BELÇİKA GEZİ NOTLARI

Dört günlük Belçika, Fransa ve Lüksemburg gezisi Belçika’nın başkenti Brüksel’de yaşayan yakın akrabam Vedat beyin “Salim hocam sizi Belçika’ya bekliyoruz.” davetiyle başladı.

Seyahate çıkmadan önce her yurtdışı ve yurtiçi gezileri öncesi gideceğim ülke ve şehirler hakkında detaylı araştırma yapmayı prensip edindim. Seyahat esnasında bu bilgilerin çok faydasını gördüm. Ayrıca belirtmek gerekirse orta ve güney Avrupa ülkelerine rahatça seyahat etmek için en uygun zaman mayıs eylül ve ekim aylarıdır. Haziran’ın ilk haftası da sıcak havalar açısından gayet uygundur. Haziran’ın ortasından itibaren hem sıcaklar artıyor, hem de şehirler kalabalıklaşıyor.

THY ile İstanbul’dan 3 saatlik uçuş ile Brüksel şehrine geldim. Şehre uzaklığı bir saat olan havaalanından fiyatı uygun olan otobüs ile gelirken otobüste Belçika’nın çeşitli şehirlerinde çalışan Türklerle muhabbet ettim. Belçika’ya ilk defa geldiğim için adres konusunda bana yardımcı oldular. Avrupalı milletlere göre Türkler yardım konusunda hem yüz ifadesi, hem de bilgilendirme konusunda oldukça yakın duruyor.

Brüksel merkezde aile dostumuz Vedat Bey ile birbirimize hasretle sarılıyoruz. Sevgiliye kavuşma anı gibi yüzümüz gülüyor. “İyi ki geldin bizi çok sevindirdin.” diyor. Kısa bir hoş beşten sonra evine doğru yola koyulduk. Yolda Belçika hakkında kısa bilgi verdi.

Vedat beyin evinde eşi ve çocuklarıyla muhabbet ediyoruz. Hediyeleri takdim ettikten sonra benim için hazırlanan oldukça lezzetli yemekleri yedik. Eşyalarımı bırakıp Vedat beyin rehberliğinde Brüksel sokaklarını keşfetmeye çıktık.

Belçika hakkında kısa vermek gerekirse 1830’da Hollanda’dan ayrılarak bağımsızlığını ilan etmiş. Hem Birinci Dünya Savaşında hem de İkinci Dünya Savaşında Almanya tarafından işgal edilmiş ama savaş sonunda bağımsızlığını kazanmıştır. Günümüzde Brüksel hem NATO hem de Avrupa Parlamentosu binasına ev sahipliği yapıyor. Ülkede Fransızca ve Flemenkçe dillerinin yanında İngilizce de konuşulmaktadır.

BRÜKSEL

Brüksel adı Flemenkçe de bataklıklar içindeki yerleşim yeri anlamına gelen Bruocsella dan dan geliyor. Brüksel şehrinin kalbi olan son derece etkileyici Grand Place meydanında bulduk kendimizi. Vedat beyin anlatımıyla bu meydanın en belirgin özelliği:“Hareketli atmosfere sahip meydan, çevresini saran birbirinden güzel tarihi binalar nedeniyle gezginlerin şehirde ilk ziyaret ettikleri yer olmasıdır.” Meydan turistlerin ve halkın buluşma yeri dersek yerinde olur.

Barok ve gotik tarzlarda inşa edilen meydan ve çevresindeki yapılar 1998 yılında UNESCO Dünya Tarihi Mirası listesine girmiştir. Çok uzun yıllar önce bir pazaryeri olarak kullanılan, daha sonra bir ticaret merkezine dönüşen Grand Place, günümüzde Brüksel’in en turistik yeri olarak şehrin önemli mimarilerine de ev sahipliği yapıyor. Tarihi belediye binası da bu meydanda ama ilk başta hangisi bilemiyorsunuz. Meydanda kule gibi yapısı olan en büyük bina belediye binasıdır. Belediye binası Hotel de Ville olarak geçiyor hemen karşısında ise kralın evi anlamına gelen Maison du Roi yer alıyor. Hatta bu binanın içinde Kent Müzesi de var, Belçika kültürünü tanıma açısından ziyaret etmenizi tavsiye ederim. Meydanda yıl boyu birçok etkinlik düzenleniyor. Basında sık sık haber olan ve Ağustos ayında düzenlenen Çiçek Halı Festivali en önemli etkinliktir. Bu meydan aynı zamanda bir buluşma ve sosyalleşme merkezidir. Etrafımızdaki küçük gezi grupları bir elinde içeceği diğer elinde patates cipsi ile yere oturarak hem atıştırıyorlar hem de muhabbet ediyorlar. Grand Place Meydanı gün boyunca kalabalık oluyor.

