Bir Gemi Silah Kime Gönderildi?
Eski Başbakan Adnan Menderes, 1957 yılında bir gemi silahı hangi ülkenin mücahitlerine gönderdi?
Röportaj: Turan Kışlakçı / TİMETURK
Timeturk, Adnan Menderes döneminin gizli kalmış bir sahifesini aydınlatıyor. Eski Başbakan Adnan Menderes’in gemiyle Libya üzerinden Cezayirli mücahitlere gönderdiği silahların asıl tanığı sitemize konuştu. İşte, eski Libya Başbakanı Mustafa bin Halim ile telefon ile yaptığımız çarpıcı röportaj…
Mustafa Bey öncelik bize kendinizi kısaca tanıtır mısınız?
1921 yılında Mısır’ın İskenderiye şehrinden doğdum. İlk, orta ve lise eğitimimi İskenderiye’de tamamladım. 1945 yılında Mısır Üniversitesinden Mühendislik bölümünden mezun oldum. Mezun olduktan sonra inşaat işleriyle uğraştım. Libya’ya döndüğümde 1950 yılında Bayındırlık ve Ulaştırma Bakanı olarak seçildim. 11 Nisan 1954 yılında 32 yaşında iken Kral (Melik) İdris Senusi tarafından Libya Başbakanı olarak 3. hükümeti kurmak ile görevlendirildim. 1957 yılında kadar başkana olarak görev yaptım. Mayıs 1957 yılına kadar başbakan olarak görevde kaldım. 1957-1958 yılları arasında ise Kral İdris Senusi’nin özel danışmanı olarak görev aldım. 58 ve 60 yılları arasında ise Fransa’da Libya büyükelçisi olarak bulundum. Daha sonra 1969 darbesine kadar kendi kurduğum ve Libya’nın alt yapısına hizmet edecek işlerde bulundum. Darbe sonrası Libya dışına çıktım ve o gün bugündür dışarıdayım.
Peki, geçmiş siyasi döneminizi konu edinen bir kitap yazdınız mı?
Evet, 1992 yılında “Safahatun Matviyetun Min Tariği Libya’s Siyasi” (Libya Siyasi Tarihinin Kapalı Sayfaları” adıyla hatıratımı neşrettim.
Hangi tarihlerde Türkiye’yi ziyaret ettiniz?
Türkiye’yi 1954 ve 1956 yıllarından başbakan sıfatıyla ziyaret ettim. 1958 yılında da Kral İdris Senusi’nin özel danışmanı olarak ziyarette bulundum.
Adnan Menderes ile kaç kez görüştünüz?
Her üç ziyaretimde de Adnan Menderes bey ile görüştüm ve her görüşmemiz saatlerce sürdü. Görüşmelerimizde dünyadaki gidişattan ve İslam dünyasının ahvalinden konuşurduk…
Türkiye’yi ziyaretinizin sebebi neydi?
Kral İdris Senusi’nin teşvikiyle Türkiye’yi ziyaret ettim. Adnan Menderes ve Celal Bayar bey ile bir araya geldim. Çok sıcak ve içten bir buluşmaydı doğrusu. Amerika konusunda bize çok büyük yardımları oldu. Bunu Adnan Menderes’le bir fırsat olarak değerlendirdim. Adnan bey ile İslami konularda konuşulabileceğini gördüm, onun buna hazır olduğunu gördüm. Dedim ki; “Adnan Bey, siz İslam Hilafetinin halefi Türkiye’nin Başbakan’ısınız, Hıristiyan olan Yunanistan devletinin İsrail’i tanımadığı bir dönemde İsrail’i tanımanız, İsrail’le işbirliği yapmanız sizce kabul edilir bir şey mi?”
Libya Kralı İdris Senusi bir ziyaret esnasında...
Buna cevabı sert oldu. İkna edici olduğunu düşünüyorum. Dedi ki; “Biz BM üyesiyiz. Bizim ABD ile büyük ilişkimiz var. ABD’yi sevdiğimizden değil, ancak Rusya’ya olan korkumuz bizi Amerika’yla büyük bir işbirliği yapmamıza sevk ediyor. İsrail’i tanımamız her iki örgütü yani hem ABD hem BM’yi çok memnun etmektedir. İsrail’i tanımamıza rağmen tanımamız maslahatgüzarlık seviyesindedir.
