İhvan'dan Yeni Osmanlılar'a İslamcılık Üzerine -II
Müslüman Kardeşler'den Yeni Osmanlılar'a İslamcılık kitabının yazarı Selin Çağlayan’la kitabı hakkında konuştuk.
Müslüman Kardeşlerin ortaya çıkış sürecinde hilafetin kaldırılması ve sömürgeciliğin etkisi nedir?
Filistinli akademisyen Azzam Temimi, Batıya hayranlık duyan modern İslamcı hareketin seyrinin değişerek yerini Batı karşıtı ve radikal Vahhabi hareketinden etkilenen bir anlayışa bırakmasını şöyle açıklar.
"19. yüzyılın Müslüman siyasi düşünürleri, Avrupa'nın demokratik düşüncesi ve uygulamalarından açık bir şekilde etkilenerek, demokrasi ve İslami bir kavram olan şura arasında bir benzerlik kurmaya çalışmışlardır. Ancak, 1. Dünya Savaşı ve 1924'de -Müslümanları şoke eden- Halifeliğin ilgasının etkileri bunu değiştirmiştir. Çünkü artık savaşılması gereken despotizm değildir. Müslümanlar, reforme etmeye çalıştıkları, birlik sembollerini kaybetmişlerdir. Doğu'nun reformistleri tarafından büyük hayranlık duyulan Avrupa demokrasileri Arap dünyasının büyük bir bölümünü işgal etmiş ve bu toprakları bölerek aralarında paylaşmışlardır. Dolayısıyla, Müslümanları Batılılaştırma çabaları Arap-İslam kimliğine yönelik ciddi bir tehdit olarak algılanmış ve Müslüman topraklarını kolonyalizmden kurtarmak bir öncelik haline gelmiştir. Böylelikle, reform çağrısı yerini İslami yeniden uyanış (ya da yeniden diriliş) çağrısına bırakmıştır."
İşte Müslüman Kardeşler (MK) hayatının son döneminde Vahhabi harekete yaklaşarak Batı'ya düşman olan Rıza'nın tilmizi Hasan El-Benna tarafından böyle bir sürecin sonunda kurulmuştur. Yine Temimi'nin ifadesiyle, "MK dünyaya yayılmış Müslümanları birleşmiş bir devletle kucaklayacak bir İslam İmparatorluğu'na (Osmanlı İmparatorluğu gibi) geri dönmek için İslam'ın bayrağını yükseltip mesajını taşıyarak mücadeleye başlamıştır."
Müslüman Kardeşler'in kurucusu Hasan El-Benna. Kitabı hazırlama sürecinizde Seyyid Kutup'a ilişkin Hamas yetkilisinin söylediklerini anlattınız söyleşinin girişinde. Muhammed Ebu Rabi'in Kutub'u Malcolm X'e Hasan El Benna'yı da Elijah Muhammed'e benzetmesi de dikkat çekici. Seyyid Kutub'un düşünceleri onu takip ettiklerini söyleyenlerin yahut onu onun kullanmadığı kavramlarla yargılayanların varlığı bende şu kanaati oluşturdu: Seyyid Kutup Kutupçu değil..
Bu konudaki tartışma halen sürmektedir. Ancak egemen güçlerin her dönemde tarihi kendi çıkarlarına göre yeniden yazdıkları, ideolojileri yeniden ürettikleri göz önüne alındığında düşünceleri ve eylemleri ile şu ya bu şekilde geniş kitleleri etkilemiş pek çok tarihi kişilik gibi aslında Kutup'un gerçek düşüncelerinin de adı ile anılan ideolojiye uzak olması mümkündür.
Benna ve Kutup sonrasında Müslüman Kardeşler nasıl bir İslamcı politika ortaya koyuyor. Bu politikalar ilk dönemdeki tartışmalardan hangi noktalarda etkileniyor?