Rehberim Vedat Bey“Brüksel’i ziyaret eden turistler meydan yakınındaki pek çok güzelliği yürüyerek görebilir.” diyor. Meydanın hemen yanındaki sokakta bulunan meşhur Manneken Pis (İşeyen Çocuk) heykelini ziyaret ettik. Manneken-Pis, 17.yüzyılda J. Duquesnoy tarafından Brüksel’in asi yönünü ve saygısız tavrını gösterme amacıyla yapılmış. Bir çeşme üzerinde duran heykel gel zaman git zaman çeşit çeşit kıyafetle giydirilmeye başlanınca heykel kısa süre içinde şehrin sembolü oluvermiş. Yani bugün göreceğiniz heykel aslında o kırık orijinal parçalardan yapılmış bir kopya; ama bu sizi ne kadar etkiler bilemiyorum. Beni fazla etkilemediğini belirtmek isterim. Benzer temadaki heykellerin ülkemizin değişik yerlerinde bulunduğunu zaman zaman sosyal medyadan öğreniyorum. Heykel sanatına saygım var ama bu sanatın da toplumun örf, adet, gelenek, görenek ve inançlarına saygı duyması gerektiğini düşünüyorum. Her yıl binlerce turist çeken 61 santim boya sahip heykeli görünce döviz kazandırmak için turizmin tam bir pazarlama ürünü olduğuna tekrar kanaat getirdim. Daha önce ziyaret ettiğim bir çok şehirde efsanesi olan hikaye burada da geçerliliğini koruyor. Kim bu çeşmeden su içerse Brüksel şehrine tekrar gelirmiş.

Grand Place meydanının hemen yakınında ziyaretçilerin olmazsa olmaz uğrak yeri olan Galeries Royales Saint-Hubert Pasajını gezdik. Pasajda küçük hediyelik çikolata, mücevher dükkanları ve hoş kafeler var. Mihmandarım Vedat Bey uzun yıllar Belçika’da yaşadığı için birçok Avrupa ülkesini ziyaret ettiğini ve şehirleri mimari ve ticari açıdan karşılaştırdığını söyledi. Brüksel’in alışveriş merkezleri mimari açıdan Paris’e ve Milano’ya benziyor. Pasajın içerisinde çok sayıda değişik türde şekerleme ve çikolata satan küçük işyeri var. Aklınızda bulunsun Türkiye’ye dönerken buradan dünyaca tanınmış hediyelik Brüksel çikolataları alabilirsiniz. Bildiğiniz gibi Brüksel’in çikolataları oldukça ünlüdür.

Brüksel gezi rehberi Brüksel'de alışveriş

Gecenin bir vaktinde Atomium yapısını dışarıdan izledik. Gece ışıklandırması devreye girdiğinde Atomium çok daha etkileyici bir görünüme kavuşuyor. İnternetten yaptığım araştırmaya göre 1958’de Brüksel’de gerçekeşen Expo 58 için inşa edilip daha sonra şehrin simgesi haline gelen Atomium, 165 milyar kat büyütülerek demir kristallerinden yapılan bir atom. Bilime ve nükleer güce olan inancı göstermek amacıyla yapılan bu atomu oluşturan 9 küre arasında yürüyüşe çıkıp Atomium’u anlatan sergiyi gezebilirsiniz. En üst katında da bir restoran ve seyir terası bulunuyor. Girişi €16 olan müzede ziyaret 10.00 – 18.00 saatleri arasındadır. Atomium hemen yanında ise Mini Europe var. İstanbul’daki Miniatürk’ün Avrupa versiyonu dersek yerindedir. Bu arada meraklılarına Expo hakkında kısa bir bilgi vermekte yarar var. Expo, "exposition" kelimesinin kısaltılmışı; başlıca Dünya Fuarı olarak da bilinen ve 19. yüzyılın ortalarından beri düzenlenen organizasyondur. Türkçe karşılığı "sergi"dir. Expo resmi olarak Uluslararası Sergiler Bürosu tarafından gerçekleştirilir. Türkiye’de de birkaç kez değişik şehirlerde düzenlenmiştir ve düzenlendiği şehre değişik yönlerden önemli katkılar sağlamaktadır. Vakit gece yarısı oldu. Bir kaç fotoğraf çekimi sonunda bugünlük Brüksel gezisini bitirdik. Yoğun bir günün ardından ertesi güne erkenden başlamak üzere istirahate çekildik.

