Ayasofya'nın Derin Sırrı
Ayasofya, kalp hastalığını iyileştiren suyu, unutkanlıkları iyi etmesi, her derde deva delikli direği, Nuh’un gemisinin tahtalarıyla....
Ayasofya, kalp hastalığını iyileştiren suyu, unutkanlıkları iyi etmesi, her derde deva delikli direği, Nuh’un gemisinin tahtalarıyla yapıldığı söylenen kapıları ve muhteşem varlığı ile içinde sayısız sırlar saklar...
Ayasofya 921 yıl kilise, 421 yıl da cami olarak hizmet verdi. Doğu Roma İmparatorluğu’nun en ünlü kilisesi, M.S. 326 yıllarında Büyük Kostantin tarafından yapılarak Allah’a adandı ve “Büyük Kilise” diye anıldı. Daha sonra Hagia Sofya denildi. Birçok kereler yıkıldı ve yapıldı. En son yıkılışı da Bizans tarihinde geçen Nika isyanı sırasında oldu. Bu isyan sırasında tamamen yandı.
JÜSTİNYEN YAPTIRDI
Kilise İmparator Jüstinyen tarafından o güne kadar görülmemiş bir zenginlik ve büyüklükte tekrar yaptırıldı. Jüstinyen kilisenin Kudüs’teki Mescid-i Aksa’dan daha büyük ve süslü olmasını istiyordu. 27 Ocak 537’de büyük bir törenle gerçekleşen açılışta İmparator Allah’a şükür secdesine kapandı ve “Ey Süleyman!.. İşte şimdi seni geçtim!” diye haykırdı. Sonrasında kilisenin büyük bir kısmı depremde yıkıldı. Ayasofya en büyük tahribatı ise Batılı Hıristiyanlardan gördü. Ayasofya 1400’lü yılların başında halkın yardımına muhtaç hale gelmişti. Fatih İstanbul’u fethettiğinde Ayasofya’yı bu halde buldu. İlk Cuma namazının burada kılınmasını ve camiye çevrilmesini emretti. Ayasofya 1. Şubat 1935 tarihinde Bakanlar Kurulu kararıyla müzeye dönüştürüldü.
Bizans imparatoru Justinyanus kiliseyi yeniden yaptırmaya karar verdi. Yapacak mimarı bir türlü bulamadı. O günlerde çok ilginç bir olay oldu: Bir ayin sırasında elindeki kutsal ekmekçiği bir arı kapıp kaçtı. İmparator arının saklandığı peteği bulup getirene ödüller vaat etti. Sonunda birisi bulup getirdi ve hayretlerle gördüler ki petek mabet maketi şeklindeydi. Mabedin mihrap yerinde de kutsal ekmek duruyordu. Duvarlar kubbe seviyesine gelince mimarbaşı ortadan yok oldu.
İMPARATOR MİMARBAŞINA KIZDI
Roma’ya kaçtığını öğrendiler. 7 yıl sonra bu defa mimar Roma’daki işini de bırakıp tekrar İstanbul’a döndü. İmparator mimarbaşını görünce çok kızdı. Fakat mimarbaşı ona şöyle dedi: “Bu koca yapının temelinin çok sağlam olması gerekir. Eğer kalsaydım acele ettirecektiniz ve yapının sağlamlığı tehlikeye düşecekti.”
AÇILMAZ KAPININ SIRRI
Ayasofya’nın güney tarafında ufak ve dar bir koridorun ucunda örülmüş bir kapı var. Buna “açılmaz kapı” deniyor. Anlatılanlara göre Fatih Sultan Mehmet İstanbul’a girdiğinde Rum Ortodoks Patriği yanındakilerle bu kapının önünde dua ediyormuş.
Osmanlı ordusu kiliseye girince Patrik bu kapıdan kaçıp kaybolmuş ve kapı bir daha açılmamış. Her paskalyada bu kapının önünde kırmızı yumurta kabukları ortaya çıkarmış.
THEODORA’YI YILANLAR YEDİ
Justinyanus’un karısı İmparatoriçe Theodora, güzelliğinden başka birşey düşünmeyen çok günahkar bir kadındı. Ölünce yılanların kendisini yiyeceklerinden çok korkuyordu. Bu nedenle kurşun bir lahit yaptırdı ve kilisenin büyük kapısı üzerine gömülmesini emretti. Ancak efsaneye göre iki yılan lahitte delikler açarak girdiler ve cesedi yediler. Şimdi Ayasofya’nın giriş kapısı üzerinde görünen delikler yılanların açtığı delikler olarak kabul edilir.
