Aile ve Ailede Değişim Üzerine

Aile ve Ailede Değişim Üzerine

Umran Dergisi, Doç. Dr. Kadir Canatan ile "Aile Sosyolojisi" bağlamında aile ve ailedeki değişim üzerine bir söyleşi yaptı

"Çekirdek aile sanayi devriminin etkileriyle oluşmuş bir aile tipidir ve dolayısıyla sanayi toplumunun ailesidir. Sanayi Devrimi'yle birlikte ev ve iş yaşamı arasındaki ilişki yeni bir şekle kavuşmuştur. Daha önce aile, aynı zamanda bir üretim birimiyken şimdi aile üyeleri çalışmak için evden ayrılmak ve fabrikaya gitmek zorunda kalmışlardır."

"Modern ailenin bir kriz yaşadığı kesindir. Aile kendisinden beklenen işlevleri yerine getiremiyor. Boşanmalar artıyor, ev içi şiddet artık tolere edilmiyor, çocuklar sorunlu yetişiyor, babanın otoritesi sarsılmakta, yaşlılara ailede bakım baskı altında vs. Tüm bunlar ailenin krizine işaret ediyor. "Ne yapmalı?" sorusu da bu ortamda elbette gündeme geliyor. Ben kendi hayatımdan da çıkardığım dersleri de katarak birkaç şey önerebilirim. Bir kere evliliklerde ortak payda ne kadar fazla olursa istikrarlı ve dengeli bir aile oluşturmak o kadar kolay oluyor. Eşler mutlaka "paralel gelişim" içinde olmalılar."

Müslüman ailelerde de Batı'dakine benzer bir şekilde çocuk algısı ve aile değerlerinin değiştiğine dikkat çeken Kadir Canatan'la yapılan söyleşinin tamamını ilginize sunuyoruz:

Aile ve Ailedeki Değişim

Türkiye'de üniversite dünyasında ve sosyoloji bölümlerinde aile sosyolojisi derslerinin uzun bir geçmişi bulunmasına rağmen hâlâ bu disiplini öğretecek farklı ders kitaplarının yazılmamış olması ve dolayısıyla bu dersin öğretimiyle meşgul akademisyenlerin bir seçeneksizlik sorunu yaşamaları kabul edilebilir bir durum değildir, işte bu sorunu aşmak, Aile Sosyolojisi çalışmasının ana motifi olmuştur. Eser, bilimsel bir disiplin olarak aile sosyolojisinin gelişimi, ana konuları ve perspektifi, aile hakkındaki belli başlı kuramsal yaklaşımları, ailenin tanımı, türleri ve işlevleri, ailenin tarihsel süreç içinde geçirdiği serüven ve aile içi ilişkiler, başka kurum ve alanlarla aile kurumunun ilişkileri gibi temel konuların detaylı başlıklarla ele alındığı dört bölümden oluşmaktadır. Kitabın sonunda geniş bir aile kaynakçasına yer verilmiştir, ilgili bölümlerde verilen kaynak ve atıflarla birlikte farklı dillerde ve ülkelerde yapılmış olan aile sosyolojisine ilişkin pek çok araştırma ve çalışma bu zengin kaynakçada mevcuttur. Çalışmayı hazırlayan Kadir Canatan'la kitabından hareketle aileyi ve ailedeki değişimleri konuştuk.

Sosyolojinin olan biteni görünüş olarak tespit etme yaklaşımı var. Gerçekten de çok farklı alt dalları var sosyolojinin. Sizin de yakından ilgilendiğiniz bu alanlardan biri Aile sosyolojisi. Bazı yaklaşımların adlandırma düzeyinde itiraz ettikleri (ki onlara göre bu alanın adının "Evlilik İlişkileri Sosyolojisi" olması gerekir) Aile sosyolojisi nedir, ne tür sorunlarla uğraşır?