İsraille olan ticaretimiz demin bahsettiğiniz Yunanistan’ın onda biri kadardır. Yalnız sevgili kardeşim eğer İsrail konusunda konuşmamızı istiyorsan Arap-İslam konusunu konuşalım o zaman. Arap liderlerle oturup İslami sorunları dile getirmeye hazırım. İsrail meselesi, Kıbrıs Meselesi, Keşmir Meselesi… vs. Bir müzakere yöntemi olarak bu konuları açık ve pozitif bir şekilde konuşabiliriz.”
Ona dedim ki; “Bu hususta en önemli şey Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdunnasır’la buluşmamızdır.” Birkaç gün sonra onunla buluşmaya giderken, ben dönüş yolundayken konuyu Cemal Abdunnasır’a getirdi ve şöyle dedi: “Libya’da senin ve Kral İdris’in de bulunduğu bir ortamda Cemal Abdunnasır’la buluşup İslam dünyasındaki problemleri masaya yatırmaya hazırım.”
Mustafa bin Halim...
Yani Adnan Menderes bununla bir şekilde İslam Dünyası’na açılmak mı istiyordu?
Elbette Adnan Menderes ve Celal Bayar İslam dünyası ile ilişkileri düzeltmek istiyordu. Hatta bunun için asıldılar diyebilirim. Her neyse Cemal Abdunnasır ile ilk buluşmamızdan sonra ona dedim ki; “Cemal kardeşim, Adnan Menderes’le konuştum. Sizinle şu şu konularda görüşmek istiyor…” Ancak Nasır bana bu konuyu sonra konuşalım, dedi. Kibarca ertelemek istediğini gördüm.
Cemal Abdunnasır Türkiye’yle ilişkilere sıcak bakmadı?
Dedim ya bir çeşit kibarca erteleme, bana hayır, demedi. Evet de demedi. Tabii iki üç ay sonra Adnan Menderes’e başka bir çözüm yolu olduğu söyledim. Ona, “Belki de Cemal Abdunnasır, sizinle Libya dışında başka bir yerde buluşmak istiyordur.” Adnan bey hemen şu cevabı verdi; “Ben bizzat Kahire’ye Cemal Abdunnasır’a gitmeye hazırım.”
Adnan Menderes bu derece istekli miydi?
Bu yüce Allah huzurunda tanıklığımdır. Adnan bey bana, “Senin ya da senden başka birisinin hazır olduğu bir ortamda, üzerinde anlaştığımız İslam dünyasındaki sorunları ele alacağız.” Tabii –Allah rahmet eylesin- Cemal Abdunnasır bu konuya erteleyince biz de bu mevzuları bıraktık. Bir fayda görmediğimiz için bunu bir daha konuşmadık. Ta ki 56 yılında Süveyş Kanalı millileştirilinceye kadar. Ben o sırada İstanbul’daydım. –Allah rahmet eylesin- Kral İdris’le birlikte resmi bir ziyaretteydik.
Libya eski Kralı İdris Senusi
Kahire’deki büyükelçiliğimizden acil kodlu şifreli bir telgraf geldi. O zaman maslahatgüzarımız Vehbi el-Buri idi, kendisi şu an Bingazi’de, kendisine bu konuyu sorabilirsiniz. Telgrafta şöyle yazıyordu: “Devlet Başkanı Cemal Abdunnasır beni makamına çağırdı, şunu söyledi; Bu mesajı filan adama (beni kastediyor) ulaştır, ben senin Türklerle iyi ilişkilerinin olduğunu biliyorum. İngiltere’de bir konferans düzenlenecek. Hatırlarsanız bu konferans 16 Ağustos 1956 yılında Londra’da yapılmıştı. İngiltere, Fransa ve İsrail ile Süveyş Kanal’ından dolayı Mısır’a saldırmıştı. Tabi İngiltere bu konferans ile uluslararası destek arıyordu.
Türkiye esas ülkelerden biri, sözleşmeler, kanal sözleşmesi Türkiye’de yapılmıştı, hilafet döneminde, şöyle umuyorum, en azından tarafsız kalmalarını umuyorum…” Tabii ben durumun zor olduğunu gördüm.
Peki, siz ne yaptınız?
