Allah'a en yakın olma zamanı
İmam-ı Rabbani, Seyyid Mir Muhammed Numan'a gönderdiği Mektubat'ındaki iki yüz altmış birinci mektupta, Seyyid Mir Muhammed Numan'a, namazın güzelliklerini ve ehemmiyetini anlatıyor
İmam-ı Rabbani, Seyyid Mir Muhammed Numan'a gönderdiği Mektubat'ındaki iki yüz altmış birinci mektupta, Seyyid Mir Muhammed Numan'a, namazın güzelliklerini ve ehemmiyetini anlatıyor: Allah Teâlâ'ya hamd ederim. O'nun sevgili Peygamberi Muhammed aleyhisselâma, salât ve selâm, sizlere de dua eylerim.
Sevgili kardeşim!
Allah Teâlâ seni hakiki rütbelere yükseltsin! Bilmelisin ki, namaz, İslam'ın beş şartından, dinin beş esasından ikincisidir. Bütün ibadetleri kendisinde toplamıştır. İslâm'ın beşte bir parçası ise de, bu toplayıcılığından dolayı, yalnız başına, Müslümanlık demek olmuştur.
İnsanı Allah Teâlâ'nın sevgisine kavuşturacak işlerin ilki olmuştur. Âlemlerin efendisi ve Peygamberlerin (sav) en üstünü olana Miraç gecesi, Cennette nasip olan rüyet şerefi, dünyaya indikten sonra, dünyanın hâline uygun olarak kendisine yalnız namazda müyesser olmuştur. Bunun içindir ki, 'Namaz müminlerin miracıdır' buyurmuştur.
Bir hadiste, 'İnsanın Allah Teâlâ'ya en yakın olması namazdadır' buyurmuştur. Onun yolunda, tam izinde giden büyüklere, o rüyet devletinden, bu dünyada büyük pay, namazda olmaktadır. Evet, bu dünyada Allah Teâlâ'yı görmek mümkün değildir. Dünya buna elverişli değildir. Fakat O'na tâbi olan büyüklere, namaz kılarken rüyetten bir şeyler nasip olmaktadır.
'Namaz gözümün nurudur'
Namaz kılmağı emir buyurmasaydı, maksadın, gayenin güzel yüzünden perdeyi kim kaldırırdı? Âşıklar, maşuku nasıl bulurdu? Namaz, üzüntülü ruhlara lezzet vericidir. Namaz, hastaların, rahat vericisidir. Ruhun gıdası namazdır. Kalbin şifası namazdır. 'Ey Bilal, beni ferahlandır!' hadis-i şerifi, bunu göstermekte, 'Namaz, kalbimin neşesi, gözümün bebeğidir' hadis-i şerifi, bu arzuya işaret etmektedir.
Yalnız bu ümmete mahsus bir nimet!
Zevkler, vecdler, bilgiler, marifetler ve makamlar, nurlar ve renkler, kalpteki telvînler ve temkînler, anlaşılan ve anlaşılamayan tecelliler, sıfatlı ve sıfatsız zuhurlardan hangisi, namaz dışında hâsıl olursa ve namazın hakikatinden bir şey anlaşılamazsa, bu hâsıl olanlar, hep zılden, yansımadan ve suretten meydana gelmiştir. Belki de, vehm ve hayalden başka bir şey değildir. Namazın hakikatini anlamış olan bir kâmil, namaza durunca, sanki bu dünyadan çıkıp âhiret hayatına girer ve âhirete mahsus olan nimetlerden bir şeylere kavuşur. Araya aks, hayal karışmaksızın, aslıdan haz ve pay alır. Çünkü dünyadaki bütün kemâlât, nimetler suret ve görünüşten hâsıl olmaktadır. Zıl, görünüş arada olmadan, doğruca aslıdan hâsıl olmak, âhirete mahsustur.
Dünyada 'asıl'dan alabilmek için, miraç lâzımdır. Bu miraç, müminin namazıdır. Bu nimet, yalnız bu ümmete mahsustur. Peygamberlerine tâbi olmak sayesinde, buna kavuşurlar.
Çünkü bunların Peygamberi (sav) Miraç gecesi dünyadan çıkıp âhirete gitti. Cennete girdi ve rüyet devleti ile şereflendi. Ya Rabbi! Sen o büyük Peygambere (sav) bizim tarafımızdan, onun büyüklüğüne yakışan iyilikleri ihsan eyle! Bütün Peygamberlere de (âlâ nebiyyinâ ve aleyhimüssalevâtü vetteslîmât) hayırlar, iyilikler ver ki, onlar insanları, seni tanımaya ve rızana kavuşmaya çağırmış ve beğendiğin yolu insanlara göstermişlerdir.
Namaz, ibadet edenle ibadet edileni ortaya koyar
Tasavvuf yolunda bulunanların birçoğu kendilerine namazın hakikati bildirilmediği ve ona mahsus kemâlât tanıtılmadığı için, dertlerinin ilâcını başka şeylerde aradı. Maksatlarına kavuşmak için, başka şeylere sarıldılar. Hatta bunlardan bazısı, namazı bu yolun dışında, maksatla ilgisiz sandı. Orucu namazdan üstün bildi. 'Fütuhat' kitabının sahibi dedi ki: "Oruç, yiyip içmeyi bırakmak olduğu için, Allah Teâlâ'nın sıfatları ile sıfatlanmak, Ona yaklaşmaktır. Namaz ise, başkalaşmak, uzaklaşmak, ibadet edici ve ibadet edilen ayrılığını kurmaktır."
Bir şeyin aşkı, âşığı sağır eder!
Bu söz de, görüldüğü gibi, Tevhîd-i vücûdî meselesinden doğmaktadır. Bu mesele ise, aşk-ı ilâhî serhoşluğunun bir tezahürüdür. Namazın hakikatini anlayamayanlardan birçoğu da, ızdıraplarını teskin ve ruhlarını ferahlandırmağı, sima ve nağmede, yani musikide, vecde gelmekte, kendinden geçmekte aradı. Maksadı, maşuku, musiki perdelerinin arkasında sandı. Bunun için raksa, dansa sarıldılar. Hâlbuki (Allah Teâlâ haramda şifa tesiri yaratmamıştır) hadis-i şerifini işitmişlerdi. Evet, boğulmak üzere olan bir acemi yüzücü, her ota da sarılır. Bir şeyin aşkı, âşıkı sağır eder ve kör eder. Bunlara eğer namazın kemâlâtından bir şey tattırılmış olsaydı, sima ve nağmeyi ağızlarına almaz, vecde gelmeyi hatırlarına bile getirmezlerdi.
Bu mektubu okuyanlar!
Bu mektubu okuyunca, içinizde namazın hakikatini öğrenmek ve ona mahsus güzelliklerinden birkaçına kavuşmak arzusu uyanır ve bu arzu, sizi rahatsız edecek kadar çoğalırsa, istihareler yaptıktan sonra, bu tarafa gelip ömrünüzün bir parçasını da namazı öğrenmek için seferber ediniz! İnsanlara doğru yolu, saadet-i ebediye caddesini gösteren ancak Allah Teâlâ'dır. Doğru yolda yürüyenlere ve Muhammed Mustafa'ya (sav) tâbi olmakla şereflenen bahtiyarlara, Allah Teâlâ selâmet versin!