Aile sosyolojisi, sosyolojinin alt uzmanlık alanlardan biridir. Sosyolojik bir bakış açısıyla aileyi inceler. Sosyolojik bakış açısı bireysel durumları tarihsel ve toplumsal bağlamı içinde açıklamaya çalışan bir yaklaşım biçimidir. Eğer siz aileyi bu tür bir yaklaşımla ele alırsanız o zaman sosyolojik olarak incelemeye başlamışsınız demektir. Demek ki aile sosyolojisi genel sosyolojik yaklaşımın aileye uygulanmasıyla ortaya çıkan bir alt uzmanlık alanıdır.

Aile sosyolojisi, geçmişte üç tema üzerinde yoğunlaşmıştır. Ailenin yapısı (farklı aile formları), tarihsel gelişimi ve işlevleri. Ama bugün çalışmalar bunlarla sınırlı değildir. Aileyi ilgilendiren tüm konular ve aile ile diğer toplumsal kurumlar arasındaki ilişkiler bu disiplinin alanına dahildir.

Son zamanlarda aile konusu sıklıkla tartışılıyor. Türkiye'de ailenin toplumsal ve kültürel ilişkilerini düzenleyen ilke ve kurallarında köklü değişimler söz konusu mu? Bu süreçlerin modernleşme politikalarıyla irtibat nedir?

Tarihsel seyri içinde Türk aile yapısını incelediğimiz zaman çözülme ve küçülme yönünde bir değişim izlediğini görüyoruz. Ataerkil geniş aile bugün yerini önemli oranda çekirdek/küçük aile modeline bırakmıştır. Ama bu yapısal değişikliklerle kültürel değişimler paralel yürümemiştir. Deyim yerinde ise Türk aile kültürü, değer ve normlar önemli oranda aynen kalmıştır. Bu da sanırım Türklerde aile kurumunun başat bir kurum olmasından kaynaklanıyor. Türklerde aile, devlet ve askerlik/ordu kurumu başat kurumlar olarak önemli rol oynamışlardır. Yani bunlar diğer kurumları biçimlendirmişlerdir.

Türk aile yapısındaki değişmeler Osmanlı'da Tanzimat'la başlayıp Cumhuriyetle devam etmiştir. Ama bu değişmeler diğer kurumlarında (bilhassa devlet ve ordu) içinde geçerlidir. Hatta önce ordu ve devletin modernleşmesiyle gelişen süreç aile yapısına kadar nüfuz etmiştir. Cumhuriyet, Osmanlı'dan farklı olarak aileyi tepeden inme yöntemlerle değişime zorlamıştır. Bu noktada ne kadar başarılı olduğu tartışılabilir. Ama bu tepeden inme yöntemler kadar 1950'den sonra kırsal modernleşme, iç ve dışgöçler, kentleşme ve eğitim gibi süreçlerin de çok önemli sonuçları olmuştur.

Batıda modernlikle birlikte gündeme gelen çekirdek aile yapısının bugün yüz yüze kaldığı sıkıntıların değişen üretim modelleri ile ilgisi var mı?

Çekirdek aile sanayi devriminin etkileriyle oluşmuş bir aile tipidir ve dolayısıyla sanayi toplumunun ailesidir. Sanayi Devrimi'yle birlikte ev ve iş yaşamı arasındaki ilişki yeni bir şekle kavuşmuştur. Daha önce aile, aynı zamanda bir üretim birimiyken şimdi aile üyeleri çalışmak için evden ayrılmak ve fabrikaya gitmek zorunda kalmışlardır. Çünkü sanayi üretimi büyük fabrikalarda çalışma ve ücretli işçiliği başlatmıştır. Bu noktada Marks'ın söylediği ekonomik altyapıdaki değişimlerin bir üst yapı kurumu olan aileyi de değiştirdiği savı önemli oranda doğrudur. Ama burada indirgemeci bir mantık yürütmek de doğru değildir. Ailedeki değişmeler daha pek çok olguyla ilişkilidir. Eğitim, kadınların çalışma yaşamına atılmaları, hukuksal düzenlemeler, kentleşme vs. faktörlerle de ilişkisi vardır.

Geleceği içinde barındıran bugünde baskın bir aile modelinden söz edebilir miyiz?

