28 Şubat tarihçesi
28 Şubat'ın sabıka dosyası kabarık: Türk siyasî tarihine 'postmodern darbe' olarak geçen 28 Şubat süreci, psikolojik operasyonlarla hafızalara kazındı
Türk siyasî tarihine 'postmodern darbe' olarak geçen 28 Şubat süreci, psikolojik operasyonlarla hafızalara kazındı.
1997'deki tarihî MGK toplantısından önce ve sonra yürütülen psikolojik harp, bütün toplumu içine alacak şekilde genişledi. Hukuk adeta askıya alınırken, yapılan uygulamalar kabarık bir suç dosyası oluşturdu. Operasyonun merkezi ise Oramiral Güven Erkaya'nın başında bulunduğu Deniz Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde kurulan Batı Çalışma Grubu idi. Askerin 'balans ayarı verdiği' bu süreçte kişisel ve kurumsal fişlemelerle insanların işten atılması, medyanın baskı altına alınıp gazetecilerin kullanılması, topluma irtica korkusu salınıp tankların yürütülmesi, subayların ordudan uzaklaştırılması gibi acı olaylar yaşandı. Düzmece kasetlerle kitlelerin gönül verdiği insanlar karalanırken, başlatılan cadı avı sebebiyle binlerce insan vatanından ayrılmak zorunda kaldı. Montaj kasetlerin medyaya bizzat Genelkurmay tarafından servis edildiği ortaya çıktı. Ordu içinde oluşturulan özel birimler, siyasetçilerden derneklere, subaylardan öğretmenlere, imam hatip okullarından ev kadınlarına kadar toplumun farklı kesimlerini takibe aldı. Kimi kaynaklara göre 6 milyona yakın vatandaş fişlendi. Soruşturmanın önemli delilleri arasında yer alan 'andıç' skandalları yaşandı. Sahte belge hazırlanarak, bazı gazeteciler ve sivil toplum kuruluşları 'PKK'ya destek vermek'le itham edildi.
28 Şubat sürecinin en görünen yüzlerinden birisi cuntacılar tarafından yapılan fişlemelerdi. 28 Şubat 1997 tarihli Milli Güvenlik Kurulu (MGK) kararları öncesindeki Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içinde oluşturulan özel birimler, siyasetçilerden derneklere, subaylardan öğretmenlere, imam-hatip okullarından Kur'an kurslarına ve hatta ev kadınlarına kadar toplumun farklı kesimlerini fişledi, toplumda fişlenmeyen kesim kalmadı. 7 Şubat 1997 tarihli ve "Kars İl Jandarma Komutanlığı" başlıklı gizli fişleme belgesinde subayların karşı cins ile tokalaşıp tokalaşmadıkları, birlikte yapılan aile toplantılarına, bayramlaşmalara, çay, kermes vb. sosyal faaliyetlere katılıp katılmadıkları rapor edildi. Raporda, "Aile ziyaretlerinde ve misafirliklerde haremlik-selamlık uygulaması olup olmadığı, evlerinde süs eşyası, biblo, resim olup olmadığının belirtildiği görülmüştür." ifadelerinin yer aldığı belgede, eşi başörtülü subayların sürgün edilmesi gerektiği belirtiliyordu.
Ordu içindeki yüzlerce subay işinden edildi. Okullarda başörtüsü kontrolü yapıldı, yurtlar kapatıldı. Bu süreçte yapılan baskınlar dozunu öyle artırdı ki, Kur'an-ı Kerim'ler bile 'irtica' tehdidi olarak algılandı. Evlerinde Kur'an-ı Kerim okuyanlar sorgulanarak fişlendi.