Benna'nın 1949'da "devlet içinde devlet haline gelen" MK'yı silahlı kanadının eylemleri nedeniyle de tehdit olarak algılamaya başlayan Kral Faruk liderliğindeki Mısır yönetimi tarafından öldürüldüğü genel kabul görür. Benna'nın ölümünden sonra MK'nın da üzerine gidilerek pek çok mensubu hapsedilir. MK bu dönemde, İngiliz kontrolü altındaki Kral Faruk'u devirmek isteyen "Özgür Subaylar" isimli seküler ve Arap milliyetçisi bir grup ile birlikte özellikle ordu içinde örgütlenmeye başlar. Darbe 1952'de seküler ve İslamcı subayların işbirliği ile gerçekleşir.
Ancak kolonyalizm karşıtlığı ve Arapların şanlı geçmişini geri döndürme idealinin birleştirdiği bu garip ittifak dağılmaya mahkûmdur. Nasır darbenin kontrolünü ele geçirdikten sonra MK'nın üzerine gider, binlerce üyesini feci işkenceler görecekleri hapishane ve toplama kamplarına gönderir. MK yeraltına iner. Gilles Kepel bu "büyük çile"nin MK ile Arap dünyasının sosyalist rejimleri arasındaki radikal düşmanlığı sonsuza dek başlattığını düşünür. Bu dönemde pek çok Ortadoğu ülkesinde peş peşe benzer darbeler olur. Temimi bunu "İslami eğilimleri olan ve kolonyalizmden kurtulmayı savunan ulusal hareketlerin liderliğini seküler elitin ele geçirmesi ve despotik tek parti yönetimlerinin kolonyalistlerin yerini alması şeklinde" niteler. Bağımsızlık sonrası dönemde modernizm adına İslami örgütlere savaş açılır, el-Ezher gibi İslami kurumlar hızla sekülerleştirilir. Tehdidin niteliği bir kez daha değişmiştir, İslam'a yönelik tehdit artık kolonyal ülkelerden olduğu kadar, bağımsızlık sonrası kurulan seküler rejimlerden de gelmektedir. MK'nın da, Mısır'da ve bölgede hedefi artık bu rejimleri devirmek olacaktır. Bunun için gereken içtihadı Kutup yaparak Kuran ve Sünnete dayandırdığı gerekli ideolojik zemini hazırlayacaktır.
Bu çerçevede hayatının büyük bölümünü Nasır'ın zindanlarında işkencelerle geçiren ve sonunda asılan Kutup'un düşüncesi Benna'nınkinden çok daha radikaldir ve genç nesil MK mensupları üzerinde büyük etkisi olur. MK liderliği, ölümünden sonra Kutup'un gençler üzerindeki etkilerini bütün çabalarına karşın tamamen engellemekte başarılı olamaz. Kutup gibi Nasır rejiminin zindanlarında vahşice işkence gören genç İslamcılar, Kutup'un ideolojisini özellikle cahiliyye kavramını temel alan ya da ondan esinlenen radikal hareketler oluştururlar. Benna'nın öğretilerinin aksine, Mısır'ı yavaş yavaş İslamlaştırmak yerine Allah'ın yasaları yerine insan yapımı yasalarla yönettiği için kafir ilan ettikleri rejimi şiddet kullanarak hızlı bir darbe ile devirip yerine İslami bir toplum oluşturmayı amaçlarlar. Böylece "Radikal İslamcılık" doğar. MK ise, Kutuptan sonra yeniden benimsediği "Benna çizgisini" izleyerek, Nasır'ın ölümünden sonra başa geçen Enver Sedat'ın Mısır'ın yörüngesini Moskova'dan Washington'a çevirmek için İslamcılara geniş özgürlükler tanımasından fazlasıyla yararlanarak, sessizce güçlenmeyi seçecektir.
Kutup'un etkilendiği ya da eserlerinde yer verdiği Batılı isimler var. Şunu sormak istiyorum: İslamcılığın Batılı kökleri konusunda ne tür açıklamalar var literatürde?
