Alevi yazar Bediüzzaman'ı yazınca
Özellikle Nurcu kesimde son günlerde ses getiren bir tartışma var. Alevi bir yazar Bediüzzaman'la ilgili roman yazıdığı için başlayan tartışma olumlu ve olumsuz yankılarla giderek büyüyor. İşte tartışmalara neden olan eser:
Ahmet Bilgi'nin röportajı
15 yıl ticaret dünyasında kalarak yayıncılık aleminden uzak kalan gazeteci yazar Hüseyin Yılmaz, bir yıl önce internet ortamında yazdığı yazılarla yeniden ayın alemine döndü. Risale Haber, Time Türk ve Medya İronik gibi sitelerde .
Yılmaz edebiyat ve düşünce dünyamıza sadece internet sitelerindeki yazılarıyla yeniden merhaba demiş değil, bir müddettir Alternatif Yayınları’nın de sevk ve idaresini üstlenmiş durumda.
İlk ses getiren eseri de Bediüzzaman’ın hayatını kaleme alan Alevi yazar Metin Aktaş’ın “Son Derviş” adlı kitabını basması oldu.
Hüseyin Yılmaz, hem o kitap hem de yayıncılık hakkında görüşlerini Risale Haber sitesinden Ahmet Bilgi'ye anlattı.
> Yayın dünyasına cidden döndünüz mü? Ticaret defterini bütünüyle kapattınız mı?
> Döndüm; geç de olsa, çok yara bereli de olsam, döndüm. Ticaret defterini isteyerek açmamıştım, hep isteyerek kapatmak istedim; kısmet olmadı... Netice de son krizle birlikte, bir nevi istemeyerek de olsa, kapattım. Biliyorsun, ticaretten para kazanıp neşriyat işi yapacaktım, Murad-ı İlâhî öyle değilmiş demek.
> Alternatif Yayınları’nın geçmişi nedir? Mevcut muydu? Siz mi kurdunuz?
> Bir kaç yıllık bir geçmişi var, bâzı kitaplar basılmış, bâzı neticeler de elde edilmiş, ama arzu edilir bir çıkışı olmamış. Yâni büsbütün yeni bir müessese değil... Yakın bir dostum kurmuş, aynı çatı altında işbirliğine gittik... Edebiyat ve düşünce dünyamızda iz bırakacak, insanımız ve insanlığa faydalı olacak eserler neşretmek için her hayrın başı olan besmeleyi çektik. Gayret bizden, netice Allah’tan...
> Yanlış hatırlamıyorsam geçmişte Timaş tarafından yayınlanan dokuz kitabınız vardı. Hepsi de güzel çalışmalardı, hatırlıyorum.... Sizin kitaplarınız da basılacak mı?
> Elbet de... İlk etapta altı-yedi kitap yayına hazırladık. Bunların arasında fakirin “Hüzün Çiçeği” de yer alıyor. Mehmed Kırkıncı Hoca’nın “Sorularla İslâmiyet” adlı kitabı hazır. Ümid Şimşek Beyden iki kitab: “Besmele” ile “Her Şeyin Hikâyesini Merak Eden Adam”... Hüseyin Yürük, genç ama kuvvetli bir araştırmacı, cidden harika bir tahlil ve tasnif kabiliyetine sahib. Yürük’ün iki cild halinde “Türkiye’nin Demokrasi Tarihi” hazır. Ve de Metin Aktaş’ın Üstâd Bediüzzaman’ı anlattığı muhteşem eseri: “Son Derviş”
> Son Derviş’i sona bırakalım, ona dair soracaklarım fazla olabilir... Önce neden yayıncılık, yayıncılıktan ne bekliyorsunuz?