FATİH’İN EL İZİ
Binanın güneydoğusundaki kubbeyi tutan fil ayağının bir yüzünde 6 metre yükseklikte ele benzeyen bir iz var.
Kuşaktan kuşağa anlatılanlara göre Fetih günü, Fatih Sultan Mehmet’in atı ürkmüş, Sultan eliyle bu kemere tutunmuş. Atı ise sütunun kaidesini zedelemiş. Bir başka olay Kanuni Sultan Süleyman döneminden. Gece bir derviş gurubu camiye ibadet etmek için geliyormuş. Uzaktan Ayasofya’nın bütün ışıklarının yandığını görmüşler, içeriden ilahi sesleri geliyormuş. Dervişler korkup içeri girmemişler, olay padişaha iletilmiş. Kanuni adamlarıyla bizzat gelmiş ve dışarıdan olayı aynen görmüş. Sonra içeri girilmesini emretmiş ama içeri girenler kimseyi bulamamışlar.
KALBE İYİ GELİYOR(!)
Ayasofya’nın içinde büyük salonun ortasında bir kuyu var. Eskiden bu kuyu kalp hastalığına tutulanların sık sık geldikleri bir yerdi. Üç cumartesi art arda aç karnına buraya gelir, sabah namazı kılar ve bu sudan içerlerdi. Bu gelenek cami müze haline getirilene kadar sürdü. Kuyunun üzerinde yaklaşık 50 cm çapında bir kapak var. 7 metrelik bir çubuk sarkıtıldığında dibine ulaşılamıyor. Su hala mevcut tatlımsı ve mineralli.
TERLEYEN DİREK
Ayasofya’nın kıble tarafındaki kapılardan soldan sayılınca sonuncusunun iç tarafında bir mermer sütun var. Bu sütunun en büyük özelliği kış ve yaz nemli olması. Bu sütuna “terleyen direk “ deniyor. Sütunun zemininden başlayarak bir buçuk metrelik bir kısmı bakır plaklarla kaplı. İnanca göre sürekli baş ağrısı çekenleri, sindirim sistemi hastalıkları olanları ve sıtmaya tutulanları bu direk tedavi ediyor. Önce iki rekat namaz kılınıyor sonra hasta avuçlarını önce bakır plaklara sonra yüzüne sürüyor. Bu üç kez tekrarlanınca hastalıklar iyi oluyor. Ayrıca elleri çok terleyen kimselerin, direğin üzerinde bulunan deliğe parmaklarını soktukları ve artık elleri.
SOFYA’NIN TABUTU
Ayasofya’nın orta kıble kapısı üzerinde bir tabut var. Sarı pirinçten yapılmış bu tabutta kraliçe Sofya yatıyor. Yalnız bir tehlike var “Bu tabuta sakın dokunmayın” deniyor. Çünkü tabuta el sürülürse büyük bir gürültü başlıyor ve tüm bina sallanmaya başlıyormuş.
JÜSTİNYEN YAPTIRDI
Kilise İmparator Jüstinyen tarafından o güne kadar görülmemiş bir zenginlik ve büyüklükte tekrar yaptırıldı. Jüstinyen kilisenin Kudüs’teki Mescid-i Aksa’dan daha büyük ve süslü olmasını istiyordu. 27 Ocak 537’de büyük bir törenle gerçekleşen açılışta İmparator Allah’a şükür secdesine kapandı ve “Ey Süleyman!.. İşte şimdi seni geçtim!” diye haykırdı. Sonrasında kilisenin büyük bir kısmı depremde yıkıldı. Ayasofya en büyük tahribatı ise Batılı Hıristiyanlardan gördü. Ayasofya 1400’lü yılların başında halkın yardımına muhtaç hale gelmişti. Fatih İstanbul’u fethettiğinde Ayasofya’yı bu halde buldu. İlk Cuma namazının burada kılınmasını ve camiye çevrilmesini emretti. Ayasofya 1. Şubat 1935 tarihinde Bakanlar Kurulu kararıyla müzeye dönüştürüldü.
Bizans imparatoru Justinyanus kiliseyi yeniden yaptırmaya karar verdi. Yapacak mimarı bir türlü bulamadı. O günlerde çok ilginç bir olay oldu: Bir ayin sırasında elindeki kutsal ekmekçiği bir arı kapıp kaçtı. İmparator arının saklandığı peteği bulup getirene ödüller vaat etti. Sonunda birisi bulup getirdi ve hayretlerle gördüler ki petek mabet maketi şeklindeydi. Mabedin mihrap yerinde de kutsal ekmek duruyordu. Duvarlar kubbe seviyesine gelince mimarbaşı ortadan yok oldu.