Bugünün baskın aile modeli çekirdek aile olmakla birlikte aile alanında çok yeni gelişmeler yaşanmaktadır. Hatta yeni bir toplum ve buna bağlı olarak da yeni bir aile modelinin doğmakta olduğunu söyleyebiliriz. Çekirdek aile yeni bir çözülme süreci yaşıyor. Çok fazla oranlarda boşanmalar ve tek ebeveynli ailelerin ortaya çıkması, daha da önemlisi tek ebeveynli aile oranlarının artması (yüzde 30lara kadar) bunun yeni aile modeli olduğuna değin kanıları güçlendirmiştir. Ancak klasik sosyolojinin "aile, anne-baba ve çocuklardan oluşur" tanımı esas alırsak bunun bir aile olup ya da olmadığı tartışılabilir. Yeni ailede anne-baba bir arada değildir. Ya anne ve çocuklardan ya da baba ve çocuklardan oluşmaktadır. Ama bu oranlar yükselip istikrar kazandıkça ailenin tanımı da değişeceğe benzemektedir.

Giderek cömertleşen aile politikalarına karşın doğum oranlarındaki düşüşün küresel ölçekte yaygın olmasını nasıl yorumluyorsunuz?

Almanya başta olmak üzere birçok ülkede çocuk yapmayı teşvik eden aile politikalarına rağmen nüfusun eksilere doğru düşüşe geçmiş olması ilginç bir paradoks oluşturmaktadır. Bu söz konusu politikaların etkili olmadığını göstermektedir. Almanya'da bildiğim kadar yeni kuşak genç kızlar ve kadınlar anne olmak istemiyorlar. Çocuk onların kariyerleri ve çalışma hayatları için bir engel olarak görülüyor. Daha da önemlisi yeni kuşaklar annelik yapabileceklerine inanmıyorlar. Bu nedenle Almanya genç evlilere annelik ve babalık kursları açıp bu konuda yetiştirme programı uygulamaktadır. Çünkü çekirdek aile çocuk yetiştirmekle ilgili kültürü de aktarma da başarılı değildir. Aşırı bireycilik, evliliklerin azalması, kadınların aktif çalışma hayatına girmeleri, eğitim sürelerinin uzaması gibi birçok etken nüfusu düşürmektedir. Fiziki etkenler (mesken genişliği) bile çocuk yapmayı sınırlamaktadır. Geniş evler bulmak ya mümkün değil ya da çok pahalı. Bu nedenle çocuk sayıları da sınırlandırılıyor. "Bakabileceğin kadar çocuk" şeklindeki popüler söylemler genç kuşakları etkiliyor.

Müslüman toplumlarında aile değerleri ve çocuk dünya ölçeğindeki değişim süreçlerinden nasıl etkileniyor?

Çok etkileniyor. Müslüman ülkelerde de ortalama çocuk sayısı diğer ülkelerden pek farklı değil. Bu çocuk algısı da dâhil olmak üzere aile değerlerinin değiştiğini gösteriyor. Müslüman ülkelerde de az çocuk ve bu çocukların modern değerlere göre yetiştirilmesi (bağımsız, çalışkan, hoşgörülü vs.) ideal bir durum olarak algılanıyor. Bir farkla ki Müslüman ülkelerde hala ebeveynler çocukların "dindar" yetiştirilmesi gerektiğine inanıyorlar. Bu bizde sekülerleşme süreçlerinin aile değerlerine hala güçlü bir şekilde nüfuz etmediğine işaret ediyor.

Babalık ve annelik üzerine kurulan bitmez tükenmez yükümlülüklerin özellikle popüler psikoloji literatüründe baskın hale gelmesi tersinden insanların aileden dolayısıyla evlenmekten uzaklaşmaları gibi bir durumu gündeme getiriyor mu? Daha fazla bilgilendirilmiş olmaktan sevinç duyuyor olma halini yaşayamıyor sanki insanlar…

Geleneksel toplumlarda düşünümsellik azdı. Yani insanlar düşünmekten ziyade yapıyorlardı. Alışkanlıklar ve adetler baskındı. Şimdi akılcı insan yaptığı her işin felsefesini de yapıyor. İdeal aile, ideal eş ve ideal çocuk konusunda beklentiler çok yüksek. Bu da insanları sorumluluk altına girmekten uzaklaştırıyor. Aile kurmak, ideal eş bulmak ve onun beklentilerini karşılamak zor hale geldi. Aileler çocuklarını "baş göz etmek"ten önce iş ve aş sahibi olmaları gerektiğini düşünüyorlar. Giderek ortalama evlilik yaşı yükseliyor. Hatta bu yükselmelerden dolayı bir süre evlenmek için beklenti içine giren kızlar bu beklentiler gerçekleşmeyince evlilikten vazgeçebiliyorlar.

