hukuka aykırı olarak elde edilmiş bilgilerin delil olma vasfı yok. Her davanın delilleri, iddiaları farklı olabilir. Bu delillerden sadece bir tanesidir dinleme. Başka hiçbir delil yok diyelim, kanunsuz bir dinleme yapılırsa o davalar mutlaka beraatle sonuçlanır. Ben Meclis Başkanıyken bulunduğum ortamlar koruma müdürümüz tarafından zaman zaman kontrol edilirdi. Cep telefonlarımızda kesintiler olduğunda, farklı sesler geldiğinde arkadaşlarımıza 'Bizi herhalde dinliyorlar' espriler yapardık. 'Hadi aradan çekil de biz şunu konuşalım' diyenler de vardı. Biz kötü bir şey yapmıyoruz. Bizi dinleyen adamlar bizde bir şey bulamaz. Ne olursa olsun usülsüz dinlemek çok kepaze bir şeydir. Ama bu elektronik cihazlar oldukça, bu aygıtlar piyasada varsa bunu nasıl ortaya çıkarırız, nasıl engelleriz o da ayrı bir dert.
BARIŞÇI BİR PROTESTO DİYE KABUL ETMEK MÜMKÜN DEĞİL
ODTÜ'de Bilim ve Uzay Enstitüsü diye bir kuruluş var. Ben de o kurulun üyesiyim. O gün Göktürk-2 uydusunun uzaya fırlatılacağı çok önemli bir gündü. Sayın Başbakanın gelişinde veya çıkışında polislere saldıracak düzeyde taşlı, sopalı saldırı olmuş. Polis buna karşılık vermiş. Orantılı, orantısız orasını bilemem. Ekrandan izleyebildiğim kadarıyla barışçı bir protesto diye kabul etmek çok zor. Ben her yıl 5-6 üniversitesinin açılışına katılıyorum. Benim katıldığım toplantılarda da slogan attılar. Bana yumurta atmadılar. Ben arkadaşlarıma 'protesto etmek bir haktır ama başkalarına zarar vermeyecek, fiili bir saldırıya yol açmayacak şekilde yapılması gerekir' dedim. Siz beğenmediğinizi ifade edeceksiniz, bunun pek çok usülü vardır, afiş asarsınız, 3-5 dakika bağırabilirsiniz. Ama içeridekilerin dinleme hakkına saygı duyacaksınız. Bir insanın hayati tehlike meydana getirecek şekilde, bu yumurta veya sert bir cisim de olabilir, kaldırım taşını sökerek atmak da olabilir. Emniyet ele geçen bazı silah mahiyetindeki şeyleri ortaya koymuştur. Bir caddeyi, sokağı, kasabayı tamamen işgal edecek düzeyde bir protesto gösterisi olamaz. Eğer protesto yapacaksanız size bir yer tahsis ederler orada yaparsınız. Ama Türkiye'nin en sevinçli gününde siz böyle kötü bir gösteriyle, fiili müdahaleyle Türkiye'nin sevincini gölgelediniz. Bu bir öğrenciye yakışmaz. Sayın Başbakan tepkisinde aşırı gitmiş midir, gitmemiş midir derseniz, o gün Başbakanın yaşadıkları ortada. Emniyet ve görevlerin bu tür olayları engelleme hakkı vardır.
BU TÜR OLAYLAR ODTÜ'NÜN ŞÖHRETİNE GÖLGE DÜŞÜRÜYOR
Bu gösterilerde kadrolu elemanlar vardır. Bir gün Hacettepe'de, bir gün ODTÜ'de bir gün İstanbul'dadır. Tahmin ediyorum ki ODTÜ'deki olaylarda yine bu seyyar kuvvetler gelmiştir. Nerede bir eylem olacaksa oraya giderler. Partileri, flamaları, örgütleri bellidir. Bunlar bazen metrobüslere, duraklara, bankalara ellerine ne geçerse atabilecek insanlardır. Dolayısıyla ben sayın Başbakanın en sevinçli günümüze gölge düşüren, araçlara ve insanlara zarar verecek gösterilere verdiği tepkiyi doğru buluyorum. Burada bütün temennim olaylara karışmamış insanlar varsa gözaltına alınmamaları, öğretim haklarının engellenmemesidir. Gerekli tedbirler alındığı taktirde bu tür gösterilerin bir daha tekrar edilmeyeceğini düşünüyorum. Bu kişiler fotoğraflardan teşhis edilebiliyorsa başka eylemlerde de bulunduklarını ispatlayacak biçimderir. Gerçek ODTÜ öğrencilerinin protestolarını daha demokratik yapmaları gerekir. ODTÜ'de çok değerli insanlar yetişiyor. Bu tür olaylar bu üniversitenin şanına şöhretine bence gölge düşürüyor.
SAVCIYLA KONUŞSAM ERTESİ GÜN HABER YAPARLAR
19 Aralık 2003'deydi o mesele. Bildiğim kadarıyla bir dava açılmadı. Sağolsun bir köşe yazarı her Pazartesi sütununda 'Bülent Arınç'a böyle bir şey olmuştu ne oldu?' diye her hafta başı bunu soruyor. Öğrenmek hakkıdır. O sormaya devam etsin. Ben bu meselenin, soruşturmanın savcısını tanımam, bir gün bile görüşmüşlüğüm yoktur. Elbette merak ediyorum. Ama savcıyla konuşsam, ertesi gün birileri 'Arınç savcıyla görüştü' diye haberini yapacaklar. Bu soruşturmanın bir şekilde ya takipsizlikle neticelenmesini ya da bir dava açılmasını bekliyorum. Bu sorulardan rahatsız değilim. Biz ailecek rahatız, kuştan korkan darı ekmiyor. Ben bunun bir suikast girişimi olduğunu düşünmüyorum. O gün içinin konuşulan şey iki subayın sivil elbiseyle evimin etrafında dolaştığı ve polislerce yakalandığıdır. O subayların üzerinden çıkan kağıtlardan bizim adresimiz yazılı olduğu ve yakalandığı zaman bu kağıdı yutmaya çalıştığı iddiaları oldu. Bu senaryo üzerinde çok şeyler yazıldı. Ardından kozmik odada arama yapılacağı söylendi. Sonra izin çıktı. Gazeteciler benden daha çok şey soruyor. Ama ben meraktan 'şunu etkilemeye çalışıyor' demesinler diye kimselere bir şey soramıyorum. Benim evimin gözetlendiği doğrudur ama sadece bununla kaldığı bunun arkasından ne yapılmak istendiğini kesinlikle bilmiyorum. Sonra subayların daha sonra savcının itirazına rağmen hepsinin salıverildiğini yine gazetelerden okudum. Aradan 3 sene geçti ama bir dava açılmadığını biliyorum. Dolayısıyla o kozmik odalardan ne çıktı, ne kadar inceleyebildiler inanın bu konuda hiçbir bilgi sahibi değilim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.