CUNTANIN FİŞLEME MERKEZİ BÇG
Darbeye giden süreçte bu ve benzeri binlerce fişleme yapılırken, bu fişlemeler 28 Şubat'ın kudretli paşası Çevik Bir'in yanı sıra Güven Erkaya, Doğu Aktulga ve Çetin Doğan gibi isimlerle özdeşleşen Batı Çalışma Grubu'nda (BÇG) toplandı. Fişlemeler sırasında askerî personel ile birlikte, ailelerinin de kullanıldığı ortaya çıktı. Yasa dışı olarak kurulan BÇG, 55. Hükümet yani Mesut Yılmaz'ın başbakanlığı döneminde Başbakanlık Takip Kurulu'na dönüştürülerek adeta legalleştirildi. BÇG, Emniyet İstihbarat Dairesi'nin 1997 yılında ulaştığı belgelerle ortaya çıktı. Fişlemelerin amacına ve yol haritasına yönelik BÇG'nin belgelerinde iki tanesi çok dikkat çekiyordu. 16 Nisan 1997 tarihli olan ve bütün askerî birimlere gönderilen ilk belgede, laiklik aleyhtarı faaliyetlerin arttığı vurgulanarak camilerin gözetim altına alınması emrediliyordu. Plana göre görevli askerî personel camilere gidecek ve laiklik karşıtı fiil ve sözleri ivedilikle garnizon komutanlıklarına bildirecekti. Çevik Bir imzasını taşıyan ve bütün askerî birimlere gönderilen 29 Nisan 1997 tarihli ikinci belgede her ildeki öğrenci yurtları, özel okullar, dernekler, vakıflar, Kur'an kursları, imam-hatip okulları ve bu kurumlara giden gelenlerin sayısının ve kimliklerinin tespit edilmesi isteniyordu.
SİNCAN'DA TANK YÜRÜTEREK GÖZDAĞI VERDİLER
28 Şubat sürecinin dönüm noktalarından biri de Ankara'nın Sincan ilçesinde Genelkurmay tarafından tankların yürütülmesiydi. 30 Ocak 1997'de RP'li Sincan Belediyesi'nin Kudüs gecesi etkinliği, medyada abartılı bir şekilde 'irtica hortluyor' şeklinde yer aldı. Bu olaydan 5 gün sonra yani 4 Şubat 1997'de Ankara Etimesgut Zırhlı Birlikler Okulu ve Eğitim Tümen Komutanlığı'na bağlı 20 tank, 15 civarında kariyer ve çeşitli araçlardan oluşan konvoy, Kudüs gecesinin yapıldığı Sincan ilçe sokaklarından yürütüldü. Dönemin Başbakanı Tansu Çiller, sert tepki gösterdi. Genelkurmay ise olayın altı ayda bir yapılan normal eğitim faaliyeti olduğunu ve zırhlı birliğin Sincan'dan geçişinin tesadüfen bu tarihe denk geldiğini bildirdi. Ancak kamuoyu çok geçmeden olayın tesadüf olmadığını birinci ağızdan, Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Çevik Bir'in ağzından öğrendi: "Demokrasiye balans ayarı yaptık." Belediye Başkanı Bekir Yıldız, Kudüs gecesindeki konuşması nedeniyle görevden alındı. Gecede konuşma yapan gazeteci Nurettin Yıldız ise 17,5 yıl hapis cezasına çarptırıldı.
MGK KARARLARIYLA TOPLUMA YENİ DİZAYN
Tarihi Milli Güvenlik Kurulu toplantısı bu atmosferde yapıldı. 9 saat süren toplantının ardından açıklanan kararlar kamuoyuna indirilmiş balyoz niteliğindeydi. 28 Şubat 1997'deki toplantıdan çıkan 18 maddelik önlemler paketi, toplumu yeniden formatlamayı öngörüyordu.
Laiklik yasalarının uygulanması, tarikatlara bağlı okulların denetlenmesi, 8 yıllık kesintisiz eğitime geçilmesi, Kur'an kurslarına yönelik sert uygulamalar, devrim yasalarından Tevhid-i Tedrisat kanununun harfiyle uygulanması, tarikatların kapatılması, irtica nedeniyle ordudan atılanları savunan ve orduyu din düşmanıymış gibi gösteren medyanın kontrol altına alınması, kıyafet kanununa riayet edilmesi, kurban derilerinin derneklere verilmemesi, Atatürk aleyhindeki eylemlerin cezalandırılması çıkan kararlar arasındaydı.