Karmakarışık duygular içindeydim, Kral İdris’e sordum dedim ki böyle telgraf var… Biz de o sırada Cuma namazı için Eyyüb Camii’ne gidiyorduk. İdris Senusi bana dedi ki; “Mısır’a yardımcı olman İstanbul’da Ebu Eyyüb el-Ensari Camii’nde namaz kılmaktan daha önemlidir.”
Yine de tereddüt ettim ve dedim ki efendim, bence özel bir silah kullanmam lazım. Bana nasıl bir silah bu? Dedim ki bu çabanın sizin adınızla, sizin desteğinizle olmalı, davetinize icabet ederlerse müteşekkir olursunuz. Bana sadece şunu söyledi; “Benimle oynuyor musun? Ne yaparsan yap. Yeter ki Mısır’a yardımcı ol.”
Aynı akşam Adnan Bey’i aradım, boğazda bulunan Dolmabahçe Sarayı’nda buluşmak üzere anlaştık. Cuma günü saat 10’da anlaştık. Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı ve Dışişleri Bakan Vekili, bir tarafta da bizim Kahire büyükelçimiz-Allah rahmet eylesin- Ali Es’ad el-Caribi ki kendisi en deneyimli diplomatlarımızdan biridir, vardı, kardeşi Dışişleri daimi vekili Süleyman el-Caribi, benimle birlikte Maliye Vekili Abdunnasır Şagluf ve adını şu an hatırlamadığım başka biri daha vardı, ve uzun bir görüşme yapık siyasi hayatımın en zor konuşmalarından biriydi bu. Boğazdaki görüşmemiz tam 5 saat sürdü.
Zorluğu neydi?
Zorluğu şu; her alanda bize karşı olan bir devlete nasıl yardımcı olmamızı istersiniz? O zaman Bağdat Paktı krizi patlak vermişti, Türkiye ve Mısır arasındaki ilişkiler en kötü dönemindeydi. Tüm yollardı denedim. Sonunda ona şunu dedim; “Bakınız, Adnan Bey, size ilk başta bu sözü söylemek istemezdim, ancak şu an bir yol ayrımına gelmiş durumdayız. Bu girişim Kral İdris Senisi’nin sizden bir talebi ile gerçekleşiyor.
Senusiliğin size yönelik tutumunu yanılmıyorsam hatırlıyorsunuz, Müslümanların halifesine yardımcı olmak için bağımsızlığını tehlikeye atan Libya’nın tutumunu… Bize yardımcı olma sırası, Müslümanlara yardımcı olma sırası sizde.” Bu şekilde İslami konulara atıfta bulunuyordum.
Onun buna cevabı ne oldu?
Yumuşamaya başladı, ancak her şeyde bir problem çıkarmaya çalışan Türk Dışişleri vekiliydi. Sonunda Adnan bey ona “sus!” dedi. Ondan şeytan kelimesi dışında bir şey duymadım…
Mustafa bin Halim Cemal Abdunnasır ile birlikte...
Dışişleri vekilinin adını hatırlıyor musunuz?
Adını hatırlamıyorum, ancak ajandamda var. Yani sonuçta Türkiye’yi Mısır’a karşı açık ve gizli bir düşmanlık beslemeden tarafsız kalmasını sağlayacak bir takım şeylere ulaştık. İkinci gün uçağa atladım, Kahire’ye gittim. Durumu Cemal’e bildirdim, çok teşekkür etti…
ADNAN MENDERES CEZAYİRLİ DİRENİŞÇİLERE SİLAH GÖNDERİYOR
Adnan Menderes Libya’ya ne zaman geldi? Ve Cezayir’e yardımı nasıl oldu?