İslamcılığın Batılı kökleri olduğu iddiası giderek artan bir taraftar kitlesine ve dev bir literatüre sahiptir. Bu literatürde çok yer verilen iddialardan birisi kurucularının Mason olduklarıdır. Yeni Osmanlıların hemen hepsinin Ali Suavi, Namık Kemal, Ziya Paşa gibi Osmanlı masonları olduğu bilgisi ile Afgani ve Abduh'un ve bazı kaynaklara göre Reşit Rıza'nın Mason oldukları yönündeki yaygın iddialar İslamcılığın Masonik bir proje olduğu yolunda spekülasyonlara kaynaklık etmektedir.
Üzerinde önemle durulan ikinci konu Kutup düşüncesi üzerindeki Batılı etkilerdir. Bu çerçevede Kutup'un kitaplarında geniş alıntılar yaptığı Fransız bir cerrah olan Dr. Alexis Carrel'den büyük ölçüde etkilendiği savlanır. Carrel, Nobel ödülü kazanmış (1912) bir bilim adamı, mistik, pek çoklarına göre bir faşist,- en iyi olanı üretip zayıf olanı ötenazi gibi yöntemlerle yok etmeyi savunduğu için- sosyal bir Darvinist, Vichy Fransası hükümeti görevlisi ve Maraşel Petain'in kültür danışmanıdır. "Bilinmeyen İnsan" isimli kitabı 1930 ve 40'lı yıllarda uluslararası best-seller olmuştur.
Kutup'un, çözümlerine katılmamakla birlikte Batı medeniyetinin çöktüğü yolundaki tespiti nedeniyle övgüyle söz ettiği tek kişi Carrel değildir. Kutup "İstikbal İslamın" kitabında ABD'nin eski Dışişleri Bakanlarından John Foster Dulles (1888-1959)'tan da çok fazla alıntı yapmıştır. Dulles Amerikan politikası kadar uluslararası politikayı da etkileyen -Carnegie Endowment for International Peace (CEIP), Rockfeller Vakfı, Dış Politika Konseyi (CFR) gibi- kurumlarda kurucu üyelik ve yönetim kurulu başkanlığı yapmıştır.
Kutup'la aralarında düşünce paralelliği kurulan diğer iki Batılı da, Kardinal Radzinger yani bu günkü Papa Benedict XVI ile Amerikalı yeni muhafazakarların( neo-con) mentoru Leo Strauss'dur.
İslamcılığın, Nazizm ve Komünizm gibi, Batı liberalizmine karşı totaliter bir tepki dolayısıyla Batı kaynaklı olduğu iddiası Paul Berman, Adam Curtis, Daniel Pipes gibi isimler tarafından ileri sürülmektedir.
Fransız sosyolog ve İslamcı hareketler konusunda uzman Oliver Roy, ünlü kitabı Küreselleşen İslam'da bugünün radikal İslamcı hareketlerinin yeşil bayraklarının, 70'lerin Batılı radikal solcu hareketlerinin kızıl bayrakları ile yakından bağlantılı olduklarını savunur. Mahmood Mamdani ve İranlı araştırmacılar, Ladan ve Roya Boroumand'da bu görüşe katılırlar.
Ünlü bir Britanyalı siyaset filozofu olan John Gray İslami fundamentalizmi, "İslamcı entelektüellerin radikal Batı düşüncesi ile münasebetinden üremiş egzotik bir melez" olarak niteler. İslamcılığın aslında dünya ölçeğinde bir siyasi proje olduğunu, neo-liberal ve Marksistlerle birlikte, İslamcıların da dünyanın bir bütün olarak nasıl yönetileceği tartışmasının katılımcıları olduğunu savunur. Gray böylelikle, bir "Medeniyetler Çatışması" olmadığı sonucuna varır. "Siyasal İslam'ın ideologları, Marks ve Hayek kadar Batılı seslerdir. Radikal İslam ile çatışma ise yeni bir aile içi Batı kavgasıdır."