Kusursuz bir psikolojik harekât örneği:
MÜSLÜM GÜNDÜZ OPERASYONU
28 Şubat aktörlerinin hedefinde muhafazakâr kesim vardı şüphesiz. Cuntacıların senaryosuna göre muhafazakâr kesimin irticacı diye kamu kurumlarından uzaklaştırılmasının yanı sıra dindar kesimin marjinal gösterilmesi de gerekliydi. Muhafazakâr kesimi temsil ettiği düşünülen bir isim olan Müslüm Gündüz, aylarca cuntanın değirmenine su taşıyan medyanın vazgeçilmez malzemesi oldu. Televizyonlar Gündüz'ün aynı görüntüsünü dakikalarca ekrana getiriyordu. Bu filmdeki 4 başrol oyuncusundan biri olan Aczimendi lideri Müslüm Gündüz, diğerleri ise Fadime Şahin, sahte şeyh Ali Kalkancı ile Emire Ersoy'du. Önce Aksaray'da çalışan Fadime Şahin tesettüre sokuldu. JİTEM ile çalışan Ali Kalkancı, bir işadamının kızı Emire Ersoy ile evlendirildi. Pazarda limon satan, Kur'an okumayı bile bilmeyen Kalkancı, daha sonra bu evlilik için dini eğitim aldı. Bu aktörlere yaptırılanlar medya kullanılarak bir zümreye mal edilmeye çalışıldı. Aczimendilerin sözde lideri Müslüm Gündüz, daha sonra sözde müridi olduğu iddia edilen Fadime Şahin'le basıldı. Gündüz'ün yarı çıplak fotoğrafları manşete şekildi.
Mağdur kız rolüyle ekrandan ekrana çıkarılan Fadime Şahin, gözyaşları içinde nasıl mağdur edildiğini anlattı. Bu görüntüler de "Türkiye elden gidiyor, Batı çağdaşlığından irticaya kucak mı açıyoruz, İranlaşıyor muyuz?" propagandası yapıldı. Ergenekon soruşturmasında senaryonun detaylarının Harbiye Orduevi'nde yazıldığı ortaya çıktı. Belgeleri Veli Küçük'te ele geçti. Yıllar sonra Kalkancı'nın uyuşturucu taciri olduğu anlaşılırken, Sisi lakaplı Seyhan Soylu Müslüm Gündüz-Fadime Şahin-Emire Kalkancı filmini sahneye nasıl koyduklarını şöyle itiraf etti: "Ali Kalkancı tarikatı için tesettüre girdim. Adı Strateji, JİTEM kaynaklı bir dergi bu. O yüzden de istihbaratçılarla, emniyetçiler vardı içinde. Askeriyeden emekli olan insanlar vardı. Böyle bir çalışma içine girdik ki, o tarihte Refah Partisi'nin oyu yüzde 38'di. Ali Kalkancı ve Emire Kalkancı olayını yakaladık. Tarikat içerisinde yaşanan çarpık ilişkileri deşifre etmek, dini insanları sömürme aracı olarak kullananların maskelerini düşürmek için böyle bir şey hazırladık."