Adnan Menderes’in Libya ziyareti geldi. O dönemde Cezayirliler silaha çok fazla ihtiyaç duyuyorlardı. Konuyu, Adnan Menderes’in Kral İdris’i Tubrok (Derne)’ta ziyareti sonrasına bıraktım. Ziyafet ve ziyaretlerden sonra akşamüzeri uyumak için Derne’ye gittik. Bize deniz kenarında bir villa hazırlamalarını istedim. Adnan bey ile başbaşa kalmak istiyordum. Başbaşa kalınca dedim ki; “Adnan Bey, siz Osmanlı Halifesi’nin haleflerisiniz, bazı Araplar hakkında görüşünüz ne olursa olsun, bu İslami bir meseledir, Müslüman kardeşlerinize yardım etmekten kaçınmanız caiz değildir. Kaldı ki bu insanlar bir dönem, başkenti İstanbul olan İslam İmparatorluğunun bir parçasıydılar. Ben, büyük kardeş Müslüman Türkiye’nin Mücahid Cezayir halkına bu zor günlerinde yardımcı olacağına dair büyük bir ümit besliyorum”
Bunun üzerine Adnan Menderes; bir Müslüman olarak bütün kurumlarıyla tüm Müslüman halklara özellikle de Kuzey Afrika halklarına sempati duyduğunu, bağımsızlık savaşında Cezayir halkının çektiği acıların tamamen bilincinde olduğunu söyledikten sonra şunu söyledi: “Türkiye Paris hükümeti nezdinde sürdürdüğü gizli ve iyi niyet girişimlerinde Cezayir sorunun güç ve kaba kuvvetle çözülemeyeceğini, aksine siyasi çözümlerle ve Cezayir halkının temsilcileriyle müzakere etmekle çözülebileceğini tavsiye ettiğini ve öğütlediğini, bu tür çabaları ABD, İngiltere ve İtalya gibi NATO üyesi ülkelere dostça baskıyı da içine alacak şekilde artırma ve yaygınlaştırmaya hazır olduğunu ilave etti.
Dedim ki; “Bütün bu tür iyi niyetli diplomatik çabalardan dolayı size teşekkür ederim. Ancak beni enterese eden bu değildir. Beni ilgilendiren sizin maddi yardımda bulunmanız” ne demek istediğimi anlamadı.
Dedi ki: “Maddi olarak onlara şu veya bu kredileri vermemizi mi kastediyorsun…”
Dedim ki; “Hayır, hayır, bunu kastetmiyorum. Benim kasettiğim onlara silah vermeniz, onların paraya ihtiyacı yok, Fransızlara karşı savaşacak silahlara ihtiyaçları var.”
Bundan çok kötü bir şekilde rahatsız oldu. Yüzünün ifadesi değişmiş, yüzünden hiçbir zaman kesik olmayan gülümsemesi kaybolmuştu. Adamın şok geçirdiğini hissettim. Bana dedi ki; “Aziz kardeşim Mustafa Bey, bunun ne demek olduğunu biliyor musun? Bizden bir NATO üyesi olarak başka bir NATO ülkesine karşı kullanılmak üzere silah vermemizi mi istiyorsun?”
Dedim ki ona; “Adnan Bey, ben İslam hilafetinin halefi Adnan Bey’i istiyorum. Ben biliyorum ki Türkiye en güçlü İslam ülkelerinden biridir. Yüzyıllar boyunca İslam ümmetine liderlik etmiştir. Fransız kuvvetlerinin eliyle bağımsızlığına kavuşmak uğruna her türlü katliama, sürgüne ve en ağır işkencelere maruz kalan Müslüman masum Cezayirlilere Türkiye yardım elini uzatmayacak mı? Fransız hem onları Hıristiyanlaştırıyor hem de Fransızlaştırıyor. Toprakları kâfirler tarafından işgal edilen kardeşlerimize silah vermeliyiz. Bu ikisi arasında fark var.” Bu hususu o kadar vurguladım ki gözlerinin yaşardığı belli oluyordu.
Adnan Menderes...
Menderes, Türkiye’nin Cezayir Devrimi’ne maddi herhangi bir yardım verdiğine dair herhangi bir kuşkunun ortaya çıkmasının getireceği sonuçlardan son derece korktuğunu tekrarladı. Böyle bir durumda Türkiye’nin NATO’dan kovulacağını birkaç kez tekrarladı. Bu büyük Rus tehlikesine karşı Türkiye savunmasının dayandığı temel dayanak NATO’dur.
Menderes’in endişelerinin gerçek olduğunu hissediyordum. Onu biraz olsun teselli etmeye çalıştım. Ona dedim ki; “Cezayir Devrimi’nin modern silahlara büyük bir ihtiyaç duymaktadır, bu silahlar da sizde vardır.”
Bana dedi ki; “Peki, diyelim ki onlara silah verdik, Fransa bunu ortaya çıkarırsa ne yaparsın?”
