BBC bu kez de Geziciler'i şok etti!

BBC bu kez de Geziciler'i şok etti!

Gezi olayları başladığı andan itibaren hükümet karşıtı yayın yapan BBC ilk kez AK Parti'ye kulak verdi. Ortaya çok çarpıcı bir analiz çıktı.

Gezi olayları patlak verdiğinde eylemcilerden yana tavır takınmasıyla birlikte pek çok haberi abartarak dünya kamuoyuna duyuran BBC, o tarihten bu yana ilk kez sayfalarını bir AK Partili'ye açtı. 

AK Partili Yasin Akday'ın Gezi olaylarıanalizine geniş yer ayıran BBC'de yayınlanan satırlar, Gezi eylemcilerini de şaşırtacak şekilde.

"Gezi Fenomenolojisi: Neye niyet, neye kısmet?" başlığıyla yayınlanan analizde Gezi'deki dezenformasyon haberleri özellikle ön plana çıkartılıyor. İşte o yazı:

Gezi Fenomenolojisi: Neye niyet, neye kısmet?

Gezi Parkı eylemlerinin başladığı tarihin üzerinden tam olarak iki ay geçti.Başladığı tarihten hemen sonra hızla büyüdü ve her aşamada katılım profili de aynı hızda değişti.

Katılım profilinin değişmesi hem Gezi Parkı eylemlerinin anlamının değişmesinden kaynaklandı, hem de katılımcıların değişmesi anlamını yeniden belirledi.

Olayların başlamasından iki ay sonra şimdi Gezi olaylarına daha soğukkanlı bakma imkanımız var.

Ancak bu imkan bile herkes için aynı anlama gelmemektedir.

Bir kimlik ifadesi

Çünkü Gezi bu saat itibariyle bile artık bir çok kişi için tamamen duygusal bir bağlanma ve sembolik yansıtma alanı, hatta kimlik ifadesi haline gelmiş durumda.

Gezi eylemlerine katılan veya katılmamış olsa bile eylemlerle duygusal ilişki kuranlar için Gezi'den yana olanlar ve olmayanlar diye bir ayırım söz konusudur.

Gezi eylemleri Türkiye'de neticede tam bir siyasal bölünme meydana getirmiş durumda.

Gezi eylemlerine ilk katılım biraz daha büyük bir çeşitlilik arz ediyordu.

Ağaç duyarlılığı adına harekete geçenler, hele bir de polisin tuhaf şiddeti karşısında reaksiyon gösterenlerle birlikte önemli bir tarihsel blok oluşturdukları izlenimi veriyorlardı.

Doğrusu, ağaç ve çevre duyarlılığının bu kadar çok sayıda insanı harekete geçirebiliyor olması, Türkiye adına ancak gurur duyulabilecek bir şeydi.

İnsanların rastgele ağaç kesimine karşı bu duyarlılığı sergilemesi hiç de kaygılanılacak bir şey değil, velev ki, bu duyarlılığı harekete geçiren açık bir dezenformasyon bile olsa.

Dezenformasyon

Gezi eylemlerine katılanlar gerçekten de bir dezenformasyonla harekete geçiriliyordu.

Taksim meydan düzenlemesi neticede İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin sitesinde çok önceden animasyonu yayımlanmış kapsamlı bir projeydi ve o projenin estetiği tabii ki tartışılabilse de, projeyi tek kalemde “ağaç katliamı” olarak nitelemek büyük haksızlıktı.

Proje tamamlandığında meydana mevcut olanından daha fazla ağaç dikileceği bile görülüyordu.

Taksim Platformu'nun başarılı bir dezenformasyonla olayı ağaç katliamı gibi sunması ve ilk planda oluşan tepkilerin polisle karşı karşıya gelmesi olayların patlamasına neden oldu.

Bu aşamada eylemlere katılımda tam bir çeşitlilik söz konusuydu. Ancak zamanla bu çeşitlilik tamamen yok olmadıysa bile iyice azaldı.

Gezi Parkı alanında 15 günlüğüne oluşan ve hemen her kesimin kendini tanıttığı bir tür fuar ve sergi etkinliği olarak ortaya konulan sosyalleşme, paylaşım ve söylem belki başka türlü değerlendirilebilir.

Ancak Gezi ondan ibaret değildi.

Taksim’de radikal sol ve ulusalcı örgütlerin sergiledikleri görsel şiddet ve İstanbul’un çeşitli semtleri ile İstanbul dışındaki bir çok ilde bu kapsamda ortaya konulan eylemlerdeki vandalizm ve şiddet, neticede gezi olaylarının toplamına dahil eylemlerdi.

Gezi ile özdeşlik bağı kurmuş olanlar için Vandalizm ancak polisin orantısız ve haksız şiddetine karşı en fazla bir kendini savunmadan ibaretti.

Oysa ortada tahrip edilen, yakılıp yıkılan yüzlerce kamu veya özel araç, işyeri ve mekan söz konusu.

Başbakanın evini, ofisini ve başbakanlığı basmak üzere defalarca harekete geçen eylemcilerin sergilediği huruç hareketlerinin Gezi Parkı'yla ilgisi yoktu belki ama Gezi Parkı daha ziyade bu eylemlerin ürettiği gürültüyle kendini duyurdu.

Üstelik Gezi Parkı'nı aşarak bütün Türkiye’ye yayılan eylemlerin çıkardığı toz bulutu kalktığında yeni bir ayrışmanın eşiğine gelmiş olduğumuz görüldü.