-CUNTACILAR MEDYAYI, MEDYA CUNTACILARI KULLANDI
Refah-Yol hükümetinin başa gelmesinin ardından bir taraftan cuntacıların psikolojik harekât planları başlarken, medya da bu harekâtta aktif bir rol alıyordu. Medya tarafından hemen her gün kaynağı belli olmayan irtica haberleriyle toplumsal algı oluşturuldu. Cuntacıların mesaj ve beyanlarını manşetine taşıyan medya, hükümeti ise zor durumda bırakacak, açığını ortaya çıkartacak haberleri kamuoyu gündemine taşıyordu. Hükümet böylece yıpratılıp yıkılmaya çalışılıyordu. Askere adeta hizmet veren kurum haline gelen medya kuruluşları, demokrasinin alaşağı edilmesinde önemli bir rol üstlendi. Sadece hükümet değil, askerin antidemokratik tavırlarını eleştiren rakiplerinin de asker tarafından fişlenmesini sağladı. Rakibini fişleten medya grupları, fişlettikleri medya kuruluşlarının tüm ticari faaliyetlerini engelledi. Medya patronları cuntanın da desteğiyle hükümete ve Bakanlar Kurulu'na bile emir verir vaziyete geldi. Geçtiğimiz haftalarda gazeteci Can Ataklı'nın başlattığı tartışma ise dönemin medya patronlarının gücünü ete kemiğe büründürüyordu. Ataklı, 28 Şubat sürecinde, Refah-Yol hükümetinin Turizm Bakanı Bahattin Yücel'e Hürriyet Gazetesi'nin Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök tarafından şantaj yapıldığını ve bunu haber verdiği Yücel'in de istifa ettiğini açıkladı.
GAZETECİLER ANDIÇLANDI
Özel Yetkili Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen 28 Şubat soruşturmasının önemli delilleri arasında 'andıç' olayı da gösteriliyor. Söz konusu "andıç" 1998'de yakalanan PKK'nın üst düzey yöneticilerinden Şemdin Sakık'ın soruşturma zaptına yalan ifadeler eklenerek oluşturuldu. Dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir ve Orgeneral Erol Özkasnak'ın basına gönderdiği sahte belgeye göre Sakık ifadesine dayanılarak Mehmet Ali Birand, Cengiz Çandar, Mahir Kaynak ve daha birçok ünlü gazeteci ve sivil toplum kuruluşlarının "para karşılığı PKK'ya destek verdikleri" iddia ediliyordu. İddialar üzerine Sabah Gazetesi sahibi Dinç Bilgin başta olmak üzere bazı medya patronları, adı geçen gazetecilerin işine son verdi. Bu gazeteciler arasında Cengiz Çandar, Ahmet Altan, Mehmet Altan, Mehmet Barlas, Mehmet Ali Birand, Nazlı Ilıcak gibi gazeteciler bulunuyordu. Bu kişilerden Cengiz Çandar'ın yazıları durdurulurken; Mehmet Ali Birand, Sabah'tan atıldı ve Show TV'deki 32. Gün programı yayını askıya alındı. Belgede adı geçen Akın Birdal ise suikasta uğradı. Olaydan 11 yıl sonra sahte belge için dönemin 2. başkanı olan Orgeneral Yaşar Büyükanıt, "Evet hata idi..." itirafından bulundu.
ÖĞRENCİLERE KATSAYI ENGELİ
Refah-Yol hükümetinin yıkılışının ardından 8 yıllık kesintisiz eğitim, alelacele hayata geçirildi. Bu düzenlemeyle birlikte vatandaşların kendi paralarıyla açtığı İHL'nin orta kısımları kapatılıyor; mezunların katsayı uygulamasıyla ÖSS'de taban puanları düşürülerek ilahiyat fakülteleri dışındaki yerleri kazanmaları zorlaştırılıyordu. Bu işi yaparken ortaya çıkacak maliyet de vatandaşa yükleniyordu. Çünkü bütçe kaynaklarının bu yükü kaldırması mümkün değildi. 8 Yıllık Temel Eğitim Kanunu'na eklenen geçici bir madde ile eğitime katkı olsun diye pek çok alanda ek vergi, katkı payı vb. ödemeler getirildi. Uygulama taşıt alım satımından SSK sigorta prim bildirgelerine ve Borsa'daki işlemlere, uçak biletlerinden cep telefonu aboneliğine kadar geniş bir alana yayıldı.
28 ŞUBATIN SABIKA DOSYASI İÇİN TIKLAYINIZ
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.