Dedim ki ona, “Bu konuyu biz hallederiz. Biz üç yıldır Cezayir’e silah kaçırıyoruz. O zaman da onun üç yıllık ya da o civarda bir süresi vardır.”
54 ve 57 yılları arasında mı Cezayirli mücahidlere silah kaçırıyordunuz?
Evet… Fransa bizim bu işe müdahil olduğumuza dair en ufak bir delil bulamadı. Bizim özel bir yöntemimiz vardı. Sonra Adnan bey dedi ki; “Ancak bu silahların üzerinde belli işaretler var.” Dedim ki, “Biz onları sileriz. Aynı zamanda bize kaçırmak için parça verirsiniz, böylece detaylara girmeye başladık. Bu silahların detaylı bir listesini size versem siz de bunları kardeş ülkeniz Libya’ya hediye etseniz, bu durumda Fransa nezdinde herhangi bir kuşku ya da şüphe uyandıracak bir şey olmayacak.”
Bunun üzerine Adnan Menderes şunları söyledi; “Size silah hediye edeceğiz İnşallah… Allah, dinlerini savunmak için ihtiyaç duydukları bu silahları inşallah onlara ulaştırma konusunda sizi muvaffak eyler. Bizler Türkiye’de yalnızca Libyalı kardeşlerimize silah hediye ederiz.” Ve konunun çok gizli kalmasını vurguladı.
Peki, Menderes silah gönderdi mi?
Adnan bey döner dönmez birkaç hafta sonra gemiyle bize silah gönderdi. Biz de onları direnişçilere sızdırdık. Bunların bir kısmını Trablus sokaklarında sergiledik ve fotoğrafladık.
Neden?
Libya ordusuna verilmiş Türk silahı demek için…
Bu silahlar Cezayirli mücahidlere ulaştı mı?
Tabii bu silahların çoğu onlara gitti, ancak topları vermedik, çünkü bunlar büyük silahlar. Cezayir direnişinin ünlü simalarından olan Ahmet bin Bela da bundan haberdar. Bu arada, Libya’da Türk büyükelçisiyle birlikte silahları sergilerken çekilmiş meşhur resimlerimiz var.
Yani, 1957’de Libya’ya Türkiye’den bir hediye olarak takdim edilen Türk silahı birinci derecede Cezayirli Mücahitlere takdim edildi, dimi?
Libya’ya takdim edilmemişti, yani Libya’yı bir kamuflaj olarak kullandık.
Peki, bu durum daha sonra ortaya çıktı mı?
Yıllar sonra bir gazeteye verdiğim beyanatla ortaya çıktı, tabii kıyamet koptu.
Hatıratınız yayımlandıktan sonra mı, önce mi?
Yanılmıyorsam kitabım çıkmıştı, bana bir gazeteci sormuştu, Türkiye’den bir gazeteden, Adnan Menderes’in taraftarı bir gruptan beni aramışlardı. Türkiye’ye davet etmişlerdi beni. Dedim ki, “sayın arkadaşlar bu tarih, olmuş bitmiş, ancak…”
Siz Libya başbakanı iken Adnan Menderes döneminde Libya vasıtasıyla Cezayir devrimine yani bağımsızlığına büyük destek olacak silah desteği verildi.
Evet, silah desteği verildi. Cezayir bağımsızlığında Türkiye’nin büyük desteği var. Bunu gurur duyduğum başarılardan biri olarak kabul ediyorum…
Son olarak Adnan Menderes hakkında neler söylemek istersiniz?
Çok iyi bir insandı. Onunla ve Celal Bayar bey ile ilişkilerimiz çok iyiydi. Her ikisi de İslam dünyasının sorunları ile ilgilenmek istiyordu. Eğer Adnan bey bugün yaşıyor olsa idi, Türkiye 20 yıl daha ileride olacaktı.
Uzun bir telefon görüşmesi oldu. Sizi daha fazla yormak istemiyorum. Türkiye sizi davet etsek gelir misiniz?
Olabilir. Şu anda Dubai’de ikamet ediyorum. Ağustos ya da Eylül ayında bir vesileyle güzelim İstanbul’u bir daha görmek isterim.
İnşaallah sizi davet edeceğiz. Bu yorucu röportaj için teşekkürler…
Ben teşekkür ederim…