Bu son açıklama biçimi aynı zamanda İslamcılığın otantiklik ve farklılık söylemini de çökertmeye dönük bir açıklama olarak okunabilir mi?
Gray'ın amacı belki de budur. Gerçi komünizm ve sekülerizm hakkında da benzer yorumlarda bulunuyor. Ancak verdiği örnekleri incelediğimizde bunların pek yabana atılır iddialar olmadığını görüyoruz. Dolayısıyla bu açıklamanın hangi amaçla yapıldığına bakarken bir yandan da İslamcılığın otantiklik ve farklılık söylemini içerden de sorgulamak gerekir diye düşünüyorum.
Seksenli yıllarda Türkiye İslamcılığının bir bölümü üzerinde etkili olan Abdülkadir es-Sufi yahut Ian Dallas'ın İslam'ın geleceğine ilişkin görüşleri on yılda epey değişmiş. Osmanlılardan İngiltere'ye kaymış bir bakıma. Doksanların sonundan bu günlere buna benzer pek çok kırılma yaşandı. Bu kırılmalar konusuna nasıl yaklaşıyorsunuz?
Köklü bir İskoç ailesinin mensubu olan Ian Dallas İslamcılığın Batılı köklerinin yaşayan bir örneği gibi. İslam'ı kabul ettikten ve "Avrupa'nın en büyük tarikatını" kurduktan sonra Şeyh Abdülkadir es Sufi el Murabıt ismini alıyor. Dünyanın en radikal İslami liderleri arasında sayılıyor. Sizin de işaret ettiğiniz gibi Genç Osmanlılar'a halifeliği tesisi etme ve faizci dünya düzenini değiştirme görevi verdiği 1996'dan sonra ilgi alanlarının İngiltere'den, Irak'a, Amerika'dan Afganistan ve Pakistan'a, Gürcistan ve Lübnan'a kadar genişlediğini görüyoruz. Ancak web sitesinde bazı makalelerinin Türkçesini de yayınlaması halen ilgisinin sürdüğünün bir göstergesi. Dallas örneğinden yola çıkarak doksan sonrası yaşanan benzer kırılmaları yorumlarsak bu kişilerin ve liderlik ettikleri hareketlerin küresel ölçüde yaşanan güç çatışmalarının aktörlerinin piyonları olduğu gibi bir sonuca varmamız mümkündür. Bu çerçevede politikaları da küresel güçlerin çıkarları doğrultusunda belirlenmektedir.
Güç çatışmalarının piyonları olduğu sonucu oldukça iddialı. Bunu biraz açar mısınız? Bu bağlamda başka hangi isimler söz konusu?
Eğer Dallas örneğinden yola çıkarsak- dolayısıyla onunla benzerlik taşıyan lider ve hareketlerden söz ediyorum- böyle bir sonuca varmamız mümkündür diye düşünüyorum.
Sözü uzatmayı göze alarak açmaya çalışayım. 90 sonrası yaşanan kırılmalar, bütün dünyada İslamcı hareketlerin küreselleşme ile birlikte bir İslam devleti idealinden vazgeçip demokratik sürece katılarak siyasette söz sahibi olmayı benimsemeye başladığı yıllardır. Bu kırılmada ulus devlet-küreselleşme çatışmasının izlerini açıkça görmek mümkündür, zaten biraz önce sözünü ettiğimiz İslamcılığın bu yeni yorumunu savunanlar da bunu inkar etmemektedirler. Bu çatışmanın ulus devlet mekanizmaları üzerinde baskı kurarak İslamcılar gibi siyasetten uzak tutulmuş, ötekileştirilmiş unsurların siyasi hayata katılımını sağladığı yani İslamcılara yeni fırsatlar sunduğu bir gerçektir. Bunun bütün dünyada en gözle görülür örneği de AKP iktidarıdır.