İMPARATOR MİMARBAŞINA KIZDI
Roma’ya kaçtığını öğrendiler. 7 yıl sonra bu defa mimar Roma’daki işini de bırakıp tekrar İstanbul’a döndü. İmparator mimarbaşını görünce çok kızdı. Fakat mimarbaşı ona şöyle dedi: “Bu koca yapının temelinin çok sağlam olması gerekir. Eğer kalsaydım acele ettirecektiniz ve yapının sağlamlığı tehlikeye düşecekti.”
AÇILMAZ KAPININ SIRRI
Ayasofya’nın güney tarafında ufak ve dar bir koridorun ucunda örülmüş bir kapı var. Buna “açılmaz kapı” deniyor. Anlatılanlara göre Fatih Sultan Mehmet İstanbul’a girdiğinde Rum Ortodoks Patriği yanındakilerle bu kapının önünde dua ediyormuş.
Osmanlı ordusu kiliseye girince Patrik bu kapıdan kaçıp kaybolmuş ve kapı bir daha açılmamış. Her paskalyada bu kapının önünde kırmızı yumurta kabukları ortaya çıkarmış.
THEODORA’YI YILANLAR YEDİ
Justinyanus’un karısı İmparatoriçe Theodora, güzelliğinden başka birşey düşünmeyen çok günahkar bir kadındı. Ölünce yılanların kendisini yiyeceklerinden çok korkuyordu. Bu nedenle kurşun bir lahit yaptırdı ve kilisenin büyük kapısı üzerine gömülmesini emretti. Ancak efsaneye göre iki yılan lahitte delikler açarak girdiler ve cesedi yediler. Şimdi Ayasofya’nın giriş kapısı üzerinde görünen delikler yılanların açtığı delikler olarak kabul edilir.
FATİH’İN EL İZİ
Binanın güneydoğusundaki kubbeyi tutan fil ayağının bir yüzünde 6 metre yükseklikte ele benzeyen bir iz var.
Kuşaktan kuşağa anlatılanlara göre Fetih günü, Fatih Sultan Mehmet’in atı ürkmüş, Sultan eliyle bu kemere tutunmuş. Atı ise sütunun kaidesini zedelemiş. Bir başka olay Kanuni Sultan Süleyman döneminden. Gece bir derviş gurubu camiye ibadet etmek için geliyormuş. Uzaktan Ayasofya’nın bütün ışıklarının yandığını görmüşler, içeriden ilahi sesleri geliyormuş. Dervişler korkup içeri girmemişler, olay padişaha iletilmiş. Kanuni adamlarıyla bizzat gelmiş ve dışarıdan olayı aynen görmüş. Sonra içeri girilmesini emretmiş ama içeri girenler kimseyi bulamamışlar.
KALBE İYİ GELİYOR(!)
Ayasofya’nın içinde büyük salonun ortasında bir kuyu var. Eskiden bu kuyu kalp hastalığına tutulanların sık sık geldikleri bir yerdi. Üç cumartesi art arda aç karnına buraya gelir, sabah namazı kılar ve bu sudan içerlerdi. Bu gelenek cami müze haline getirilene kadar sürdü. Kuyunun üzerinde yaklaşık 50 cm çapında bir kapak var. 7 metrelik bir çubuk sarkıtıldığında dibine ulaşılamıyor. Su hala mevcut tatlımsı ve mineralli.
TERLEYEN DİREK
Ayasofya’nın kıble tarafındaki kapılardan soldan sayılınca sonuncusunun iç tarafında bir mermer sütun var. Bu sütunun en büyük özelliği kış ve yaz nemli olması. Bu sütuna “terleyen direk “ deniyor. Sütunun zemininden başlayarak bir buçuk metrelik bir kısmı bakır plaklarla kaplı. İnanca göre sürekli baş ağrısı çekenleri, sindirim sistemi hastalıkları olanları ve sıtmaya tutulanları bu direk tedavi ediyor. Önce iki rekat namaz kılınıyor sonra hasta avuçlarını önce bakır plaklara sonra yüzüne sürüyor. Bu üç kez tekrarlanınca hastalıklar iyi oluyor. Ayrıca elleri çok terleyen kimselerin, direğin üzerinde bulunan deliğe parmaklarını soktukları ve artık elleri.
SOFYA’NIN TABUTU
Ayasofya’nın orta kıble kapısı üzerinde bir tabut var. Sarı pirinçten yapılmış bu tabutta kraliçe Sofya yatıyor. Yalnız bir tehlike var “Bu tabuta sakın dokunmayın” deniyor. Çünkü tabuta el sürülürse büyük bir gürültü başlıyor ve tüm bina sallanmaya başlıyormuş.