Üstelik bu ayrışma Türkiye’deki alışıldık ayrışmaların üstüne oturdu, o ayrışmayı belki üç aşağı beş yukarı esnetmiş oldu ama pek de değiştirmedi.

Gezi eylemlerinde yeni bir sosyolojinin doğduğu iddia edildi ki, bu birkaç retorikten öteye kanıtlanabilmiş değil.

Yeni bir gençliğin doğuşuna işaret sayıldı, ama orada aynı yaştaki bütün gençlikten ziyade belli bir ideolojik çevrenin geleneksel olarak tevarüs edilen ideolojik söylemi kendini ifade etmiş oldu.

Başka çevrelerin gençliği başka zeminlerde kendini yeniden üretmeye devam ediyor.

Gezinin farklılıkları benimseyen yeni bir kültürü yansıttığı söylendi, bunun için başörtülülerin veya anti-kapitalist Müslümanlardan öte bir yenilik ortaya konulamadı ki, o örneklerin de mütedeyyin camia içinde güçlü bir temsili olduğunu söylemek mümkün değil.

Somut mesaj yok

Aksine bu eylemlere katılım tarzları dolayısıyla var olan genişleme potansiyellerini de, inandırıcılıklarını da büyük ölçüde yitirdiklerini söylemek bile mümkün.

Yine de rağbet gördükleri yeni çevreleri için yeni bir aşı veya etkileşim ihtimalini de yok saymıyorum.

Diğer yandan Gezi eylemcilerinin toplamda mesajlarının ne olduğuna bakıldığında işin muğlaklığı daha da artıyor. Zira ortada somut bir mesaj, tez veya iddia yok.

Geziciler ne istediler mesela?

Ağaçları kurtarmaksa hem Gezi Parkının mahkeme kararı ile kurtulması, hem de başbakanın temsilcileriyle yaptığı görüşmeler sonucunda zaten parkın veya ağaçların bir risk altında olmadığı görüldü.

Buna rağmen eylemlilik devam etti.

Bu esnada eylemcilerin daha fazla demokrasi veya daha yüksek bir hayat standardı taleplerini de işitmedik, çünkü büyük ölçüde eylemler Türkiye’de son zamanlarda bizzat isyan edilen başbakanın girişimleriyle alabildiğine yükseltilmiş demokratik zemin sayesinde ve o zeminde gerçekleşti.

Eylemcilerinse hayat standardı Türkiye’nin ortalamasının çok üzerinde gibi görünüyordu.

Bu eylemliliğin bir iddiası, talebi veya mesajı yoktu ama kuşkusuz tamamen anlamsız olamazdı.

İlk etapta o anlamda da bir çeşitlilik olduğunu söylemek zorundayız.

Çünkü herkesin bu eylemlere katılımında kendine özgü motivasyonları vardı.

Erdoğan karşıtlığı birleştirdi

Ama ikinci etapta bu anlamın özellikle ilerleyen zamanlarda tek birleştirici sembolü Başbakan Erdoğan karşıtlığı olduğu görüldü.

Erdoğan karşıtlığının nasıl bu kadar insanı bir araya getirdiği kuşkusuz incelemeye değer.

Bu kısa yazının sınırlarında da tüketilebilecek gibi değil.

Bu karşıtlığın başbakanın kendi siyasal mücadele tarihinden bağımsız olduğu da söylenemez.

En çok satan gazetelerde “muhtar bile olamayacağı” haberi bir müjde gibi verilmiş ve öyle de karşılanmış bir liderin kendisine yönelmiş laikçi, seçkinci nefreti hiçbir zaman sıfırlamamış olduğunu göz önünde bulundurmalıyız.

Neticede bu karşıtlık motivasyonuyla hareket edenlerin çok büyük çoğunluğunun zaten başbakana hiç bir zaman sempatiyle bakanlardan olmadığını kaydedebiliriz.

Bu süreçte başbakanın yeni hasımlar kazanmış olması da mümkün, ancak tam da bu hasımlar kadar belki daha fazla sempatizan toplamış olması da.

Bu arada bütün bunların Türkiye’de Başbakan Erdoğan’ı hedef alarak olması ile Mısır’da ve Tunus’ta bugünlerde olup bitenleri, bu olup bitenlere dünyanın gösterdiği ilgiyi de bir arada düşünmek gerekiyor.

Bir bütün olarak baktığımızda İslam dünyasında demokrasinin gelişmesinin, zannedildiğinin aksine Batılıları pek de hoşnut etmediğini görüyoruz.

Mursi-Erdoğan paralelliği

Türkiye cumhuriyeti tarihinin kaydettiği en radikal demokratikleşme hamlelerini gerçekleştirmiş olan Erdoğan’dan bir diktatör üretmek ile yine Mısır tarihinin ilk seçilmiş Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi hakkında diktatör imajı üretme arasındaki paralelliğin birbirinden bağımsız olmadığını düşünüyorum.

Sonuçta bir yıl içinde diktatör görüntüsü üretilen Mursi askeri darbeyle devrildikten sonra ülke tarihinin yine kaydettiği en totaliter ve eli kanlı yönetimi iktidar olduğunda, Batılı dostların buna dair bir sitemlerini bile duymadık.

Aynı şey bugünlerde Tunus’ta oluyor ve hepsinde de eylemcilerin ilk sarıldığı argümanın 'sandığın herşey olmadığı' argümanı olması son derece dikkat çekicidir.

Bu paralellik, sanırım Türkiye’deki Gezi Parkı eylemlerini de, katılımcılarının niyeti ne kadar saf ve temiz olursa olsun, aynı safa düşürüyor.

Kaynak:Haber Kaynağı

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.