Dolayısıyla İslamcıların küreselleşmeyi desteklemeleri meşrudur. Ancak burada bu desteğin niteliği ve İslamcı hareketlerin gündemlerinin ne olduğu sorusu önem kazanmaktadır. Bu çatışmanın bir piyonu mu olunacaktır, ki geçmişte yine sözünü ettiğimiz modern İslamcı hareketin bilinçli ya da bilinçsiz olarak o dönemdeki küresel çatışmanın galibi olan ulus devlete dayalı küresel sistemi kuran güçlere hizmet ettikleri yolunda ciddi iddialar mevcuttur, yoksa İslamcılığın çıkış noktası olan kolonyalizm karşıtlığı ilkesi özenle korunacak mıdır? Hadi daha açık söyleyelim. Bugün ülkemizde yaşananlar bağlamında örnek verecek olursak küreselleşmenin nimetlerinden yararlanarak iktidara gelen İslamcı hareket küreselleşme ile ulus devlet arasındaki bu çok keskin çatışmada piyon olmamak için gerekli bilince ve birikime sahip midir? Bu soru, Türkiye'de küreselleşme karşıtı İslamcı hareketler için de geçerlidir. Her iki cephede yer alan diğer siyasi hareketler için de kuşkusuz.
Bu noktada Dallas'a dönelim. Kitapta geniş alıntılar yaptığım "Diyalektiğin Sonu-Gelmekte Olan İnsan İçin" isimli kitabında, dünya finans sistemini yönlendiren bütün dünya elitlerini bir potaya koyup bunu anayasal Amerikanizm olarak niteliyor ve bu sistemin kurulmasıyla gücünü kaybeden monarşilerin ve Katolik kilisesinin bunu başaracak durumda olmadıklarını belirterek karşılarına taze güç olarak İslamcıları çıkartıyor. Müslüman gücü, 21. yüzyıla damgasını vuracak olan, yükselmekte olan güçtür. Faizi ortadan kaldıracak olan onlardır çünkü inançları faizi yasaklamaktadır. Bunun yolu da Amerikanizmin anayasal modelini yıkıp hilafeti kurmaktır. Dallas bu görevi daha sonra yaptığı bir konuşmada özellikle "Genç Osmanlılar" adını verdiği Türk İslamcılara yüklüyor ama bir de uyarıda bulunuyor. İslamcıların "gözlerini açıp" bunu başaramamaları halinde, "Allah hikmet ve güçle karşılık verecek bir diğer topluluk gönderecektir."
Görüldüğü gibi Dallas Müslümanlığı kabul etmiş ve Şeyh ünvanı taşımasına karşın "dışardan" bir kolonyalist efendi tavrı ile konuşuyor. İslamcıları mevcut kapitalist sistemin yıkılması için kullanmak istediğini gizlemiyor. İslamcılık anlayışının da bu hedefe hizmet etmek üzere şekillendiği görülüyor. Mesela Güney Afrika'da Dallas Koleji adı altında kurduğu İslami okulun görevi kendi ifadesine göre, Heidegger kaynaklı bir kuşak inisiye etmek ve yeni bir elit yaratmaktır. "Sadece bu elit mevcut statükoyu geçmişin bilgisi, bugünün eleştirel ve yeni yapısalcı bir okuması ile yaratıcı eyleme dönüştürebilir ve geleceğin post-faizci toplumu için pratik bir model oluşturabilir."
Dallas, modern İslam'ı Batı düalizminin gayrı meşru meyvesi olarak görüyor ve amacının İslam'ı köklerinden uzaklaştırıp modern topluma uydurmak için dönüştürmek olduğu savunuyor. Sözünü ettiğimiz kitabı "Gelmekte Olan İnsan için" ismini Hitler'in ölmekteyken söylediğini aktardığı "Bundan sonra gelmekte olan insan için savaşacaksınız" sözleri üzerine isimlendirilmiş. Hitler'in vasiyetindeki "gelmekte olan insan" ise Dallas'a göre Müslümanlardır.