> Yayıncılığı Timaş’ta zevketmiştim; sevdiğim, faydalı gördüğüm bir faaliyet. Daha da çok, yayıncı için olduğu kadar, yazar için de bir model ortaya koymak istiyorum. Kitabı işporta tezgâhındaki yumurta veya limondan farksız, basit bir ticârî emtia olarak gören yayıncının devri kapanmalı. Yayıncı yazar değilse bile, hiç değilse editörlük yapacak kadar, yazara yakın olmalı. Yazarı anlamayan, edebiyatı bilmeyen, düşünceye herhangi bir emek kadar bile ehemmiyet atfetmeyen yayıncı, yazarı kısırlaştırır, neslini akâmete uğratır. Türkiye’de büyük yazar yetişmiyormuş!.. Nasıl yetişsin, yazar kalemiyle orta seviyede olsun bir refah seviyesini yakalayamıyorsa; kitab, maişetini temin etmiyorsa; kitabdan kazandığı işportacının limondan; hamalın kaslarından kazandığından çok daha azsa, yazar nasıl yetişsin?
Bir yazar olarak, imkânlarımızın el verdiği nisbette, yazara daha iyi bir şeyler vermek, daha iyi bir gelecek hazırlamak istiyorum. Birilerinin kitabdan dünyevî mânâda da birşeyler kazanmaya hakkı varsa, bunların birincisi yazar olmalı... Bütün değerleri tahrib eden kapitalizmin hükümlerini nas gibi dayatıp, sermayeyi putlaştırmanın âlemi yok... Kapitalist ve maddeci batının bu habis urbası sırtımızda taafün etmiş bir post gibi duruyor. Kaldı ki, yazar kapitalist Batıda da bizden çok daha iyi durumda, çok daha muteber...
> Nasıl bir yayın politikanız olacak? Basmayız, dediğiniz bir tür var mı?
> Yayın politikamızın edebe, adaba ve ahlâka muvafık olmasına azamî itina göstereceğiz. Müstehceniyat ve ahlâksızlığa kapılarımız kapalı olacak... Bu milletin muhteşem bir geçmişi, denî bir yakın târih ve hâli var. Muhteşem geçmişini daha muhteşem geleceğine bağlayacak olan bir köprünün hiç değilse malzemesini devşireceğiz. İnşâsına ömrümüz vefa etmezse bile, bizden sonrakilere hazır malzeme bırakmış oluruz...
Sonra bir dil politikamız olacak... İrfãnımızı boğan uydurukçaya kapılarımızı sımsıkı kapatmak isteriz... Yedibin yıl öncesinin topraktan kırık testisine gösterdiği itinayı bin yıllık değerlerinin hazinesi dile ve kitaba göstermemek budalalık değilse, kasdî bir cinâyet ve hıyanettir. Bu milletin çocukları târih ve ecdâdlarını artık okuyup anlayabilecek bir dile sahib değiller. Bu cinâyet bütün bir cumhuriyet devri idârecilerinindir. Dil ve etrafındraki inkılâbların temel hedefi de maalesef budur. Ve diyebilirim ki, şuursuzluğumuz sebebiyle hedefine ulaşmış, kabul görmüş tek inkılâbdır; dil ve harf inkılâbı. Heyhat ki, uzun zaman mevzilerini terketmeyen muhafazakâr çevreler de son çeyrek asırda bütünüyle teslim-i silâh ettiler. Muhafazakâr Sağın bastığı kitablar da en az diğerleri kadar kötü, diğerleri kadar anlaşılmaz durumda... Evet, Alternatif Yayınları bir dil politikasına sahib olacak ve bir ekible bu hizmeti verecektir.
Basmayacağımız herhangi bir tür olacak mı? Hayır... Her türden kitabı basmaya gayret edeceğiz. O kadar ki, edebî san’atların en muhteşemi, fakat en az alâka göreni olan şiire de kapılarımız açık olacak. Bir şartla ki, şiir gerçekten şiir olmalı... Ama daha çok roman, düşünce, itikad kitabları ve büyük derdimiz olan yakın târih çalışmalarına öncelik vereceğiz.
> Peki bu “Son Derviş” meselesi neyin nesi? Alevi bir yazar Bediüzzaman’ı ne kadar anlatabilir? Burada herhangi bir risk görüyor musunuz?