Brugge,

Sabahleyin erkenden kalktık, sağlam bir kahvaltıdan sonra, önceden planladığımız şekilde gezi programına başladık. Başkent Brüksel’e 80 km uzaklıktaki Atlas okyanusu kıyısındaki Brudgge şehrine doğru yola çıktık. Daha önce burayı ziyaret eden arkadaşımdan Brudgge şehrinin ne kadar etkileyici bir şehir olduğunu duymuştum. O yüzden şehir hakkında ziyaret öncesi kafamda çok güzel cümleler kurmalıyım diye düşünüyorum.

Brüksel Brugge ulaşım gezi

Bir saatlik yolculuk sonrası Brudgge şehrine geldik. Mihmandarım Vedat Bey “ Arabamızı park ettikten sonra parke taş döşeli sokaklarda, tarihi evler arasında şehri içimize sindire sindire yürüyerek gezeceğiz. Burada tarihi yapılar ve Venedik benzeri kanallar iç içedir. Brudgge şehri 9. yy da Vikingler tarafından liman şehri olarak kuruldu. Günümüzde özellikle gençler arasında meşhur olan yemek çeşidi Waffle ilk defa burada yapıldı. Sonra dünyaya yayıldı ” dedi.

Ara sokaklardan, tarihi binaların arasından yürüyerek etrafı seyrettik. Turiste hitap eden dükkanların, kafe ve restoranların yanından kanallara doğru yürüdük. Brugge şehrinin kendine has özel bir kokusu var. Bilirsiniz her şehrin kendine has hediyelik eşyaları, yiyecekleri vardır. Bruge şehrinde de hediyelik olarak değişik eşya ve yiyecekler satılıyor ancak biz bunlardan en ünlüsü olan ve küçük kaplarda satılan çikolata aldık. Size tavsiyem küçük, şık tasarımlı dükkanlarda satılan birbirinden lezzetleri çikolataların tadına bakmanızdır. Bu çikolataların tadı sizi kendinizden geçirecektir. Yürüyerek yaklaşık üç saatte Brudgge şehrini gezdik ve bu şehri gezmek için en iyi yöntemin kesinlikle yürüyerek gezmek olduğuna karar verdim. Şehri en iyi görebileceğiniz Brugge’un en yüksek noktalardan birisi de tarihi Belfort çan kulesi tepesidir. Bu tepeden şehri şeyretmek için 366 basamağı yürüyerek çıkmanız gerekiyor. Tepeye ulaşmak için epeyce bir gayret sarfetmek lazım. Fakat kuşbakışı Brugge manzarası bu yorgunluğu unutturuyor.

Şehrin içinden geçen Venedik’teki kanalları andıran kanallarda motorlu kayıklar turistleri gezdiriyor. Biz de iskelenin yanındaki kafeye oturarak bir şeyler içerken kayıkları ve farklı ülkelerden gelen insanları izledik. Burayı ziyaret eden yerli yabancı herkesin elinde cep telefonu, fotoğraf makinesi ve kamera ile ilginç gördükleri her şeyi çekiyorlar. Zamanda yolculuk yapmak herkese nasip olmaz düşüncesiyle tarihi binaların, kanalların etrafında çeşitli açılardan çok sayıda çekim yapmak, poz vermek için resmen bayılıyorlar. Brudgge şehrinde turizmde hedeflenen başarı zirvededir diyebilirim. Sonuç olarak Brugge’de kalmak, sokaklarında kaybolmak, tarihini, doğasını ve kokusunu sindire sindire, doya doya yaşamak gerek. Bu sebeple turistik amaçla Belçika’ya gelen herkese günübirlikte olsa Brugge gezisini şiddetle tavsiye ediyorum. Yoğun ve yorucu Brudgge gezisinden sonra yarınki gezi için dinlenmek üzere istirahate çekildik.

