Allah Dostlarından Mektuplar
Peygamber Efendimiz'den günümüze dek tarih boyunca yaşamış Allah dostlarının ilahi aşk mektuplarından bir güldeste
Adem’e öğretilen kelimeler, kelimelerin canı ve insanın kalem oluşu… Harfler ve ilahi aşkı ifade etmenin zorluğu… Marifetin sorumluluğu ve inceliği… Ve mektuplar, kalbe tercüman olan mektuplar… Tasavvufta irşad ve tebliğ vasıtası haline gelen mektuplar… İlahi aşkı kelimelere döken mektuplar…
Nasıl ki sözün girdiği her biçim –bilhassa şiir– sûfîlerin elinde hakikatleri anlatmak için birer vesile olmuşsa, mektuplar da benzer bir işlev üstlenmişlerdir. Tasavvuf ehli, yanlarında bulunamayan müridlerine yol göstermek, onların yüzleştiği sorunları halletmek, rüyalarını tabir etmek, sorularına cevap vermek, genel mânada tasavvufun çeşitli meselelerini aydınlatmak gibi çeşitli amaçlarla mektuplardan yararlanmışlardır. Sûfîler kendi ilimlerini, hallerini, kötü özelliklerin temizlenip yerine iyi huyların yerleştirilmesi hususundaki ahlakî yöntemlerini, seyr ü sülûka ilişkin metotları, kısaca tasavvufla ilgili söylemek istediklerini mektuplar yoluyla da ifade etmişlerdir.
Allah Dostlarından Mektuplar, Peygamber Efendimiz’den günümüze dek tarih boyunca yaşamış Allah dostlarının, İslâm büyüklerinin mektuplarından bir güldeste yapıyor. Bu mektûbâtlar mektûbâtını okurken, Hz. Ali, İbn Arabî, Mevlânâ, İbn Sina, Şems-i Tebrizî, Gazâlî, Abdülkâdir Geylânî, İbrahim Halveti, Molla Fenâri, Hacı Bayram Veli ve Akşemseddin gibi abide şahsiyetlerin kelimelere döktüğü aşklarına tanık olacaksınız.
Mektuplardan örnekler:
Peygamber Efendimiz’den (s.a.v.) Habeş Necaşisi Ashama’ya:
Ben seni, bir olan, eşi ve ortağı bulunmayan Allah’a, O’na ibadet ve tâata, bana tâbi olmaya ve Allah’tan getirip tebliğ etmiş olduğum şeylere iman etmeye davet ediyorum. Çünki ben Allah’ın Resûlü’yüm. Seni ve askerlerini, yüce Allah’a ibadet ve tâata davet ediyorum. Ben sana gereken tebliğatı yapmış, dünya ve ahiret mutluluğunu sağlayacak öğüdü vermiş bulunuyorum.
Öğüdümü kabul ediniz!
Hz. Ali’den (k.v.) Hz. Hasan’a:
Bil ki ölümün sahibi, yaşayışın da sahibidir; yaratan, öldürendir; yok eden, tekrar diriltendir, dert veren, derdi giderendir. Dünya, Allah’ın nimetler verdiği, fakat sınamalara da uğrattığı, yaptıklarımıza âhirette karşılık olarak mükâfat ve mücâzat takdir ettiği bir yurttur, bir halde kalmaz; daha da senin bilmediğin, onun dilediği şeyler vardır ki anlatılamaz.
Gazâlî’den (k.s.) Selçuklu Sultanı Sencer’e:
Dünyanın bulunduğu durum üzerinde tefekkür edecek olursanız, size çok değersiz görünecektir. Büyükler şöyle demişlerdir: “Bu dünya kırılgan ve dayanıksız bir altın testi, öbür dünya da dayanıklı ve kalıcı toprak bir testi olsa, akıllı insan bu toprak testiyi seçer.” Hakikatte ise durum oldukça farklıdır. Bu dünya topraktan yapılmış bir testi, öbür dünya ise altından yapılmış bir testidir.
Mevlânâ’dan (k.s.) Şems-i Tebrizî’ye:
Ey Arabın gönlünü açan, Acemin ulu padişahı
Gel, gönlümü fetheden sensin, gel!
Ey derûnum sana ‘gel’ deyip duran
Ey varım-yoğum, her şeyim, gel!
Senin için beldeleri dolaştım, ey kamer!
Beni ve beldeleri kuşatmışsın sen, haydi gel!
Güneş gibisin, yaklaşan ve uzaklaşan
Ey kullara yakın olan, artık gel!
Hacı BayramVeli’den (k.s.) bir halifesine:
Bu âlem, değişme ve dönüşme yeridir. Her dâim, mahlukatın yok olup yeniden var olması o kadar çok meydana gelir ki bu değişim farkedilemez. Yoksa bir anda yok olup yeniden var olan varlığın ne kadar bekâsı olabilir, ve miskin ademoğlu buna ne kadar itimad edebilir?!
İbn Sina’dan Ebu Said Ebu’l-Hayr’a:
Güzel kelime Allah’a yükselir, iyi amel de onu yüceltir. İşte bunu söyler, azîm olan Allah’tan istiğfar eder, O’ndan hidayet talep ederim. Ona rücû eder, beni Kendisine yaklaştırmasını niyaz ederim. Şüphesiz ki O her şeyi işiten Semî’, bize her şeyden yakın olan Karîb, duamıza icabet eden Mücîb’dir. O bize yeter, ne güzel vekildir.