Bütün bunları göz önüne aldığımızda belki Dallas'a piyon demek haksızlık olabilir. Kitapta da kullandığım ifade ile küresel güçlerden birisinin kamuflajlı bir temsilcisi olduğu varsayımı daha doğru gözükmektedir. Sanırım Dallas örneğinden yola çıkılarak sadece bu konuya odaklı bir araştırma yapılırsa-Dallas gibi açıkça ifade etmeseler de- asıl amaçları İslam'ı ve İslamcılığı kullanmak olan benzer liderlerin yanı sıra küresel güç çatışmasının piyonu durumundaki pek çok isim ve hareket ortaya çıkarılabilir. Bunu yapmak da öncelikle İslamcıların görevi ve sorumluluğudur.
İslamcılığın iktidar talebinden vazgeçmesi ve buna ilişkin eleştiriler ortaya koyması ile sosyalistlerin Sovyetler özelinde yapmış oldukları eleştiriler arasında bir benzerlik kurmak abartılı olmaz sanırım . Dünyanın geleceğine ilişkin olarak iktidar üzerinden bir şeyler yapmanın kötü sonuçlar doğuracağı düşüncesinin yaygınlaşması konusundaki değerlendirmeleriniz nedir?
Küreselleşme kendi koşullarını dayatıyor. Bu bir yandan totaliter yöntem ve yönetimlere karşı olmayı getiriyor ama diğer yandan nihai aşamada topyekun bir totalitarizme dönüşebileceği kuşkusu da var. Her halukarda, küreselleşmenin önüne serdiği fırsatların-bundan demin sözünü ettiğimiz ulus devleti zayıflatarak demokratik mekanizmayı İslamcılar lehine işletmesini kastediyorum- İslamcılığı devlet talebine son vererek demokratik yollarla siyasete katılmaya yönelttiğini görmekteyiz.
İslamcılık, küreselleşme ilişkisi ve İslamcılığın geleceği konusunda ne tür düşünceler gündemde?
İslamcılığın küreselleşme ile bir ulus devlet projesi olarak nitelenen "İslam devleti" idealinden vazgeçerek yeni bir aşamaya geçtiği savlanıyor. Bulaç'a göre, İslami rejimlere verilen örneklerin hemen hemen hepsi "modern ulus devlet"in bir kopyası niteliğindedir. Bu devletin elde edilmesiyle bir anda bir "yeryüzü cenneti"nin kurulacağı düşünülmüştür. Oysa, Pakistan İslam Cumhuriyeti, İran İslam Cumhuriyeti gibi somut pratikler, bu devlet projesinin laik versiyonları gibi sadece sorun ürettiğini ortaya koymuştur. Başarısızlığın nedeni ise, 1990'lardan sonra ortaya çıkan küresel krizin bizzat ulus devletin kendisini zaafa uğratmasıdır. Çünkü, Siyasal İslam, bir tür "modern ulus devletin İslamileştirilmesi" çabasıdır. Yeni kent yapıları, ulus-üstü formasyonlar olarak ortaya çıkan bölgesel entegrasyonlar ve artık her alanda dönüştürücü gücüne tanık olunan küreselleşme, ulus devlet projesini derinden sarsıntıya uğratmıştır. İslamcılık ise, doğal sınırlarına varmakta olan kentleşme ile karşılıklı etkileşim ve bağımlılığı pekiştiren küreselleşme olguları karşısında yepyeni bir döneme girmiş bulunmaktadır.