Schaerbeek

Sabahleyin Brüksel merkezde önemli bir mahalleyi ziyaret edeceğim. Belçika’nın başkenti Brüksel’de Türk Mahallesi olduğunu duymuştum. Schaerbeek adındaki mahalle Brüksel'de çoğunluğunu Emirdağlı Türklerin oluşturduğu merkezi bir mahalledir. Mihmandarım Vedat Bey bana, “Salim Bey, burayı gezmek için mihmandara ihtiyacınız olmayacak. Siz altı saat boyunca Türk mahallesini gezin, Türklerle konuşunuz. Benim yapmam gereken bazı önemli işlerim var, ben de bu arada onları halledeyim. İşim bitince gece yarısı Grand Place meydanında buluşuruz.” diyerek ayrıldı. Türk Mahallesi sokağında ilk olarak Diyanet kitapevini gördüm. Kitaplara meraklı, okumayı seven biri olarak hiç tereddüt etmeden kitapevine girdim. Selamlaştıktan sonra kitapevinin yetkilisi Coşkun Beyaz gül ile tanıştık. Yaklaşık bir saat muhabbet ettik. Belçika’da yaşayan Türkler ve diğer ülke göçmenleri hakkında bilgi sahibi oldum. Yakın geçmişte bu semtte Brüksel’in zenginleri otururken nüfus arttıkça zenginler daha uzaktaki semtlere giderek bahçeli, lüks evlere taşınmışlar. Onların gittiği sıralarda ev fiyatları oldukça düşmüş. Bu nedenle buralara Türkler ve Fas’tan gelenler başta olmak üzere Müslümanlar yerleşmiş. Mahallede 80 bini Türk ve 20 bini Fas olmak üzere 100 bin kişi yaşamaktadır. Onlarca Türk market ve restoranı, bir kaç tane Türk camisini ve çoğunlukta Afyon Emirdağlı olmak üzere binlerce Türkü bu semtte rahatlıkla bulabilirsiniz. Verdiği bilgilerden dolayı Coşkun Beyaz gül Bey’e teşekkür ettim. Müsaade isteyerek kendimi sokağa bıraktım. Mahalle hakkında gözlemlerime gelecek olursak sokağa girdiğiniz zaman mahallenin farkını dükkanların tabelalarından hemen anlıyorsunuz. Lale restoranda yemek yedikten sonra yine Türklere ait bir kahvehanede Türkiye’nin değişik şehirlerinden gelen Türklerle çay eşliğinde muhabbet ettik.

Türklerin Belçika'ya göç etmesi 1960'lı yıllarda Avrupa devletlerinin ucuz iş gücüne ihtiyaç duyması ve Türkiye’den de işçi kabulü ile başlamış. Sonrasında Temmuz 1964'te Belçika ile Türkiye hükümeti arasında işçi göçünü kolaylaştıracak ikili anlaşmalar imzalanmıştır. Gelen işçiler "misafir işçi" olarak adlandırılmış, asla bu ülkede kalıcı olabilecekleri düşünülmemiştir. İlk gelen işçiler de zaten gurbet elde bir süre kalıp, bir miktar para kazanıp geri dönmeyi planladıkları için ailelerini memleketlerinde bırakarak gelmişler. İlk dönemde Belçika'ya göç eden Türklerin büyük çoğunluğunu Emirdağ ilçesinden gelenler oluşturmuştur. Bilirsiniz, bir yöreden bir kişi gurbete gidince, gittiği yerde tutunursa, yanına hemşerilerini de çekmeye başlar. Türkiye içinde de bu böyledir. Avrupa’da ve Belçika’da da böyle olmuştur. Buraya ilk gelenler Afyon / Emirdağlılar olunca, onları da yine hemşerileri, ardından başka illerdeki akrabaları, tanıdıkları takip etmiştir.

1970'li yıllarla birlikte belirli bir kalkınmayı gerçekleştiren Belçika’nın yabancı işçilere olan ihtiyacı azalmış ve Belçika'ya turist vizesi ile gelme dönemi başlamıştır. Sonradan gelen göçmenler daha önce bu ülkeye göç eden yakınları sayesinde ülkede kalmaya çalışmışlar, sonrasında ise işçi statüsünü elde etme yoluna gitmişlerdir.

1980'li yıllarla birlikte Belçika'ya ekonomik sebeplerle göç edilmesinin engellenmesi için çeşitli hukuki yaptırımlar ortaya konmuştur. Zira bu dönemde daha önce “geçici olurlar” düşüncesi ile ve acil ihtiyaçlarından aldıkları işçilerin kalıcı olmaları ve üstelik kendi kültürlerini yaşamaya devam edip, Belçika kültürü (Hristiyan kültürü) ile karşı gelmeleri Belçikalı yöneticileri daha sert tedbirler almaya zorlamış. Keza bu dönemden sonra Belçika'da oturum alabilmenin tek yasal yolu aile birleşimi yoluyla olmaya başlamıştır. Yaklaşık beş saat içinde hem Türk mahallesini gezdim hem de Türklerle sanki 40 yıllık tanışıyormuş gibi muhabbet ederek zamanımı geçerdim. Kendimi Türkiye’nin herhangi bir şehrinde hissettim. Yani hiç yabancılık çekmedim desem yerindedir. Gece yarısı Grand Place de Vedat Beyle buluşarak dinlenmek üzere doğruca eve gittik.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
8 Yorum