Bir kişinin iyi bilgilenmiş olması onun iyi bir eş ve iyi bir ebeveyn olacağı anlamına gelmiyor. Belki bunu tersinden düşünmek gerekiyor: Önce eylem sonra bilgilenme gibi. Geleneksel toplumda insanlar önce aşık olup sonra evlenmiyorlardı. Bilakis önce evlenip sonra tanışma ilerledikçe aşık oluyorlardı. Kaldı ki "aşk" kavramı bile oldukça modernleşti. Geleneksel dönemde aşkın edebiyatı çoktu, çünkü aşıklar arasında engeller de çoktu. Günümüzde aşk ile sevgi karıştırılıyor. Birine ilgi duyan kişi hemen aşık olduğunu sanıyor.

Feminist akımların anneliğe bakışlarında meydana gelen değişmeler de aile konusu konuşulurken üzerinde durulması gereken konulardan bir. Feminizm(ler)in aileye ve anneliğe bakışlarında ne tür kırılmalar ve süreklilikler var?

Feminizm bir ideolojidir ve kadının çıkarlarını merkeze alıyor. Bu da bir nevi kadın bencilliği gibi bir şeyi doğuruyor. Kadın artık fedakârlık yapması gereken bir anne ve eş değil, kendi çıkarlarına göre aileyi şekillendiren bir varlıktır. Bu aileyi kadın lehine değiştiren bir dinamiktir. Feminizm bireycilikle kesişen bir akımdır. Daha önce erkek ve çocuk hep "ben" diyordu. Şimdi bu sürece kadın da katıldı. Bu bir açıdan makul bir gelişme, ama öte taraftan da artık geleneksel düşünerek aileyi ona göre kurgulayamayacağımızın bir işaretidir. En son gittiğimiz bir filmde (Çınar Ağacı) modern ailenin yaşlılarla ilişkisi çok güzel bir şekilde ele alınmış. Aile bireyleri kendi işleriyle çok meşguller. Büyükanne sırayla çocuklarının yanında kalıyor ama ona hiç ilgi yok. Kadın kendisinin de dışlanmasına neden olan garip davranışlar sergiliyor ve sonunda kendisini huzurevinde buluyor. Yani ilgi çekmek için garip davranışlar sergilerken kendini huzurevinde buluyor. Modern çekirdek ailede çocuk da sorun yaratıyor, büyükanne büyükbaba da. Çünkü bireycillik ve aile konseptleri birbirine uygun düşmüyor. Bireycilik aile karşıtı bir eğilim. Bu sürece giderek daha fazla taraf katıldıkça ailede dayanışma ruhu, fedakarlık ve empati ortadan kalkıyor.

Aile içi ilişkiler konuşulurken daha çok annelik üzerinde durulduğunu görüyoruz. Babaların dünyası bu noktada biraz daha az konuşuluyor. İçinde bulunduğumuz zamanlarda babalık görevlerini yerine getirmemekle, yeterince sert olmamakla, çocuklarını ihmalle ya da bunların tam tersi suçlamalarla karşı karşıya kalan babaların dünyasına nasıl yaklaşmak gerekir?  