Roy'da küreselleşmenin İslamcılığın niteliğini değiştirdiği kanısındadır. Eski İslamcılar radikal fikirlerini bırakarak normal siyasi aktivitelere yönelmişlerdir. Ancak küreselleşme radikal, herhangi bir ulus ya da kültürden kopuk küresel bir İslamcılığı da ortaya çıkarmıştır. Eskinin sol hareketlerini taklit eden bu hareket küreselleşmeye karşıdır. Dolayısıyla küreselleşme eski siyasal İslamcılara, siyasete katılarak talep ettikleri İslamcı bir yaşama ulaşmaları için olanak sağlarken küresel İslamcı hareketler ise küreselleşmeyi hedef almaktadırlar.
Graham Fuller'e göre, İslamcılık birçok devlette iktidara gelme amacına erişemeyebilir. Yine de mevcut otoriteryen rejimlerin gayrı meşruluğu, değişim ihtiyacı, liberalizasyon ve demokratikleşme gibi fikirlere öncülük ederek, İslam dünyasında siyasal değişim ve reformlar yönünde hayati bir hızlandırıcı etki yaratabilir. Bu fikirlerin geniş kamuoyunun gündemine getirilmesinde öteki her organizasyondan daha etkili bir taşıyıcı bant görevi görebilirler. Sonunda İslamcılara siyasal bir fayda sağlayıp sağlamayacağı belli olmayan başka partiler ve siyasal etkinliklerin temelini atabilirler. Bu rolü oynamak kendi hareketlerinin bir amacı olmasa da, sadece meselelerin yeni bir anlayış çerçevesine oturtulması suretiyle başarılabilecek olan bu iş, İslam dünyasında cereyan eden siyasal süreç üzerinde İslamcılığın en önemli etkilerinden biri olabilir.
Fuller, İslamcıların çıkarlarının demokratik sürece ihtiyaç duyması nedeniyle -en azından onlar böyle algılamaktadırlar- liberal demokrasinin gelişmesine yardım etmeleri ve dolayısıyla ironik bir şekilde, İslam dünyasına liberal demokrasinin adapte edilmesi sürecinde anahtar bir güç rolü oynamalarının bile mümkün olduğunu belirtir.
Fuller'in tezini şöyle Türkçeleştirebiliriz. İslam ülkelerindeki Batılı laik elitlerin halka inmekte başarısız olmaları nedeniyle bu kez globalleşme için gereken Batılı modern değerler İslamcılar tarafından Müslüman halklara aktarılacaktır. İslamcıların bundan bir fayda sağlayıp sağlamayacakları belirsizdir. Kesin olan yeni misyonlarının bu olduğudur. Bu sözleri az önce İslamcıların küresel çatışmanın piyonu olup olmayacakları tartışması bağlamında yorumlamak yararlı olabilir.
Fuller'e göre İslamcılığın geleceğine ilişkin olabilecek en karanlık senaryo, radikal İslam'ın durdurulamaması halinde ve ABD'nin terörle mücadele adına İslam ülkelerine karşı girişeceği sert eylemlerin, İslam ülkelerinde sol, ulusalcılar ve İslamcıları birleştiren bir anti-Amerikancı cephe oluşturması, İslami terör eylemlerinin Avrupa'ya da sıçraması halinde de, AB ülkelerinin de ABD ile saf tutması ile tam bir medeniyetler çatışması hatta gerçek bir savaş yaşanması olasılığıdır.
Her şeyin yolunda gitmesi halinde ise, İslamcı ve Batılı liberal geleneği gerçek anlamda uzlaştırma ve bütünleştirmeyi başaracak ilk ülke Türkiye olacaktır. Bunu başaracak olanlar İslami deneyimi reddeden Kemalist laikçi seçkinler değil, modernist İslamcıların toplumsal ve siyasal kurumlara tedricen girmeleri ile ortaya çıkan yeni sentezdir. Türkiye'de bu durum demokratik yönetişimin modern kurumlarını tesis etmede diğer bütün Müslüman devletlerden daha fazla mesafe kat etmesi nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle, Türkiye'nin yapması gereken şey demokratikleştirici sistemini tamamen açarak, cebri Batılılaşma sürecinde geride bırakılmış ve dışlanmış toplumsal ve ideolojik unsurları sisteme entegre etmek üzere onlara ulaşmaktır.