> Ölmekten korkan savaşa gönüllü yazılmaz... Bir kere, Metin Aktaş, dünya çapında bir romancının vasıflarına sahib bir yazar. Klasiklerin kahir ekseriyetini okumuş ve roman yazmış biri olarak söyleyebilirim ki, Aktaş’ın muhayyile zenginliğine sahib isim hatırlamıyorum. Romancının birinci vasfi: Muhayyile... Mevcud olmayan bir dünyayı inşâ edecek, binlerce isme hayalî kaderler yazacak... Muhayyilesi zayıf insandan romancı olmaz. Aktaş’ın muhayyilesi -tabiri caizsse- tam bir hayâl üretme fabrikası, üç vardiye çalışan devasa bir fabrika...
Son Derviş, 600 sayfa civarında bir roman; daha ilk satırından itibaren heyecanla başlayıp, kelimelerin peşinden nefes nefese koşturduktan sonra, aynı heyecanla biten bir kitab. Bu hacimde bir kitabın içinde durgun tek paragraf yok, Munzur’un suyu gibi gürül gürül akan bir âlem. Sonra en kuvvetli romancıların eserlerinde bilemediniz göze çarpan bir düzine kadar kahraman yaşar... Aktaş, kitabına binleri taşıyor; bir romanın sahifeleri arasında üçbeş kişiyle değil, binlerle birliktesiniz; bir kavimle içiçe kesif münasebetlerle yaşamaya başlıyorsunuz. Bütün ömrünüz boyunca tanıdıklarınızdan fazla insanla Aktaş sizi göz göze getiriyor...
Yazık ki bu büyük romancı, fazlaca çalakalem, fazlaca derbeder... Tahsiline imkân bırakmayıp liseden terketmesine sebeb olan heyulâ devlet utansın... Geçmişte işlediği cinâyeti nisyana terkedip telâfisine çalışmayan müstebid devlet utansın... Aktaş’ın hakkı, emrinde düzinelerce editör ve meslek erbabıyla çalışmaktır... Evet, yazık ki bu takdir ve tarifinden acze düştüğüm zengin muhayyilenin meyvalarını kâmilen devşirmek Aktaş’a verilecek destekle kabil.
Yazdıklarını tekrar tekrar gözden geçirme zaruretini göğüslemek zorunda, aksi takdirde kartal olduğu halde bir serçenin gövdesinde hayat bulmuş olmanın ızdırabını yaşamaya mahkum kalacak. Bu sözler, takdiri için kelime bulamadığım yazarı rencide etmek kastı taşımıyor, aklımın köşesinden bile geçirmem. Aksine korumaya çalışıyorum, bu zaafın onun eseri olmadığını, ondan kaynaklanmadığını ortaya koymakla haksız ve kırıcı tenkidlere yol göstermeye çalışıyorum. Yine de kim ne derse desin Aktaş, büyük bir romancıdır ve Son Derviş, Edebiyat Tãrihimiz için göz kamaştırıcı bir kazançtır. Sadece edebiyat târihimiz için değil, düşünce ve yakın tãrihimiz için de ciddi bir irtifa, ciddi bir kazançtır Son Derviş.
Risklere gelince... Elbet de Metin Aktaş bir Nur Talebesi değil, elbet de Aktaş bir şâkird gibi Bediüzzaman’ı değerlendiremez ve yazamaz... Ama Aktaş hakperest bir insan, risk alan da o. Alevi olmasına rağmen şöhreti ve kabulü dünyaya yayılmış Üstad Bediüzzaman gibi Sünni bir âlimi, bir büyük dâvâ adamını hayranlıkla kaleme almak, eksik ve yanlış şeyler yazmış olmaktan daha büyük risk değildir Aktaş için. Aktaş’ın eksik ve yanlışları bu saatten sonra Bediüzzaman ve dâvasına zarar vermez, ama bu eser yazarın kendi câmiasına çok dil dökmesini gerektirebilir. Tepkilerden yılar, ya da korkar mı? Hiç sanmıyorum... Dostum Aktaş, cesur ve faziletli bir insan, hak ve hakikatın müdafaasından çekilmez, çekilmeyecektir... Üstelik kaleme aldığı isim bir Alevi değil, Sünni bir âlim. Alevi cãmiâ ve Sol çevreler de bu hakikati görmezlikten gelemezler.