Modern çekirdek ailede en çok çelişki yaşayan kişi babadır. Bir taraftan kendisinden ağırlık sorumluluklar ve yükümlülükler bekleniyor, diğer yandan da otoritesi yok oluyor. Bu onu baskı altına alan ve bunalım yaratan bir süreçtir. Baba, modern ailede farklı beklenti ve çıkarları çok iyi koordine etmek ve uzlaştırmak durumunda olan bir orkestra şefi gibi hareket etmesi gerekiyor. Bu işine kendisini vermiş babalar için çok fazla enerji gerektiren bir şeydir. Bunu yapamayan babanın mevcut olduğu aileler ya dağılıyor ya da giderek sertleşen bir baba otoritesinin altında kendini buluyor. Şimdi ev içi şiddet temasının çok fazla konuşulması bu gelişmelerle alakalıdır. Geçmişte ev içi şiddet diye bir şey yoktu!? Çünkü ev içi şiddet ya gerekmeyecek kadar baba otoritesini sağlam tutuyordu ya da bu tür eylemler kanıksanmıştı. Şimdi artık mızrak torbaya sığmıyor.

Ailenin krizi, kavramının aynı anda bu krize çare arayışlarını da gündeme getirdiğini biliyoruz. Bu noktada dünya ölçeğinde neler yapılıyor? Sizce neler yapılmalıdır?

Modern ailenin bir kriz yaşadığı kesindir. Aile kendisinden beklenen işlevleri yerine getiremiyor. Boşanmalar artıyor, ev içi şiddet artık tolere edilmiyor, çocuklar sorunlu yetişiyor, babanın otoritesi sarsılmakta, yaşlılara ailede bakım baskı altında vs. Tüm bunlar ailenin krizine işaret ediyor. "Ne yapmalı?" sorusu da bu ortamda elbette gündeme geliyor. Ben kendi hayatımdan da çıkardığım dersleri de katarak birkaç şey önerebilirim. Bir kere evliliklerde ortak payda ne kadar fazla olursa istikrarlı ve dengeli bir aile oluşturmak o kadar kolay oluyor. Eşler mutlaka "paralel gelişim" içinde olmalılar. Aile içindeki sorunlar zamanında ve ötelenmeden konuşulmalı. Aile üyeleri sık sık birlikte etkinlikler yapmalı. Birlikte ziyaretler ve tatiller çok önemli. Eşler, kendi akrabaları arasında taraf tutmak ve yanlı davranmak gibi bir eğilimden mutlaka sakınmalıdırlar. Çocukların eğitimi ve yetiştirilmesi de dâhil olmak üzere müdahalelere fazla yer vermeme konusunda hemfikir olmalılar. Büyüklerin görüşleri ve deneyimleri önemli, onlardan faydalanılmalı, fakat bu dikte etme biçiminde olmamalı. Anne ve baba çocuklarının kendi başlarına ve kendi kararlarına göre evlerini yöneteceklerine inanmalılar ve müdahaleden kaçınmalıdırlar. Destek ve yardım istenildiği zaman devreye girmelidirler. Eşler çalışıyorlarsa iş konusunda esnek bir çalışma biçimini denemeliler. Mesela biri partime çalışabilir. Bunlar hemen ilk etapta aile üyelerinin yapması gereken şeyler.

Ama ülke ve devlet olarak da bir aile politikamız olmalı. Bu politika toplumun duyarlılıklarını ve kültürel ideallerini esas alan bir zemine oturmalı. Aileyi planlamak ya da modellemek üzere değil. Bir toplumun ideal aile, ideal eş, ideal çocuk tasavvuru bilinir. Bilinmiyorsa araştırılır. Bunlara göre bir aile politikası ve ideallerle göre işleyen bir aile yapısında ortaya çıkan sorunlara çözümler üreten bir politika olmalıdır. Sözgelimi bir toplumda aileler anne ve babalarını yanında tutmak ve onlara bakmak istiyorlarsa bunu kolaylaştıracak ekonomik ve meskenle ilgili politikalar geliştirilmelidir. Mesela geniş ve ucuz evler üretilmelidir. Ya da anne-bana ve çocukların altlı üstlü, ya da karşılıklı olarak aynı sokakta kalmalarına uygun olacak kanguru evleri denilen evler inşa edilmelidir. Çözümler üretmek kolay, ama sorun bunlarını politikaya dönüştürmek noktasında ortaya çıkmaktadır.

Kaynak: Umran Dergisi / Mayıs 2011

Etiketler :
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.