İslamcılığın bir liberalleşmeye yol açamaması halinde ise Fuller'e göre, İslamcılara alternatif bir gücün ortaya çıkması söz konusu olacaktır. Burada da Dallas'ın benzer uyarısını hatırlayalım. Öncü alternatif aday ise solculuktur. Bu takdirde, İslamcılarla radikal sol arasında 70'lerdekine benzer bir mücadele yeniden yaşanabilecektir.
Söyleşi de kitapta olduğu gibi kişisel yorumlarınızı geri planda tuttunuz. Son olarak kitabı hazırlama sürecinin başı ve sonu arasında zihninizde nasıl bir İslamcılık algısı oluştu?
Evet, tespitiniz doğru. Bunun iki nedeni var. Birincisi, İslamcılık konusu benim için nüanslarına tam olarak vakıf olmadığım yabancı bir saha. Dolayısıyla, kendimi tam olarak ifade edememekten ve şu ya da bu olarak etiketlenmekten endişe duyarım. Oysaki bu kitap samimi olarak İslamcılığın gerçek niteliğini anlamaya çalıştığım kişisel bir sorgulamadır. Bunun dışında bir gündemi yoktur.
İkincisi, ben bir akademisyen değil gazeteciyim. Kitabı gazetecilik teknikleriyle hazırladım, ulaştığım sonuçları, iddiaları, görüşleri karşılaştırmalı olarak verdim. İstedim ki, İslamcılığın gerçek niteliği konusunda herkes kendi kararını versin. Kuşkusuz ben de bir sonuca vardım. Kanımca "İslamcılık şudur" demek mümkün değil, tek bir İslamcılık yok pek çok yüzü var. Bunun da nedeni ilk ortaya çıkış noktası sizin de altını çizdiğiniz gibi kolonyalizm karşıtlığı olmasına rağmen 19. yüzyıldan itibaren- diğer bütün ideolojiler gibi- küresel güç çatışmalarının aktörleri tarafından kendi çıkarları doğrultusunda kullanılmak üzere sürekli olarak dönüştürülmüş olması. Ancak böyle diyerek İslamcılığı mahkum etmiyorum. Tıpkı diğer ideolojileri savunanlar gibi, İslamcıların da-modernist, ılımlı, ya da radikal- her zaman kendi gündemleri ve meşru talepleri vardır ve olmuştur.
Bu noktada küresel güçlerin gündemlerinin bilincinde olmak ve onlarla mücadele edebilmek önem kazanıyor. Mesela, Kurtuluş Savaşında bu başarılmıştır. Günümüz Türkiye'sinde bu bilince sahip olmak her zamankinden daha önemli ve bu hem "İslamcılar" hem de "laikler" için geçerli.
Başlarken de ifade ettiğim gibi ülke, aynı 1. Dünya Savaşı öncesinde olduğu gibi kartların yeniden dağıtılacağı, çok muhtemelen yeni bir Ortadoğu haritasının oluşturulacağı bir kavşağa hızla yaklaşırken iki taraf arasında yaşanan kutuplaşmayı sona erdirerek bizi bekleyen senaryolara karşı birlikte hazırlanmamız gerektiğini düşünüyorum. Bu çerçevede, sözgelimi içki içmeye kısıtlamalar getirmek ve buna tepki göstermek gibi bu kutuplaşmayı körükleyen eylemler yerine, enerjimizi ve vaktimizi birbirimizi anlamaya harcamalıyız.
Söyleşi için teşekkür ederim.
Ben teşekkür ederim.
Röportajın birinci bölümü için tıklayınız.
Asım Öz-Dünya Bülteni