Buna rağmen Nurculardan da tenkid ve itirazlar gelecektir. Gelsin... Son Derviş Alevilere Bediüzzaman’ı ve Nurları taşıyacak, Sünnilere de Alevilerin de kendileri gibi insan olduklarını öğretecektir. En az Kürt Meslesi kadar tehlikeli bir potansiyel taşıyan Alevi-Sünni gerginliğinin izalesine hizmet edecek bir esere imza atan Aktaş’ın hakkı tekdir ve tenkid değil, gönül dolusu muhabbet ve takdirdir. Beğenmeyenlerin bir de mükellefiyeti var: Daha iyisini ortaya koymak... Belki, var, diyeceksiniz... Ama acele ediyorsunuz, henüz “Son Derviş”i okumadınız ki.
> Meslekdaşların umumiyetle birbirlerini kıskandıkları, çekemedikleri dünyaca malûm. Doğrusu bir meslekdaşınız hakkındaki bu coşkun takdiri anlamakta zorlanıyorum. Hele Hüseyin Yılmaz’dan gelince daha da şaşırıyorum. Zirâ zor beğendiğinizi, zor takdir ettiğinizi bilirim... Bu durumda ilk işimiz kitabı okumak olmalı...
Ve hususi bir sualle bitirelim: Herhangi bir gazetede yazmayı düşünmüyor musunuz?
> Elbet de düşünürüm... Düşünürüm de, yalnız benim düşünmem kâfi gelmiyor. Tarz ve tavrım belli: Hasımlarımı ürküten, dostlarımı tedirgin eden bir tavır... Görmezlikten geliyorlar, en azından ben öyle sanıyorum... Belli ki bir gazetede yazmamın ilk şartı: İnandıklarımı ifâdeden vazgeçip kafileye ayak uydurmaktır... Ama böyle olmamak için meslekten ayrılmamış mıydım? Sırf haksızlığını okkalı bir tükürük gibi Genel Müdür kılıklı işportacı bozmasının yüzene haykırmak için çalıştığım gazeteden ayrılmamış mıydım? Otuz yaşında kabullenmediğimi ellisinde kabullenecek idiysim, bunca yılı niçin heba ettim? Yok aziz dost... Öldüğüm gün, hak ve hakikat budalası son Donkişot öldü desinler, ama o da teslim oldu demesinler...
Yazdıklarımın ceremesini çekmeye hazırım... Bana kapılarını açacak olanlar yazılarımın cihat-ı sittesine büyük puntolarla, “Yazıları bizi bağlamaz!” diye yazabilirler, kabullenirim; ama, “Biraz daha yumuşak!”, ya da, “Şuna dokunma, bunu görme, o bizdendir, herkes yapıyor!..” demelerini kabullenemem... Gazetede yazmadığım için mahşerde hesaba çekilecek değilim, ama inançlarımı bu denî dünya saâdet ve menfaatlerine fedã etmişsem sorulur. Ve böylesi bir sualin tatmin edici cevabı bende yok, bulamadım...
> Tamamlayıcı bir soruyla bitirelim. Okuyucu veya kitabevleri kitaplarınızı nereden temin edebilirler?
Okuyucu eskisi kadar mahellesindeki kitapçıya mahkum değil, bir düzineyi aşkın internet üzerinde satış yapan site kitaplarımızı satışa arzetmiş durumda. www.alternatifyayinlari.com veya www.merakkitap.com sitesinden de kitaplar sipariş verilebilir ve en geç bir kaç gün zarfında kitaplar yerini bulur. Kaldı ki, NT mağazaları başta olmak üzere bir çok kitabevine kitapları ulaştırmanın gayreti içindeyiz, yakın bir gelecekte işin bu kısmı da halledilmiş olacak. Kitabevleri de kitablarımızı Gökkuşağı, Alfa ve Sebat Dağıtımdan temin edebilecekleri gibi, doğrudan bizden de temin edebilirler..
(Risale Haber)
Kitapla ilgili teknik bilgilere ve internet üzerinden satış şartlarına bu linkten ulaşabilirsiniz